Rızkı veren Allah'tır

Yüce Allah buyuruyor:
   Kuşkusuz er-Rezzâk (rızık veren), güç ve kudret sahibi olan ancak Allah’tır. (Zâriyât, 58)
   Esmâ-i Hüsnâ’dan olan er-Rezzâk, mübâlâğa vezninde bütün canlıların rızkını veren demektir. Ana karnındaki yavruları, yuvadaki yavru kuşlar ve yatağa bağımlı kimsesiz garip hastaları gören, bilen, gözeten ve rızıklarını veren Allah (c.c.), kuşkusuz bütün canlı varlıkların rızkını verir. Çünkü O sonsuz, sınırsız güç ve kudret sahibidir.
Rızık nedir?
   Nurdan yaratılan ve madde ötesi ruhsal varlıklar olan meleklerin rızkı, doğal olarak madde ötesi mânevî enerji (mânevî feyizler) ve ruhsal zevklerdir. Bu nedenle bizim havayı soluduğumuz gibi melekler de sürekli Allah’ı (c.c.) hamd ile tesbih eder, “Sübhânallahi ve bi-hamdihi” der ve bundan aldıkları mânevî enerji ve ruhsal zevklerle yaşarlar.
   Madde âlemindeki katı, sıvı ve gaz halindeki atomlardan yaratılan insanların ve diğer canlıların rızkı da doğal olarak yine yaratıldıkları maddelerdir. Yani Yüce Allah’ın koymuş olduğu kimyasal ve fiziksel işlemler sonucu bitkisel ürünlere dönüşen katı, sıvı ve gaz halindeki atomlardır. Dünyayı, ayı, güneşi, yıldızları ve galaksileri yaratıp yörüngelerine oturtan, evrensel dengeyi kuran ve onları çekim kanununa boyun eğdiren Allah (c.c.), Yerdeki ve gökteki katı, sıvı ve gaz halindeki atomları da kimya, fizik ve biyoloji kanunlarına boyun eğdiriyor, dilediği an onları çeşitli bitkisel ürünlere dönüştürüyor ve canlıların damak tatlarıyla uyumlu rızıklar yaratıyor.
   İşte er-Rezzâk olan Allah’ın (c.c.), bizim için yaratmış olduğu gıdaların mide ve bağırsaklarda sindirildikten sonra emilip dokularda kullanılacak hâle gelenlerine rızık denir.
   Mide ve bağırsaklarda sindirilmeden çürüyüp mayalanan, karaciğerde, kanda, safra kesesinde ve diğer organlarda depolanan zehirli ve asitli atıklar ise rızık değil dert ve hastalıktır.
Rızık konusu evrensel boyutlarda bir olay mı?
Yüce Allah buyuruyor:
(Ya Muhammed!) De ki: Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? (Yûnus, 31)
   Çayırdaki otların bitmesi, kırdaki çiçeklerin açması, yağmurların yağması, rüzgârların esmesi ve denizlerin dalgalanması gibi olaylar evrensel boyutlarda olduğu gibi rızık konusu da dünyayı aşan evrensel boyutlarda bir olaydır.
   Bütün âlemlerin Rabbi olan Allah (c.c.), madde ötesi âlemlerde her şeyi sadece bir kûn (ol) emri ile bir anda yaratır ve yarattığı her şey aradan milyarlarca yıl geçse de hep aynı halde kalır.
   Madde âlemini yani katı, sıvı ve gaz halindeki atomları birbirine bağımlı ve birbirini etkileyici zincirleme sebepler kuralı doğrultusunda yaratan ve bu kurallar doğrultusunda yöneten Allah (c.c.), rızık konusunu da aynı kurallar doğrultusunda yönettiğinden…
   Öncelikle “çevrim kanunu” ile denizleri güneş enerjisi ile ısıtıp buharlaştırıyor ve havadan hafif olan su buharını atmosferde depoluyor. Sonra dilediği an atmosferdeki hava akımları (rüzgârlar) ile su buharlarını bir araya toplayıp yoğunlaştırıyor ve onları yağmur bulutlarına dönüştürüyor.
   Ancak yağmur bulutlarının tekrar aynı denizlere değil de başka bölgelere de taşınması ve özellikle ormanların, yaylaların, ovaların, tarlaların, bağların ve bahçelerin sulanması gerektiğinden,
   Göklerin ve yerin tek egemeni olan Allah (c.c.) güneş enerjisini dengeleyip, atmosferde karşılıklı alçak ve yüksek basınçlar oluşturuyor ve hava yüksek basınçtan alçak basınca doğru hızla hareket ederken, yağmur yüklü bulutları da Allah’ın (c.c.) takdir ettiği yönlere sevkediyor. Ayrıca Allah (c.c.) dilediği an, negatif ve pozitif elektrik yüklü bulutları zıt kutuplar halinde karşı karşıya getiriyor ve zıt kutupların birbirine boşanması ile ortaya çıkan yüksek enerjinin etkisi (şimşeklerin çakması) ile atmosferi derhal doğal “nükleer enerji santralına” dönüştürüyor.
   Atmosfer “nükleer enerji santralına” dönüşünce ve faaliyete başlayınca, öncelikle havadaki azot gazları parçalanıp ve oksijen gazları ile kimyaca birleşip azot monoksit gazına dönüşür. Bu gaz havada serbest halde kalamadığından tekrar oksijen gazı ile birleşir ve azot dioksid’e dönüşür. Bunun dışında daha pek çok karmaşık kimyasal ve biyolojik işlemler olur ve bu işlemler sonucu çeşitli gazlar ve su buharı kimyaca parçalanıp ve başka gazlarla birleşip yağmurla birlikte yeryüzüne iner.
   Yeryüzüne inen bu çeşitli gazlar ve kimyasal tuzlar topraktaki elementlerle birleşip doğal gübre (bitkilere mama) olur ve ardından insanlar ve hayvanlar için çeşitli rızıklar topraktan fışkırır.
Yüce Allah buyuruyor.
Yeryüzünde hareket eden her canlının rızkı, ancak Allah’a aittir. (Hûd, 6)
Bu açık gerçekler karşısında cân-ı gönülden inanıyor ve îman ediyoruz ki, bakterilerden fillere ve denizdeki balıklardan havada uçan kuşlara kadar bütün canlıların rızkı sadece Allah’a (c.c.) aittir. Çünkü O’ndan başka hiç kimsenin göklere, yere, güneşe ve atmosfere sözü geçmez ve gücü yetmez.
Yüce Allah buyuruyor:
   Allah kullarından dilediğine bol rızık verir, dilediğine de daraltır. (Çünkü) Allah kesinlikle her şeyi bilendir. (Ankebût, 62)
   Hiç kuşku yok, rızkı bollaştırmak da, daraltmak da sadece Allah’a aittir. Çünkü Allah (c.c.) kime bol rızık verirse, o kimseye gereken imkânı, iştahı ve sindirim kolaylığını da verir. Kimin de rızkını daraltırsa, o kimseye gereken imkânı vermez, iştahını keser ve sindirim sisteminde zorluklar verir.
   Osmanlı Padişahlarından İkinci Sultan Mahmud bir kişiye çok ikramlar yapmış ve çok altınlar vermiş ama o kişi saf olduğundan bunlardan yararlanamamış. Bunun üzerine Sultan Mahmud, “Vermezse Ma’bûd (Allah), neylesin Mahmud” demiş.
   Gerçekten öyledir. Çünkü nice zengin kimseler vardır ki, iki kaşık et suyunu yalvara yalvara çocuğuna zorla içirir. Nice fakir çocukları da vardır ki kuru ekmeği iki avucuna alıp iştahla yer ve zenginin çocuğu gibi doktor kontrolünde olmadığı halde ondan daha sağlıklı olur.
   Atalarımız “Allah’ın hikmetinden sual olunmaz” ve “Kul ile Allah arasına
girilmez” demişler. Bizim görevimiz Allah’ın (c.c.) işine karışmak değil, bize verdiği rızka razı olup şükretmektir.
Rızık ve servet
   Rızık ile servet farklı şeylerdir ve biri diğerine bağlı değildir. Çünkü servet sahibi öyle zenginler vardır ki, yağsız-tuzsuz haşlama patatesten başka hiçbir şey yiyemez. Öyle fakirler de vardır ki, yarım tencere kuru fasulyeyi bir öğünde yer ve ardından da doyasıya tuzlu ayranı içer.
   Yüksek tansiyon, şeker, kalp yetmezliği, damar sertliği ve mide ülseri gibi rahatsızlıklar rızkı kısıtlayan değil, gerçekte Allah’ın (c.c.) takdir ettiği rızkı dengeleyen sebeplerdir.
Yüce Allah buyuruyor:
   Nice canlı (varlıklar) var ki, rızkını (yanında) taşımıyor. Onlara da size de rızkı veren Allah’tır. O her şeyi işitendir, bilendir. (Ankebût, 60)
   Bizler beş-on km. uzaklıktaki bir pikniğe gideceğimiz zaman, önceden hazırlığımızı yapar ve yanımızda çeşitli yiyecekleri götürürüz ama yine de eyvah şunu şunu unuttuk diye hüzünleniriz.
   Ya göçebe kuşları? Yüzlerce km. uzaklıktaki yolculuğa çıkacakları zaman önceden bir hazırlık yapıyorlar mı? Ya da yanlarında bir avuç buğday ile bir şişecik su götürüyorlar mı?
Rızık konusunda insanın farklı özelliği
Yüce Allah buyuruyor:
   Andolsun ki, biz Âdemoğlunu (insanı) saygın, üstün kıldık. Karada ve denizde taşıtlara bindirdik, onları en temiz gıdalarla rızıklandırdık ve yarattığımız varlıkların çoğundan üstün kıldık. (İsrâ, 70)
   Nurdan yaratılan ve milyarlarca yıl ibâdet eden meleklerin Hz. Âdem’in kişiliğinde insana saygı yapması, insanın Allah katındaki değerinin açık göstergesidir.
   Hayvanların bir kısmı dört ayağı, bir kısmı iki ayağı üzerinde ve bir kısmı da yerde sürünerek yürürken, ilkçağda yaşayan insanlar bile karada deve, at, katır ve merkeplerin üzerinde, dere ve göllerde de ağaç kütüklerini birbirine bağlayıp ilkel sandalların üzerinde yolculuk yapmışlar. Ahırlarda bağlı hayvanlar dışarı çıkıp bir tur atamazken ve sürekli aynı yemi yerken, tavuklar çöplüklerde, ördekler bataklıklarda, kediler, köpekler çöp bidonlarında rızkını ararken, etçil hayvanlar da yakaladıkları avlarını ya da buldukları kokuşmuş kanlı leşleri çiğ çiğ yerken!..
   İnsanlar gıdaların en temizini, en lezzetlisini ve en güzelini bıçakla kesip doğradıktan ve yıkayıp pişirdikten sonra, tertemiz tabaklarda âfiyetle yemektedir.
Peki, bunun bir bedeli yok mu?
Yüce Allah buyuruyor:
   Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetlerimi) arttırırım. Eğer nankörlük
ederseniz, hiç şüphesiz azabım da çetindir. (İbrahim, 7)
   İşte bunun bedeli şükürdür. Kim Allah’ın verdiği nimetleri yiyip Allah’a şükür ve itaat ederse, elbette Allah (c.c.) o kimseye daha fazlasını verir ve o kimse malının hayrını görür.
   Kim de Allah’ın nimetlerini yiyip şükür yerine nankörlük ve itaat yerine isyan eder (günah işler) se, kuşkusuz Allah (c.c.) verdiği nimetleri geri alır ve o kimse nankörlüğünün cezasını çeker.
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
   Rızkının bol ve ömrünün uzun (bereketli, yararlı) olmasını isteyen, akrabaları ile ilgilensin (onları gözetsin). (Buhârî-Müslim)
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
Ecel insanı aradığı (ve bulduğu) gibi rızık insanı daha şiddetli arar (ve bulur). (Menâvî)
   Ecel, hedefini şaşırıp yanlışlıkla başkasına konmadığı gibi rızık da kesinlikle hedefini şaşırıp başkasına konmaz, yani hiç kimse başkasının rızkını yiyemez.
Yüce Allah buyuruyor:
Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona
hiç beklemediği yerden rızık verir. (Talâk, 2-3)
   Kim Allah’tan korkup günahlardan sakınır ve emirlerini yerine getirirse, daraldığı zaman Allah (c.c.) ona mutlaka bir çıkış yolu lütfeder ve onu hiç tahmin etmediği yerlerden rızıklandırır.
www.ihvanlar.net – Ahmet Tomor Hoca

PAYLAŞ