Zan Nedir? Zan hakkında ayet hadis kıssa

AYET-İ KERİMELER
   Hucurat / 12. Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.

   Yunus / 36. Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir.

   Necm / 28. Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez.

   En’am / 148. Putperestler diyecekler ki: “Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de aynı şekilde (peygamberleri) yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.

HADİS-İ ŞERİF
   * Ebû Hüreyre radiya’llahu anh’den rivâyete göre, Resûlu’llah Salla’llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Ashab’ım, zandan (sebepsiz ithamdan) çekininiz! Çünkü sanıkla ithâm sözlerin yalanı çok olanıdır. Biribirinizin eksikliğini görmeğe ve işitmeye çalışmayınız, husûsî ve mahrem hayâtınızı da araştırmayınız!
Bir de almayacağınız bir malı alıcıyı zarara sokmak için arttırmayınız, biribirinize hased de etmeyiniz! Buğuz (düşmanlık) da etmeyiniz! Biribirinize arkanızı çevirip küsmeyiniz de. Ey Allah’ın kulları, biribirinize kardeş (mesâbesinde) olunuz! (Biribirinizi seviniz!)

   * Ebû Bekre (Nufey’ İbn-i Hâris) radiya’llahu anh’den rivâyet olunduğuna göre şöyle demiştir:
(Bir kere) Nebî salla’llahu aleyhi ve sellem’in huzûrunda bir kişi öbür kimseyi senâ etmişti. Bunun üzerine Resûlullah tekrarlayarak:
– Tuhaf şey? Sen (böyle övmekle) arkadaşının boynunu vurdun, yazıklar olsun sana! Sen arkadaşının boynunu vurdun, buyurdu. Sonra da:
– Sizden her kim (din) kardeşini her halde medhetmek mevkiinde bulunursa:
– Fülân kişiyi (görünüşe göre iyi) sanırım. Onun muhâsibi Allah’dır. Ben, Allah’a karşı kimseyi (siyretiyle) tezkiye edemem. Onu şöyle şöyle kimse zan ederim, desin!. bunu da (hakîkaten) o kimseyi bu sûretde zan ediyorsa, öyle söylesin! buyurdu.

   Hucurat / 12. Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.
   Ey iman edenler!  Zannın bir çoğundan kaçının, uzak bulunun; beslemekten, yahut onunla amel etmekten sakının.  Çünkü zannın bazısı ağır günahtır.

   ‘İSM’, (Peltek se ile) sonunda üzerine ceza gerektiren günahtır. Çünkü zan, ihtimal üzere bir hüküm olduğundan bir kısmı hakka hiç isabet etmez, etmeyince de başkasının hakkına ait hususta o şekilde aleyhine hüküm bühtan ve iftirâ ve bundan dolayı bir vebal olur. Özellikle zannın kaynağı yalnız nefsi işler olduğu zaman hata daha büyük olur. Zannın bazısı günah ve vebal olunca da böyle bir vebal ve zarara düşmemek için tedbirli davranmak ve hangi çeşit zandan olduğunu düşünebilmek üzere onun bir çoğundan sakınmak gerekir. Yasaklanan çirkinliklerden bir çoğu da böyle zanlardan ortaya çıkar. Gerçi zannın hepsi günah ve vebal değildir. Allah’a ve müminlere güzel zan gibi vacip olan zan da vardır. Nitekim Nur Sûresi’nde: “Erkek ve kadın müminlerin bu iftirayı işittiklerinde kendi vicdanları ile iyi zanda bulunup da…” (Nur, 12) buyurulmuş ve Kudsi Hadis’te  “Ben kulumun bana zannı yanındayımdır.” diye rivayet olunmuştur.Hazreti Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurmuştur ki:”Her biriniz ancak Allah’a iyi zanda bulunarak ölsün.” ve: “İyi ve güzel zan imandandır.” buyurulmuştur.

   Zan ikiye ayrılır;
   Hüsnü zan (İyi düşünmek)
   Su-i zan (Kötü düşünmek)

   Her konuda ilk olarak güzel düşünmeyi adet haline getirmemiz gerekmektedir.Böylelikle şeytanın fitne oyununa alet olmaktan sakınmış oluruz.
   Bir müslüman, başkaları hakkında kötü şeyler düşünmemeli, ulu orta konuşmamalıdır. Onun, diğer müslümanlar hakkında söylenenlere, uydurulan haberlere inanmaması, ihtiyatlı davranması lazımdır. Başkaları “falan şöyle yaptı, böyle yaptı” dese, hak-hukuk gözetmeyen bazı gazeteler bunu yazsa da bir mümin aceleci davranmamalı, dedikodulara ve gıybetlere girmemelidir. Eşyada ibaha esas olduğu gibi, insanlarda da masûmiyet esastır. O halde insan, aslından emin olmadığı iddialarla başkalarını hemen mahkum etmemelidir.

HARAM ‘ZAN’LAR
   Üç türlü zan haramdır.
   1-Allah hakkında kötü düşünmek:Mesela; biri dese ki:”Allah beni affetmeyecek, cehenneme atacak kesindir bu” dese bu haramdır.İnsanı küfre götürür.Allah’u Teala Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde affedeceğini belirtiyor ve ”ben kulumun zannı üzereyim” diyerek güzel düşünülmesini istiyor.

  2-Peygamber hakkındaki düşünceler:Sahabenin içinde bulunan münafıklar gibi Resulullah Efendimiz hakkında kötü düşünmek.Mesela Efendimiz ganimet taksimi yapıyordu, münafık adam diyor ki:”Allah’ın rızasını kasdetmedin, adamlarını kayırıyorsun” diyor.Böyle bir zan ve düşünce Resulullah hakkında caiz değildir.O, sıradan bir insan değildir.

   3-Müslümanlar hakkında kötü düşünceler:Müslüman din kardeşi hakkında ”zannediyorum şöyle yapıyor, böyle yapıyor” gibi kötü zanlarda bulunmak haramdır.Müslümana hep iyi düşünmek yakışır.


PAY BİÇMEK
   İki kör aynı tabaktan köfte yiyormuş. Birisi diğerine:
– Niçin, demiş, ikişer ikişer alıyorsun?
– Sen ele körsün, demiş diğeri, nereden biliyorsun?
– Kendimden pay biçiyorum.

   “Hep nefis çıkar Harsıma ölüp ölüp dirilsem, İnsandan kaçmak kolay kendimden kaçabilsem!” der N. Fazıl.

PADİŞAHIN İŞİ NE?
   Sultan Murad Han o gün bir hoştu. Telaşlı görünmekteydi. Neşeli deseniz değil; üzüntülü deseniz hiç değil. İçinden çıkılmaz bir ıstırap kaplamıştı yüzünü .
   Sadrazam Siyavuş Paşa:
–  Hayrola hünkarım, canınızı sıkan bir şey mi ola? diye sormaktan kendini alamadı.
   Bu soru Sultana bir kurtuluş gibi geldi ve içini dökmek istedi sırdaşına:
– Akşam garip bir rüya gördüm lala.
– Hayırdır inşallah Sultanım!…
– Hayır mı, şer mi öğreneceğiz.
– Nasıl yani?!…
– Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.
   Ve iki molla kılığında çıktılar yola. Padişah hâlâ gördüğü rüyanın etkisi altındaydı ve gideceği yeri iyi bilmekteydi. Seri, kararlı adımlarla Bayezit’e çıktı, sonra Vefa’ya döndü. Zeyrek’ten aşağılara salındı. Unkapanı civarında soluklanıp; etrafına dikkatle bakındı. Sanki bir adres, bir kişi arıyor gibiydi. İşte tam o sırada yerde yatan bir adam gözlerine çarptı. Yaklaştılar, baktılar ki adam dünyadan geçmiş. Kimsenin ilgilendiği yok. Sanki orda biri yatmıyor. Üzerinde sonbahar yapraklan savrulmakta.Nabzını yokladılar; ama nafile, nabız atmıyor.
Sordular halka:
-Kimdir bu?
– Aman molla hiç bulaşma buna, dedi ahali. Ayyaşın, sarhoşun biri. Kırk yıllık komşumuz… Ne menem biri olduğunu bildiğimizden biz bulaşmak istemeyiz.
   Bir başkası anlatmaya başladı hemen:
– Biliyor musunuz, dedi, aslında iyi sanatkârdır.
   Azaplar çarşısında çalışırdı. Nalının en iyisi yapardı. Ancak kazandığı her kuruşu içkiye, fuhuşa harcadı ömrü boyunca. Hem şişe şişe şarap taşıdı evine; hem de nerede bir mimli kadın varsa, taktı peşine, yazık etti değerli ömrüne.
   Hele yaşlıca bir adam çok öfkeliydi:
– İsterseniz sorun komşularına, dedi. Sorun bakalım onu bir kez olsun bir cemaatte gören olmuş mu ?!..
   Hasılı, dönüp ardını gitti mahalleli. Bizim tebdili kıyafet mollalar kaldılar mı. ortada? Tam Sadrazam da toparlanmak üzereydi ki sultan, kesti yolunu:
– Nereye lala!?
– Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
   Sultan kızdı:
–  Millet bu, çeker gider; ama biz gidemeyiz. Bu ahalinin çobanı biziz, şöyle veya böyle onlar bizim te­baamız. Demini tamamlamamız gerek.
– İyi ya hünkarım, saraydan birkaç hoca yollarız, böylece vebalinden de kurtulursunuz.
– Olmaz!… Rüyamızın sun çözülmedi ki daha.
– Peki ne yapmamamız emir buyurulur?
– Mollalığa devam. Na’şını kaldırmalıyız bu zatın en azından.
– Aman sultanım, nasıl kaldırırız biz?
-Basbayağı kaldırırız işte.
-Yapmayınız, etmeyiniz hünkarım; bunun yıkanması, paklanması var; kefenlenmesi, gömülmesi var.
– Merak etme lala, ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
–  Şurada bir mahalle mescidi var…
   Birlikte cenazeyi yüklendiler ve camie geldiler. Siyavuş Paşa, sağa sola koşturdu önce. Kefen, tabut buldu. Padişah bakır kazanları ocağa vurdu. Usûl ve erkanınca bir güzel yıkadılar ki na’ş ayan beyan güzelleşti sanki. Ayın on dördü gibi parlamaktaydı yüzü. Çehresi şakilere hiç benzemiyordu, hem manâlı bir tebessüm okunuyordu dudaklarında. Hünkarın kanı ısınmıştı o anda bu adamcığa. Meçhul nalıncıyı kefenleyip, tabutlayıp yatırdılar musallaya. Ama namaz vaktine de bir hayli vardı daha. O arada Siyavuş Paşa sıkıntı içinde yaklaştı:
– Hünkarım, dedi yanlış yapıyoruz galiba.
– Nasıl yani lala?!
– Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki ailesinden birileri vardır, hanımı mesela, yahut yetimleri.
– Doğru, öyle ya. Sen bekle başını, ben mahalleyi bir dolanıp geleyim. Bakalım kimsesini bulabilir miyiz?!..
   Sadrazam Kur’an okumasına devam ede dursun, hünkar koştu, garip maceranın başladığı noktaya geri döndü. Sorup soruşturdu ve nalıncının evini buldu.
   Kapıyı yaşlıca bir kadın açmıştı. Olayı metanetle dinledi ve sanki vefatın bu türlüsünü bekler gibi.
– Hakkını helal et evladım, dedi. Belli ki çok yorulmuşsun. Allah senden razı olsun. Garibimi yerde bırakmadın demek. Hakkını helal eyle.
   Sonra üzgün, yıkılmış halde, eşiğe çöktü hanımcık; ellerini yumruk yapıp şakaklarına dayadı.Gözleri kısıldı yalnızca, eski hatıralara daldı gitti bir zaman. Silkinip çıktığında zamanın dehlizinden,
– Biliyor musun oğul, diye dertli dertli anlatı. Bizim efendi bir âlemdi vesselam. Akşamlara kadar nalın yapar, gücünü tüketir, emeğini harcardı… Ama birinin elinde şarap şişesi görmeye görsün.Elindeki avucundakini verip satın alırdı. Sonra getirip dökerdi hepsini. Niye!? Ümmet-i Muhammed’in kursağından haram geçmesin, günaha girmesinler diye.
– Hayret!..
– Sonra malum kadınların ücretlerini öder, getirirdi bu eve “Ben sizin zamanınızı satın aldım mı, aldım derdi, öyleyse şimdi dinlenmeniz gerek. O çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım o zavallı düşkünlere saatlerce. İlmihal, Huccetül-islam okurdum onlara.
– Bak sen!.. Millet ne sanıyor halbuki.
–  Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hep uzak mescitlere giderdi. Öyle bir İmamın arkasında durmalı ki, insan tekbir alırken Kabe’yi görmeli, derdi.’
– Öyle imam var mı ki şimdi?
– İste bu yüzden Nisancı’ya Sofular’a uzanırdı ya. Hatta bir gün, “Bak a efendi, dedim. Sen böyle yapıyorsun; ama komşular seni kötü belleyecek. Namazsız niyazsız zannedecek. Cenazen ortada kalacak hafazanallah!..”
-Doğru, öyle ya!..
– Ama o, kimseye zararım olmasın diye, mezarını bile kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim, İş mezarla bitiyor mu? dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?!..
– Peki o ne dedi?
– Önce uzun uzun güldü. Sonra elinin tersini, fani dünyayı boşlar gibi salladı ve:
   “Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?!..”

PAYLAŞ