Sıkıntı çekmeden Cennete gireceğinizi mi zannettiniz?

أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُواْ الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُم مَّثَلُ الَّذِينَ خَلَوْاْ مِن قَبْلِكُم مَّسَّتْهُمُ الْبَأْسَاء وَالضَّرَّاء وَزُلْزِلُواْ حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللّهِ أَلا إِنَّ نَصْرَ اللّهِ قَرِيبٌ

“(Ey müminler! ) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah’ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.”

   Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyorlar ki: “Sizden önceki ümmetler içinde öyle (mazlum) kişi bulunmuştur ki, müşrikler tarafından onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi bu çukura (başı meydanda kalarak) gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, başı üstüne konulur, ikiye bölünürdü de (bu işkence) o mümini dininden döndüremezdi. (Bir başkasının da) demir taraklarla etinin altındaki kemiği ve siniri taranırdı da bu (işkence) o mimini dininden çeviremezdi….”(Buhari, Ebu Davut, Ahmed b. Hanbel)

   Ayeti kerimede ve hadis-i şerifte de vurgulandığı üzere mümin olmak bela ve musibetten sıyrılmayı değil bilakis imtihan olunmayı gerektiriyor. Çünkü mümin olmak cennet talep etmek anlamına geliyor. Peki, biz cenneti hak ediyor muyuz?

   Tarih kitaplarını araştırdığımızda her dönemde müminlerin işkenceye maruz kaldığını görüyoruz. Bunların en hafifi idam edilmek idi. İşkencelerden bazıları şunlardır:

Ateşte yakmak en meşhur yöntemlerden biridir. Nitekim İbrahim Aleyhisselam da ateşe atılmıştır.

-Hadis-i şerifte de bildirildiği üzere demirler ile etin ve kemiklerin taranması..

Testere ile ortadan ikiye kesmek…

-Elleri ve kolları bağlayarak ters yöne hareket ettirmek suretiyle öldürmek. Nitekim Ebu Cehiller de aynısını İslamın ilk şehitleri Sümeyye ve Yasir (Radıyallahuanhuma) efendilerimize uygulamışlardı.

– Çivili sandık. İçine yarleştirilen kişinin üzerine kapatılır ve acı içerisinde ölmesi sağlanırdı.

Bunlardan başka içi kızdırılmış yağ dolu kazanlara atmalar, ağzından yılan ve benzeri şeyler sokmalar, çocuklarını keserek yedirmeler vs..

   Sahabe Efendilerimiz de çok işkence gördüler. Mesela Hazreti Ömer’in, eti çürümüş sırtını gördüğü zaman: “Ben hayatım boyunca böyle bir sırt görmedim” dediği Habbab Bin Eret Radıyallahu anh. Kadın sahibi bu büyük sahabenin başını demirler ile dağlardı. Üzerine demir zırh giydirilir, çölün kızgın kumlarına yatırılır ve saatlerce bekletilirdi. Kendisinin beyanına göre ateş korlarının üzerinde sürüklenir ve hatta sırtından çıkan kan ve sulardan ateş sönerdi.

   Şimdi kendi kendimize soralım: BİZ BUNLARDAN HANGİSİNİ YAŞADIK!

   Geçmiş ümmetler, sahabe efendilerimiz ve Resulüllah bile nice sıkıntılar çekmiş iken bizim sıcak evimizde, işten eve, evden işe giderek, elimize İslam için kıymık bile batmamışken cenneti talep etmemiz, Allah’ın rızasını talep etmemiz ne ifade ediyor?
    Hele hele bu rahatlıkla bir de tavizler veriyorsak, namazımız terk ediyorsak, yükümlülüklerimizden vazgeçiyorsak vay halimize…

   Demek ki, bu yolda çektiğimiz sıkıntı ne olursa olsun sahabe-i kiramın ve geçmiş ümmetlerin imtihanı yanında çok hafif kalıyor. Allah göstermesin ancak düşman eline düşen Müslüman kardeşlerimiz bu gibi imtihana tabi oluyorlar. İsrail hapishaneleri ve Abd’nin işgal ettiği Irak hapishanelerinde olduğu gibi.

   Peki, biz bu rahatlık ve serbestlik içerisinde neden İslam için çalışmıyoruz? Neden dinimizi yaşayıp yaşatmaya gayet ermiyoruz? Önceki ümmetler bu belalar içinde dinlerini yaymak için uğraşmışlar da biz Ümmet-i Muhammed olarak onlardan aşağı derecede miyiz?

   Şu anlaşılıyor ki rahatlık ve genişlik tavizi de beraberinde getiriyor, feyiz ve rahmeti alıp götürüyor.

   Önceden İslam adına cihat edenler belirli bir genişlik ve imkanı aşınca birde bakmışsınız hıristiyan ve yahudiler ile kol kola geziyor.
   Halis hizmetler menfaate dönüşüyor.
   Kafirler ve ehli sünnet düşmanları ile uğraşmak yerine Müslümanlar birbirleri ile uğraşıyor.
   Fakir iken çok samimi bir Mümin olanlar parayı bulunca birden değişebiliyor.

   Eski ümmetler ve sahabeler bizim aklımıza geldiğinde bile ürperdiğimiz işkenceler karşısında dinlerinden, imanlarından ve yaşantılarından taviz vermediler. Bizlere illa bir bela mı gelmesi lazım! Bizi kendimize getirmesi için ilahi bir tokat mı bekliyoruz? Nedir bu tavizler ve gevşeklik?

   Bir kötülük gördüğümüz zaman dilimizle ikaz etmemiz, elimizle düzeltmemiz veya hiçbiri mümkün değilse kalbimizi le buğz etmemiz gerekirken bırakın eli dili, umursamaz olduk.

   Evdeki kızımıza, karşıdaki komşumuza kan bağı olan akrabamıza sahip çıkamaz hale geldik. Çünkü umursamıyoruz artık. Nedendir bilinmez iki kelime anlatmaya çekinir olduk. “Sen işine bak hoca” denilmesinden korkar hale geldik de emri bil marufu terk ettik.

   Bir müslüman elinden ve dilinden hiçbir şey gelmiyorsa bile kalbinden, gönlünden dualar ederek, yalvararak-yakararak bu kötü gidişatın bir son bulması için çırpınır.

   Bu gidiş hiç hayra alamet değil ve Allah göstermesin eğer biz kendimizi toparlamaz isek Allah’u Teala büyük afetler ile bizi silkeleyecek…

www.ihvanlar.net

PAYLAŞ