REENKARNASYON NEDİR?

Reenkarnasyon (Ruh Göçü) Nedir?
   Mehmet Talu Hocaefendi’nin konuyla ilgili yazısına geçmeden önce şöyle bir gerçeğin altını çizmemiz gerekir. Reenkarnasyon inancı putperest budistlerden gelmektedir. Kendilerince ruhun olgunluğu için çalışan budistler bedenin yok olması halinde ruhun ne olacağı husununu ahirete inanmadıklarından dolayı reenkarnasyon safsatasıyla geçiştirmeye çalışırlar. Bazı ilahiyetçı geçinen aklı evvellerde “tabi oldukları sapıkların yolundan gittiklerinden dolayı” bu budistlerin inanç sistemine Kur’an’dan delil getirmeye çalışırlar. Allah akıl fikir versin diyelim ve Mehmet Talu Hocamızın yazısına geçelim.

   Türkçemizde tenasüh veya ruh göçü olarak tercüme edilen reenkarnasyon, ölümden sonra ruhun yeniden tekrar bedenlenmesi inancı ve nazariyesidir. Tenasuh, reenkarnasyon, hulûl kavramlarıyla da ifade edilen ruh göçü, ruhların beden değiştirerek dünyaya tekrar tekrar gelmelerine inanmaktır. Reenkarnasyonun arka planında, dünyada adalet ve eşitliğin olmadığı, adalet ve eşitliğin sağlanması için tekrar bedenlenmeye ihtiyaç duyulduğu şeklinde bir düşünce yatmaktadır.

   Reenkarnasyon, bir şeyin diğerini takip ederek yok etmesi, bir şeyi elden ele dolaştırmak, bir şeyin dolaşarak diğerinin yerini almasıdır.

   Dinler tarihinde, ölen insanların ruhunun bir hayvan ya da bir insan bedenine girmesi inancını dile getirir.

   Türkçede ruh göçü denilir. Batı dillerinde bunun karşılığı, “Reincarnation ve Tranmigratıon” dur. Tenasühe inananlara da “Tenasuhiyye” denilir.

Reenkarnasyon İnancının Tarihi
   Tenasüh inancı, Hindistan’da Hinduizm’den doğmuş ve buradan Hint Adaları, Tibet, Çin, Kore, Japonya, ve eski Yunan’a yayılmıştır. Bu inanç, Hinduizm (Brahmanizm) ile beraber, Budizm, Taoizm, Caynizm, Maniheizm gibi Asya’nın eski dinlerinde de görülür. Tenasühün en eski yazılı kaynağı, Hinduizmin kutsal metinleri olan Upanişad’lardır (M.Ö. 7-6 yy). Tenasüh inancında manevi mükâfat ya da ceza, yaptığı kötülük veya iyiliklerin karşılığı olarak ruhunun bir hayvan veya bir insan cesedine girerek alçalması ya da yükselmesidir. Hinduizm’de ruhların bir bedenden diğer bedene göçüne Samsara adı verilir. Hindulara göre bir insanın ruh göçünün başlangıcı belli değildir. Ruh, daha önce bir bedendeki durumuna göre bir hayvan veya bir insan veyahut da bir tanrı olarak dünyaya gelebilir. Hindulara göre, tenasüh yalnızca insana mahsus değildir. Tanrılar da ölür ve yeniden başka bir kalıpta doğabilir.

   Tenasüh inancı Hinduizm’in esasıdır. Ruhunun kalıptan kalıba dolaşması insanı kemâle erdirebilir. İnsan ruhu, hayvan veya insan bedenlerine girerek pek çok sayıda varoluşlar yaşadıktan sonra saflaşırsa (temizlenirse) bu dünyadan giderek saadete ulaşır ve yaratıcı tanrı olan Brahma’ya ulaşabilir. Veya Hinduizm’in bazı kollarına göre kâinatın ruhuna karışır. Budizm’e göre, bir ruh intikali en küçük böcekten insana varıncaya kadar bütün canlılara şamil olur. Kurtuluş (Nirvana), insan varlığı safhasında ruhun bütün arzularını yenerek dünya ile alakasını kesince meydana gelir.

   Tenasuh inancı, eski Yunan’da M.Ö. 6. asırda ortaya çıkan Orfizm (Orfik dini) mezhebinde de görülür. Tenasüh fikri M.Ö 6. asırda yaşamış Pythagoras (M.Ö. 580-500) ve Eflâtun (M.Ö.427-347) tarafından da benimsenmiş ve geliştirilmiştir. Tenasuh inancı, Kelt ve İskandinav dinlerinde ve Yahudiliğin bazı batınî mezheplerinde de görülür.

İslam Tarihinde Reenkarnasyon
   Müslümanlar arasından çıkıp da İslâm dini ile alakası kesilmiş gulât-ı şî’a yani müfrit şiîler gibi bazı mezhepler de tenasuh inancını almışlardır.

   Mutezile’den Ahmed b. Hâbıt, Ahmed b. Eyyûb, Ahmet b. Mu-hammed el-Kahtî, tenasuh inancını eski Yunan’dan alıp kabul etmişlerdir.

   Ahmed b. Hâbıt’a göre, ALLAH insanların hepsini nimet yurdunda eşit olarak yaratmış, kendisine itaat edeni burada bırakmış, hiç itaat etmeyeni Cehennem’e atmıştır. Emrettiklerinin bir kısmında itaat edip bir kısmına uymayanları günahlarının miktarına göre böcek, kuş, ehli hayvan ve yırtıcı hayvan suretlerinde dünyaya göndererek imtihan eder. Bunların ruhları, isyan ve itaatlerine göre hayvan ve insan kalıplarına girer. Bu şekilde onların mükellef tutulması, muhtelif hayvan suretleri içerisinde devam eder. Ahmed b. Hâbıt, ALLAH’ın hayvanlara da peygamber gönderdiğini iddia eder. Ona göre canlıların hepsi tek bir cinstir. Hayvan kalıpları içerisinde günahlarından temizlenenler nimet yurduna, temizlenmeyenler ise Cehennem’e gider. Meşhur Abbâsî komutanı Ebû Müslim el-Horasanî’nin de tenasühe inandığı rivayet edilir.1

   Karmatiler, batınîlerin bir kısmı, Nusayriyye ve Dürzîler de tenasühe inanırlar. Nusayrîlere göre, Müslüman, Hristiyan ve Yahûdiler gibi Nusayrî olmayanların ruhları, eşek ve köpek gibi hayvanların cesetlerine girer. Ali’ye inanan gerçek Nusayrîlerin ruhları hareket yoluyla yıldızlar haline dönüşerek nurlar âlemine yükselirler. Dürzîler ahiretle ilgili cezâ, mükafât, cennet ve cehennemin bu dünyada olduğuna inanırlar.2

   Dürzîlere göre akıl ile nefs cevherdir; ceset bir araz ve gömlektir. Nefsler, bir gömlekten diğer bir gömleğe intikat eder. Ölmek, gömlek değiştirmek ve kalıptan diğer bir kalıba girmektir. Ölmek yok, göçmek var. İnsan gömlek değiştirir durur. Mahlukatın sayısı her zamanda, her mekânda birdir, ne artar ne eksilir…3

   Mutezile’den Tenasuhiyye ve diğer bazıları tenasuhu isbat etmek için Kur’an-ı Kerim’den şu ayeti delil getirmek istemişlerdir: “Yerde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş hariç olmamak üzere hepsi sizin emsaliniz, benzerleriniz olan ümmetlerdir…”4 Bu sapık fırkalar bu ayeti delil getirirken şöyle demişlerdir: “İnsanlar temiz ahlâk, doğru bilgi gibi özelliklere sahip iseler, ruhları meleklerin bedenlerine kadar nakledilir. Bazen de meleklere karışırlar. Ama şakî, câhil ve âsî olurlarsa, günahlarına göre çeşitli hayvanların bedenlerine naklonulurlar. Çünkü ayetteki “emsal” sözü zatî yani öze ait sıfatların hepsinde musâvatın, eşitliğin sonucunu gerektirir. Musavatın husülünde, gelip geçici sıfatların varlığına itibar edilmez. Sonra, hayvanların ruhlarının Rab’lerini bildiklerini, kendilerinde meydana gelen saadet ve şekavetlerini tanıdıklarını ve ALLAH’ın da onlara kendi cinslerinden peygamberler gönderdiğini iddia etmişler ve şöyle demişlerdir:

   “Madem ki onlar da bizim gibi ümmetlerdir. ALLAH da “Hiç bir ümmet yok ki aralarında bir nezîr (peygamber) gelip geçmemiş olsun”5 buyuruyor.

   Tenasühün aksini savunanlar ise şöyle derler: En’âm sûresi, 38. ayet-i kerimede geçen “Emsâlüküm = sizin benzerleriniz”: Hayvanlar, yaratılışta, beslenme, rızıklarını arama, nesillerini devam ettirme, tehlike-lerden korunma ve ölümde size benzerler demektir. Yani onlar da can ve nefis sahibi olup hayatlarını ve cinslerini devam ettirmede insanlara benzerler demektir. Tenasühçülerin zikrettiklerini ispata delâlet eden bir şey yoktur.6

   Hayvanlara, insana verilen ruh yani nefs-i natıka verilmiştir. Sorumluluk hissi taşıyan bu ruh yalnız insana verilmiştir. Hayvanlar mükellef tutulmamışlardır. “Sonra onu düzeltip tamamladı ve ona yani Âdem’e ruhundan üfürdü”7

   Tenasuhiyyeden olan eski filozoflara göre, ruhlar kemale erişip cismânî alakaların hepsinden temizlenince, bedenlerden sıyrılmış olarak kalır, kurtulur ve kudsî âleme varırlar. Fakat bilkuvve kemâlâtı eksik kalan ruhlar, insanlık bedenlerini dolaşırlar, ahlakî ve ilmî hususta kemâle varıp nihayete erişinceye kadar bir bedenden diğer bir bedene intikal ederler. Kemalini tamamlayınca da bedenlere taalluk etmekten mücerred kalırlar. Ruhların bu intikaline nesh derler. Buna göre ruh, bazen insan bedeninden vasıflarına münasip hayvan bedenine iner. Şücâ yani cesur kimsenin ruhunun aslan bedenine, korkak kimsenin ruhunun tavşan bedenine girmesi gibi. Ruhun bu şekilde intikaline mesh denir. Ruhlar bazen de bitkilerin cisimlerine girerler, buna da resh derler. Ruhlar bazen maden ve basit şeyler gibi cemadata cansız maddelere ait kalıplara girerler. Buna da fesh denir.

   Ruhların tenâzülâtı yani kalıplara inerek girmesi onlara verilen ukubât, cezalar mertebeleridir. İnsan ruhu, bir mertebeden daha kâmil mertebeye çıkınca, sıfatlarının hepsinde kemâle erdiğinden dolayı bedenlerden kurtulur, akıllar âlemi ile birleşir. Ruhlardan tam kâmil olmayıp mutevassıt olanlar, kemâle ermeye ihtiyaçları kaldığı için semâvi varlıklar ile bitişir: Nakıs olan ruhlar da karanlık ve kirlerden kurtuluncaya kadar, kendi durumları ile münasip hayvan bedenlerine intikal eder dururlar.8

Reenkarnasyonun Dinimizde (OLMAYAN) Yeri
   İslami açıdan reenkarnasyon kuramının doğruluğunu savunan kişilerce delil olarak gösterilen Kur’an-ı Kerim’in Bakara suresinin 28 ile Mü’min suresinin 11. ayet-i kerimeleri reenkarnasyonu açıkça reddetmektedir. Her iki ayet-i kerimede de “iki ölüm ve iki dirilmeden” söz edilmektedir. İki ölümden birincisi: Kişinin ana rahmi kanalıyla dünyaya gelmeden önceki durumudur. Bu sperm hali veya ilk misaktan sonraki süredeki insanın yokluk halidir. Doğumla birinci hayat başlar, dünyaya geldikten sonra ölmek ise ikinci ölümdür. Ahiret hayatı da ikinci hayattır. Ahiret hayatı ikinci dirilmeyle başlayıp ölümsüz olarak ebediyen devam edip gidecektir. Kur’an’ın bütünlüğü içinde mesele ele alındığında; dünya hayatına tekrar dönüşün olmayacağı, hiç şüpheye mahal olmayacak derecede ortaya çıkmaktadır.

   “Ahiret inancına halel getirmemek kaydıyla Kur’an’da reenkarnasyon vardır” gibi iddialarda bulunmanın ahiret inancını dolaylı olarak reddetmek anlamını taşımaktadır. “Kur’an-ı Kerim’de reenkarnasyon saçmalığına yer yoktur.”

   Ruh göçü inancı, Hindistan ve Çin’in büyük bir bölümü başta olmak üzere, dünyanın bazı bölgelerinde varlığını sürdürmektedir. Bu inanca sahip olanlara göre, ruhun bir defa dünyaya gelmesiyle, evreni tanıması mümkün değildir. Bunun için, bir beden ölünce ruhu, başka bir bedene geçer. Bu yeni bedende ruh öncekine oranla daha da olgunlaşır. Söz konusu intikal her ömrün sonunda başka bedende ve varlıkta gerçekleşebilir. Nitekim su, bulut ve gök gürültüsüne dönüşüyor. Yumurta kuş biçimine geliyor. Palamut, meşe ağacı oluyor. Odun ateş ve kül hâlini alıyor.

   Tenasüh inancı İslâm’la bağdaşmaz. İslâm inancına göre ruh, ezelî olmayıp sonradan yaratılmıştır. O, bedenin tamamlayıcısıdır. Ölümle bedenden ayrılan ruh, tekrar başka bedenlerle dünyaya gelmeyecek, ahirette beden yeniden yaratılınca, ruh tekrar ona iade edilecektir. Dolayısıyla dünyadaki ameline göre, mükâfat veya cezaya muhatap olacaktır. Kur’ân’da ruh göçünün olmadığı kesin olarak ifade edilmektedir: “Nihayet onlardan birine ölüm gelince: ‘Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım’ der. Hayır! bu sadece onun söylediği boş bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar devam edecek, dönmelerine engel bir berzah yani perde vardır.”9

   Genellikle Tenasuh ehli, cismanî meâdi ve ba’si inkâr ederler. Tenasühe inanmak imanla ve özellikle ahiret inancı ile bağdaşmaz.

   Bir insan bu dünyada yaptıklarından sorumludur. Sorumlulukta ruhun bedeninin de payı vardır. Her bir insan bedeninin bir ruhu ve bir ruhunda tek bir bedeni vardır. Bir insanın ruhu sadece kendisine mahsus bedenini ve nefsini idare edip yönlendirir. Ruh sadece kendisine mahsus tek bir beden ve bedenin canı (nefsi) ile iyi vasıflar (kemâlât) veya kötü vasıflar kazanır.

   Tenasuhe inanılmakla tek bir insan ayrı ayrı pek çok sayıda hayvan ve insan olarak kabul edilmiş olunur ki bu da muhaldir. Bu inanca göre bir insan ruhunun yüzlerce bedeni olmuş olur. Hâlbuki ahirette her bir insanın bedeni diriltilecek ve ruhu buna iade edilecektir. Meselâ bir insan ruhu 100 tane insan cesedine girmiş olsa, gerçekte bu cesetlerin tek bir ruhu bulunur, diğerleri ruhsuz kalmış oldukları için diriltilmez. Hepsi diriltilse, biri ruhlu olarak diğerleri ruhsuz olarak diriltilmiş olur. Ruhsuz beden ise insan değildir. İnsan kendisine ait ruhuyla insandır. Tenasüh inancına göre bir insanın bedeni dünyada iken yüzlerce defa diriltilmiş sayılır. Hâlbuki ayrı ayrı insanların bedenleri hiçbirisi eksik bırakılmaksızın ahirette diriltilecek ve ruhları bunlara iade olunacaktır. Ahirette insan bedenlerinin aynen dünyadakilerinin tam benzeri olarak diriltilmiş ve ruhları bunlara iade edilmesi gerçeği, ruhun beden ve nefsiyle beraber tekliğine delildir.

   Gerçek şudur ki, bir insanın bedeni, dünyada hücrelerinin yenilenmesiyle değişse de yine aynı o insanın ruhuna ait beden olarak kalacak, öldükten sonra ahirette ilm-i ilahîde bütün özellikleriyle mahfuz planına göre (DNA=Deoksiribonükleik asidine göre) bu beden aynen iade edilecektir. Cesetlerin de sorumluluktan payı olduğu için bunun planı olan DNA’sı dağılmış bile olsa, ALLAH bunu aynen iade edecek ve bundan eski bedeni aynen yaratacaktır. Ahirette hiç bir kimse, “İade edilen bu beden benim bedenim değildir, veya o suçu işleyen falan kimse ve bedenidir” diyerek imanla bağdaşmayan bir söz söylemeyecektir. Hayvanlarda can (nefs) vardır ve nefsi natıka denilen insanı ruh yoktur. İnsan ruhu, bir hayvan bedenine nakledilmek şöyle dursun, başka bir insanın bedenine de nakledilemez. Hatta ileride bir insanın beynini başka bir insanın kafatasına nakletmek mümkün olsa, ruhunu nakletmek imkânsızdır.

   Ayrıca tenasüh inancı, ruhların ezeli olduğunu kabul etmek gibi bir yanlışlığa götürür. Halbuki Cenab-ı ALLAH’tan başka her şey hâdis yani sonradan yaratılmıştır.

   İnsanlar ölünce iyi kimselerin ruhları illiyîn’e kötü kimselerin ruhları ise Siccîn’e gidecektir. İnsan ölünce, sevap ve günah kazanma ameli kesilecektir. Ancak ölenlerin kabir de azaplandırılmaları veya nimetlendirilmeleri için ruhlarının cesetlerinin aslı cüzlerine bir çeşit taaluku olacaktır.

   Tenasuhün batıl olduğuna kat’î olarak delalet eden naklî delillerden birisi de su ayetlerdir: “Nihâyet onlardan her birine (her bir insana) ölüm gelip çatınca şöyle diyecektir: ‘Rabb’im beni dünyaya geri gönder. Ta ki ben kaybettiğim ömrüm karşılığında iyi amel ve hareketlerde bulunayım. ‘ Hayır, aslâ. Onun söylediği bu söz Şüphesiz boş laftan ibarettir. Önlerinde ise diriltilip kaldırılacakları güne kadar, (dünyaya döndürülmelerine) bir engel vardır”10

dipnot

(1) el-Bağdadi, a.g.e., 273, 276; Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, 61-62
(2) E. Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadî İslâm Mezhebleri, 186, 200
(3) İzmirli İsmail Hakkı, Dürzî Mezhebi, Daru’l Fûnün İlahiyat Fak. Mecmuası, İstanbul 1926 Ağustos, 180
(4) En’âm sûresi:38
(5) Fâtır sûresi:24
(6) Fahreddirı Razî, Mefâtihu’l-gayb, 4/57
(7) Secde sûresi:9
(8) Tehânevî, Keşşâfü İstilahâti’l-Fünün. Kalkuta 1862; Seyyid Şerif Cûrcâni, Şerhu’l- Mevakıf, İstanbul 1239, 1239, 583)
(9) Mü’minûn sûresi: 99-100
(10) Mü’minûn sûresi:99- 100

PAYLAŞ