Büyük günah işleyenlerin Ehli Sünnete göre durumu

       İmam-ı Maturidi’ye Göre Büyük Günah İşleyen Kimsenin İmâni Durumu
Kullarına ‘’ Gaffar Rahim ve Tevvab ‘’ sıfatlarıyla tecelli eden Allah (c.c) a hamd-u senalar olsun. 
  Şefaatim ‘’ Ehli kebair ‘’ için buyuran ve Alemlere Rahmet olarak gönderilen Fahri Kainat Efendimize salat olsun.
  Müslümanları herzaman mümin görüp onları tekfir etmekten sakınan sahabe ve onlara tabi olan ‘’fırka-i naciye’’ üzerine selam olsun.
Günah Farsça bir kelime olup sözlükte ‘’suç’’ anlamına gelir. Dini bir kavram olarak İlahi emir ve yasaklara aykırı fiil ve davranış anlamında kullanılır. Kur’an ve hadislerde günah kavramını ifade eden birçok kelime vardır. Bunlardan genel anlamıyla günah yerine kullanılanlar ism, zenb, vizr, cünah ve hub kelimeleridir.
Büyük günah ‘’kebire’’ kavramı olarak zikredilir. Ayet ve hadislerde hakkında tehdir edici bir nass bulunan işleyenin dünyada veya ahirette ceza almasına sebep olan fiiller ile, ayet ve hadislerde belirtilmeyip fesadı (bireysel ve toplumsal zararı ) onlar seviyesinde bulunan davranış ve fiillerdir. Büyük günahların en büyüğü ve affedilmez olanı Allah’a ortak koşmak ve küfürdür. Hadislerde farklı rivayetler söz konusu olduğu için büyük günahların sayısı hakkında ulema-i kiram arasında ihtilaf zuhur etmiştir. Hafız Zehebi’nin ‘’ Kitabü’l Keba’ir’inde günahların sayısının 70’e, Heytemi’nin ez-Zevacir’an iktirafı’l keba’ir’inde 467 rakamına vadığı görülür.
Büyük günah (el- Murtekibu’l kebire) meselesi özellikle Cemel ve Sıffın savaşlarında Müslüman toplumu oluşturan bireylerin birbirlerini öldürmeleri sonralarında ortaya çıkan bir problemdir.Hariciler bu noktada hem savaşlarda birbirlerini öldüren Müslümanların hem de hakem olayına karışanların büyük günah işlediklerinden kafir diye itham etmişlerdir.  Mutezile ekolubu konuda el-menziletu beyn’el menzileteyn görüşünü savunurken Ehli sünnet bir bütün olarak büyük günah işleyen kimsenin kafir değil, Müslüman olduğunu bu dünyada işlediği günahtan dolayı kendisine kafir muamelesi yapılamayacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Onlara göre ahiretteki durumu da Allah’a kalmıştır; Allah dilerse onu affeder dilerse de yaptığı günahın karşılığı olarak onu cezalandırır.
İslam alimleri günahların dindeki konumu ve günah işleyenlerin dini durumunun belirlenmesi hakkında çeşitli fikirler beyan etmiştir.
Bir grup, günahların hepsini kişiyi imandan çıkarma konusunda aynı statü içinde mutalaa etmiştir.Bu alimlerin delilleri ‘’ Kim Allah’a ve Resulu’ne karşı isyan ederse ve İlahi sınırları aşarsa, Allah, devamlı kılacağı bir ateşe sokar; onun için alçaltıcı bir azap vardır’’ (Nisa 14.) gibi ayetleri delil almışlardır.
Bir zümre de günahkarı kafir değil müşrik diye nitelemektedir, çünkü o, bu konuma sözle değil fiilen girmiştir. Allah Teala ‘’ Artık Rabbine kavuşmayı arzu eden kimse iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir kimseyi ortak koşmasın’’ ( Kehf 110.) buyurmuştur. Bu ayette Cenab-ı Hak amel yoluyla da şirk oluşabileceğini beyan etmiştir.
Büyük günah işleyen kişinin dinî statüsü konusunda da farklı görüşler ileri sürülmüştür. 1. Hâricîler’in anlayışına göre mürtekib-i kebîre tövbe etmediği takdirde dünyada ve âhirette kâfir olarak muamele görür. Çünkü Kur’an’da böylelerinin kâfirlere verilen azaba mâruz kalacağı bildirilmiştir (en-Nisâ 4/14, 123; el-Ahzâb 33/57; Mâtürîdî, s. 323-330). 2. Mürtekib-i kebîre Mürcie’ye göre günahlaından dolayı zarar görmez ve âhirette cehenneme girmez. Yaptıkları iyilikler kâfirlere fayda vermediğine göre işledikleri günahların da müminlere zarar vermemesi gerekir. Bu hüküm sadece aklen değil naklen de doğrudur. Zira Kur’an’da cehenneme dinî gerçekleri yalanlayanların gireceği ve Allah’ın şirk dışındaki günahları bağışlayacağı haber verilmiştir (en-Nisâ 4/48; el-Leyl 92/15-16; Mâtürîdî, s. 342-346; Şehristânî, I, 140). 3. Büyük günah işleyen kişi imandan çıkar, fakat küfre girmeyip imanla küfür arasında bir yerde (el-menzile beyne’l-menzileteyn) bulunur. Tövbe ettiği takdirde iman dairesine döner, tövbe etmeden ölürse kâfir muamelesi görür. Çünkü Kur’an’da mümini kasten öldüren kimsenin ebedî olarak cehennemde kalacağı bildirilmiş (en-Nisâ 4/93), ayrıca miras hükümlerinin açıklandığı âyetlerin sonunda mirasla ilgili olarak belirlenen ilâhî sınırları aşan kimselerin de ebediyen cehennemde kalacağı belirtilmiştir (en-Nisâ 4/14). Mu‘tezile kelâmcıları bu görüşü benimsemiştir (Mâtürîdî, s. 348; Kādî Abdülcebbâr, s. 657-660). 4. Büyük günah kişiyi isyan ve fıska sevkederse de bu durumdaki bir mümini mutlak mânada fâsık ve fâcir olarak nitelemek mümkün değildir. Zira imanın mahiyeti Allah’ın varlığını, birliğini ve Hz. Muhammed aracılığıyla gönderdiği vahiyleri kalben tasdik etmekten ibaret olup amel imanın bir parçası değildir. Kişi ilâhî emre aykırı bir davranışta bulunurken de imanını devam ettirmektedir. Nitekim imanla ameli bir arada zikreden âyetlerde bu iki kavramı gramer açısından birbirine bağlayan atıf ve şart edatları imanla amelin ayrı şeyler olduğuna işaret etmektedir (el-Bakara 2/25; en-Nisâ 4/124). Ayrıca adam öldürmek gibi bir büyük günahı işleyenlerin kısas cezasına çarptırıldığı bildirilirken bunu yapanlardan “müminler” diye bahsedilmiş ve onlardan iman vasfı kaldırılmamıştır (el-Bakara 2/178; el-Hucurât 49/9). Aklî açıdan da mürtekib-i kebîre mümin kabul edilmelidir. Böyle bir insan ilâhî emre karşı çıkmayı helâl telakki etmez aksine gaflet, kötü alışkanlık, nefsânî arzular, aşırı öfke vb. sebeplerle bu fiili işler, fakat her zaman affedileceği ümidini taşır. Mâtürîdiyye ve Eş‘ariyye kelâmcıları bu görüştedir (Mâtürîdî, s. 329-334; Ebû Abdullah el-Halîmî, I, 409). Selefiyye âlimleri, mürtekib-i kebîreyi fâsık diye nitelendirmekle birlikte onun dünyevî ve uhrevî konumunu Ehl-i sünnet kelâmcıları gibi değerlendirir (Ebû Bekir el-Hallâl, s. 583-608; Şerĥu’l-ǾAķīdeti’ŧ-Ŧaĥâviyye, s. 295-334).
Günahların bir kısmının büyük, bir kısmının küçük olduğuna ve büyük günahların naslarda dünyevî veya uhrevî ceza öngörülen fiillerden ibaret bulunduğuna ilişkin görüş isabetli görünmektedir. Büyük günah işleyen kişinin dinî statüsü konusunda Hâricîler’le Mürcie ve Mu‘tezile’nin görüşlerinin naslarla uzlaştırılması mümkün değildir. Hem Sünnî kelâmcıları hem de Selefiyye âlimleri büyük günah sahibinin dinden çıkmadığı kanaatini taşımakta, dünyevî cezanın yanı sıra tövbe yoluyla da günahtan kurtulma imkânı bulunduğunu kabul etmektedir. Bu yaklaşım naslara ve akla daha uygundur.
Küçük ve büyük günahlar hakkında farklı görüşlerden sonra İ.Maturidi kendi kanaatlerini delilleriyle birlikte zikredecektir.
Küçük veya büyük günah işleyen kimseye gerçek manada küfür veya şirk kavramını nisbet etmeyi engelleyen birkaç husus vardır. Bunlardan biri, Allah-u Teala’nın, Peygamberi’ne hem kendisinin hem de kadın ve erkek müminlerin günahları için istigfarda bulunmasını emretmiştir. ( Muhammed-19.) Oysaki günahkar müminlerde küfür veya şirk niteliği mevcutken onların bağışlanması yolunda dilekte bulunulmasının emredilmesi ihtimal dahilinde değildir. Buna mani olan ayetlerden biri şöyledir: ‘’ Allah’a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygamber’e yaraşır ne de inanlara’’ (Tevbe 113.)  Şüphe yokki onlardan zail olmuş iman adıyla af dilemesini emretmesi imkan dahilinde değildir.
Allah-u Teala bağışlamayacağı günahlar hakkında, ‘’Onlar için magfiret dilesen de dilemesen de birdir’’ (Munafıkun 6) buyurmuştur. Buna mukabil O, Ey müminler ! Hepiniz Allah’a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.(nur-31) buyurmak suretiyle insanlara imanın mevcudiyetiyle birlikte tövbe etmeyi gerekli kılmış ve tövbe yoluyla kendilerini bağışlayacağını haber vermiştir.Bu ayetler sebebiyle İmanın mevcut olup kişiyi kafir etmediğini anlamaktayız.
Küçük günahlar sebebiyle dahi Müminleri tekfir eden Haricilerin telakkisini reddeden bir husus da Peygamberlerde (zelle) velilerde küçük günah türü fiilleri işlemiş olmalarıdır. Bu durumda Nubuvvet ve Velayet ıskat olacaktır. Dini konularda hüküm verirken Allah’ın çizdiği sınırların dışına çıkan ve O’nun dininde aşırılığa kaçan kimsenin akıbeti işte budur: Mahvoluşunun, kendince kurtuluş vesilelerinin en ümit verici olanının içinde bulunması.
Küçük günahları küfür veya şirk kabul etmek yahut da onların cezası olarak cehenneme ebedi kalışı önermek kabul görmeyecek bir telakkidir. Çünkü hiçbir günah veya zelle tövbesiz Allah’ın bağışlayacağı dairesine girmeyeceğinden- Cenab’ı Hak’kın Afuv, Gafur, Rahim diye vasıflandırılmasını gündemden düşürmektedir.Küçük günahlardan ve sürçmelerden uzak kalabilen hiçbir insan mevcut değildir. Bu durumda küçük günahları abartan kimsenin bu telakkisinde güç yetirilemeyecek  şeyle mükellef tutma problemi de bulunmaktadır. Böyle durumda Allah’tan ümit kesilmiş olacaktır ki, halbuki Allah bunun delalet ve kufur olduğunu haber vermiştir. (Yusuf 87)
Mürtekib-i kebire Allah’ın kafirlere nisbet ettiği, fısk, fucur ve zulum gibi kavramlarla da isimlendirilmiş, bu sebeple küfür onun bir vasfı olmuştur. Yine İlahi kalemin dünya ve ahiretteki konumunu belirlediği insan türünü Cenab-ı Hak ikiye ayırmış ve şöyle buyurmuştur. ‘’ Sizi yaratan O’dur, kiminiz kafir kiminiz Mümindir’’ (Tegabun 2.) bu ayetlerle Cenabı Hak bütün insanları ikiye ayırmıştır ve artık bunun üçüncüsü yoktur.
Allah Teala rahmet-i İlahiyyeden sadece kafirlerin ümit kestiğini beyan etmiştir. Şuda belirtilmek gerekir ki salt isim ve vasıflar onları taşıyanlara ne bir yarar sağlar ne de herhangi bir zarar getirir. Zarar ve faydalar isimlerin ait bulunduğu gerçek ve mahiyetleridir. Cehennemde ebedi kalış gerçekleşince ister mümin ister kafir olsun isim veya vasfın yararı olmaz.
İslama müntesip bulunan ‘’mutezile ve hariciyye’’ fırkaları günah işleyen müminlere nisbet edilecek vasıflar (esma) konusunda hikmete ters düşen bir sonuca müncer olmuş, yaratılıştan insan türünün gönlüne yerleştirilen ‘’ iman yüceltme ‘’ duygusu’’yla Allah tarafından akıllara telkin edilen ‘’ İslam’ın üstünlüğünü takdir etme’’ düşüncesi yıkılmıştır. Yüce Allah mürtekebei kebireye kendi hükmündeki cezai müeyyideyi nisbet etmekle birlikte şu ayeti kerimede görüldüğü üzere onun iman vasfının devam ettiğini beyan etmiştir: ‘’ Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz ?.. (Saf- 2.3.) Cenabı Hak bu beyanında iman vasfının yanında gazabın mevcudiyetini gerekli kılmış ve bunu, günahın işlememesi durumunda kullanılmayacak bir sitem üslubuyla, ‘’Niçin söylüyorsunuz?’’ şeklinde dile zikretmiştir. Yine Allah (c.c) ‘’ Müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşursa’’ (Hucurat 9.) buyurmuştur. Allah Teala burada  her iki gruba da iman vasfını nisbet etmenin yanında ikisinden birine savaş statüsü çerçevesinde ‘’bağy’’ sıfatını izafe etmiş ve olaya tanık olan müslümanlara saldırganın ilahi hükme rıza göstermesi noktasına kadar saldırıya uğrayana yardım etme görevini yüklemiştir. Eğer bagy eylemi iman dairesinden çıkma anlamına gelseydi böyle bir yerde başka bir anlatımın kullanılması gerekirdi.Yine Allah ‘’ Ey İman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılınmıştır.’’ Buyurmaktadır. Bilindiği üzere kısas sadece kasten adam öldürme durumunda gereklidir. Cenabı Hak bu ayetin baş tarafında muhataplarına iman vasfını nisbet etmiş, aralarındaki insaniyyet ve İslamiyyet kardeşliğin devam ettiğine işaret etmiş ve bu tazminat (fidye) yönteminin ‘’rabbinizden bir hafifletme ve esirgeme’’ olduğunu haber vermiştir. Aynı şekilde hicrete katılmayan müslümanları Rabbimiz iman vasfını izafe etmiştir. Rabbimiz ayetlerinde ‘’ Ey iman edenler! Samimi bir tövbe ile Allah’a yönelin’’ ayeti mucibince iman vasfını ibka etmesinin yanında müminlerin tövbe ile bağışlanıp örtülecek günahlarının bulunduğunu haber vermiştir. Mutezile ve Havaric fırkalarına göre gmümkün değilse de , ayetlerden apaçık bir şekilde anlaşılanın günah işleyenin iman vasfının kaldığıdır.
Bir başka isbat şekli şudur ki ; Allah Teala birçok kulluk görev ve mükellefiyetini iman adına farz kılmış, bunların da birçoğunun helal veya haram oluş hükmünü iman vasfının mevcudiyetine veya ademiyyetine bağlamıştır. Bunun yanında O, mümin olmakla birlikte masiyet işleyen kimseyide aynı statüde tutmuştur. Şu halde günah işleyen kimselerden iman vasfının ortadan kalkmadığı anlaşılmaktadır. Hemen hatırlatılmalıdır ki iman niteliyini kapsayacak bir statünün neden ibaret olduğu hususunun açıklanması daha önce geçmişti, aklı başında olan için daha fazla bir şey söylemeye gerek yoktur. Bir de hadis alimlerinin şefaatin mevcudiyyeti konusundaki icmaı, ayrıca ehli kıbleye mensup ölülerin cenaze namazını kılma, onlar için bağışlanma ve rahmet dileme geleneğinin müslümanlar arasında kuşaktan kuşağa aktarılması da, sahih nakli delilleri yalanlamaya ve hidayet önderlerine muhalefet etmeye vicdanı rıza göstermeyecen bir kimse için önemli delil teşkil eder.
Şu bir gerçektir ki Asr-ı Saadet’ten günümüze kadar, büyük günah işleyen kişi – eğer işlediği günahı helal saymamışsa- mümin olarak kabul edilmiş, böylelerinin cenaze namazları kılınmışi, haklarında dua ve mağfiret dileğinde bulunulmuştur. Kişi Hz. Peygamber’in getirdiklerini bütünüyle tasdik ettiği müddetçe mümin olarak kabul görünür. Küfür de inkar etmek olduğuna göre, iman ile küfrü belirleyen başlıca ayıraç kalbin tasdikidir. Ancak kalbin tasdiki, insanlar tarafından bilinemediğinden ikrar ve ikrarı gösteren dini görevleri yerine getirmek yani amel, kalpteki imanın varlığının göstergesi olarak kabul edilir.
Küfrün en belirgin alameti, farzlığı ve haramlığı kesin delillerle sabit dinin temel esaslarından ( zarurat-ı diniyye) birini ve ya tamamını reddetmek (inkar), onları beğenmemek, önemsememek, değersiz saymak (istihane, istihkar, istihfaf) onlarla alay etmek ( istihza )tir.
Müslüman olduğunu söyleyen bir kimsenin, bu dünya da mü’min olarak kabul edilmesi ve onun İslam toplumundan dışlanmaması gerekir. Çünkü dünyada dış görünüşüne ve ikrara göre işlem yapılır. İçten inanıp inanmadığını tesbit ise ahirette Allah’a mahsustur. Nitekim bir ayeti kerime de ;
‘’Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek   ‘’ Sen mümin değilsin’’demeyin. ‘’ ( Nisa 94.) Peygamber Efendimiz de (S.A.V), imanda ikrarın önemini vurgulamak ve kelimei tevhidi söyleyenin, Müslüman kabul edilmesi gereğine işaret etmek için şöyle buyurmuştur: ‘’İnsanlar ‘ Allah’tan başka Rab yoktur. Muhammed onun elçisidir’ deyinceye kadar kendileriyle savaşmaya emrolundum. Ne zaman bunu söylerlerse kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak dini cezalar bundan müstesnadır. İç yüzlerini hesaba çekmek ise  Allah’a aittir. (Buhari, Cihad,102; İman 17 ; Müslim, İman, 8; Ebu Davud, Cihad’ 104 )
Dil ile ikrar bu derece önemli olduğu için, genellikle iman, kalp ile tasdik dil ile ikrardır’’ şeklinde tanımlanmıştır. Ehli Kebair insanları tekfir etmek son derece büyük bir cürüm olup Ma’azallah tenkit ettiği tekfir kendisine rucu etme durumu söz konusudur. Altını özellikle çizmemiz gereken çok önemli hususlardan biride şudur :                                   Tekfire karar verecek kimsenin, hem kelam ilminde tartışılan problemlerini derinlemesine bilen, hem de fıkıh ve fıkıh usulu inceliklerini kavrayabilen yetkili bir kimse olması gerekir.
Hz. Peygamber’in hayatı incelendiğinde görüleceği gibi, O’nun, belirli grup ve şahısları tekfir ettiği görülmemektedir.. Halbuki Medine döneminde, Müslümanlar arasında munafıkların varlığı bir gerçektir. Kur’anın pek çok yerinde munafıklar, kafirler ve müşrikler yanyana zikredilmekte ve aynı azaba uğratılacakları haber verilmektedir. Vahiy gibi bir bilgi kaynağına sahip olduğu için, kimlerin samimi bir imana sahip oldığunu, kimlerin de munafık olduğunu çok iyi bilen Hz. Peygamber (S.A.V) buna rağmen tekfir etmekten sakınmıştır ve onları İslamlaştırma siyaseti gütmüştür. Hz. Peygamber (S.A.V), ben müslümanım diyeni, munafık dahi olsa, İslam toplumundan dışlamayı, toplumun geleceği açısından uygun bulmamıştır.
İslam dünyasında ilk tekfir hareketi Hariciler ile başlamıştır. Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında geçen Sıffın Savaş’ındam sonra ortaya çıkan bu mezhep, başta Hz. Ali ve Hz. Muaviye olmak üzere bu savaşa katılan herkesi kafir saymıştır. Daha sonra ameli imandan bir cüz olarak kabul eden Hariciler, İslam dünyasında anarşi ve terör tohumlarını atan ilk zümre olmuştur.
Mutezile de büyük günah konusunda Hariciler’den biraz daha yumuşak davranarak, büyük günah işleyenin imandan çıktığını fakat küfre düşmediğini ileri süürmüştür.
Ehli Sünnet kelam alimlerinden başta Maturudi mezhebinin kurucusu olan Ebu Mansur el-Maturudi ve Eşari mezhebinin kurucusu İ.Eşari büyük günah işleyenin kafir değil, günahkar mümin olduğunu söylemişler, tekfir konusunda duyarlı ve temkinli davranmışlardır. Zamanla her mezhebin aşırıları ve muteassıp olanları, diğer grup ve insanları tekfir etmeye başlamışlardır. Ancak Hz. Peygamberin tekfir konusundaki tavsiyelerini göz önünde bulunduran Ehli sünnet uleması, ehli kıbleden olup da, günah işlemiş bulunan bir kimseyi bundan dolayı tekfir etmemeyi,Ehli sünnetin temel prensipleri arasında zikretmişlerdir. Böylelikle onlar, İslam toplumunun birlik ve bütünlüğünü korumaya son derece özen göstermişlerdir.
Büyük günah işleyenlerin şefaatten mahrum olacağına dair görüşler sarf edilmiştir. Şefaat, hakkında muhtelif deliller ileri sürülen önemli konulardan biridir. Şefaat konusunda Kur’ani beyanlar ve Resulullah’tan nakledilen sahih hadisler vardır. Yaygın kanaate ve intikal eden bilgilere göre şefaat ilahi gazap ve cezaya sebep teşkil eden küçük günahlar için söz konusudur., bu tür günahları
Müslüman olduğu bilinen bir kimseyi kafir saymak, fert açısından ağır sonuçlar doğurmasının yanında, toplum hayatında kapatılmayacak yaraların açılmasına, birlik ve bütünlüğün zedelenmesine ve parçalanmasına sebep olur. Bu sepepledir ki İmamı Gazali ‘’Kelime tevhide samimi bir şekilde bağlı kaldıkları ve bu prensiple çelişki oluşturacak bir durumda bulunmadıkları sürece yolları ne kadar farklı olursa olsun müslümanlara dil uzatmaktan ve mezhepleri tekfir etmekten sakınmalıdır.’’ demiştir.
Ehli sünnet alimleri de insanların yersiz ve gereksiz bir şekilde tekfir etmenin mahzurlarını ısrarla vurgulamışlardır. Fıkıh bilginleri arasında şu görüş oldukça yaygındır. Bir kimsenin kafir olduğuna dair doksan dokuz; müslüman olduğuna dair bir delil bulunsa müftünün o kişinin müslüman olduğunu gösteren bir delil ile amel etmesi gerekir. Alimleri tekfir konusunda bu denli duyarlı davranmaya sevk eden şey iman ile küfrün sınırını belirlemenin çok önemli olması, Müslüman olduğu bilinen birini kafir saymak durumunda onun mal ve can güvenliğini ortadan kalkmasıdır. Ayrıca tekfir edilen kişinin, selamı alınmaz. Kendisine selam verilmez, kestikleri yenilmez. Müslüman bir kadınla evlenmesine müsaade edilmez. Öldüğünde cenaze namazı kılınmaz. Müslüman kabristanına gömülmez. Ahirette de ebedi cehennemde kalıcağına hüküm verilir. Tekfir edilen kişinin toplumdan dışlanmak anlamına gelen uygulamalara yüzyüze gelecek olması tekfir konusunda çok dikkatli davranmayı gerektirmektedir.
Bir Mümini küfür ile itham etmenin sakıncalı olduğu Hz. Peygamber’in pek çok hadisinde dile getirilmiş ve Müslümanlar bu konuda uyarılmışlardır.Bu hadislerin bazıları şunlardır :
‘’Bizim gibi namaz kılan, kıblemize yönelen ve kestiğimizi yiyen kimse, Allah’ın ve Elçi’sinin güvencesini elde etmiş olur. O halde böyleleri hakkında Allah’ın verdiği güvenceyi ve ahdi bozmayın. (Buhari, ‘’Salat’’,28; Ebu Davud, ‘’Cihad’’,95)
‘’Kim bir insanı kafir diye çağırırsa, yahut öyle olmadığı halde ey Allah düşmanı derse söylediği söz kendisine döner. (Buhari, ‘’Feraiz’’, 29; Müslim,’’İman’’,27)
“Bir insan Müslüman kardeşine ‘ey kafir’ diye hitap ettiği zaman, ikisinden biri bu sözü üzerine almış olur. Şayet söylediği gibi ise küfür onda kalır, değilse söyleyene döner.’’ ( Buhari, ‘Edep’,7 ; Müslim, ‘’İman’’ 16,)
Bu konuda dikkat çekici bir olay da sahabeden Üsame b.Zeyd’in (v.54/674) başından geçmiştir. O, şunları anlatmaktadır:
Hz. Peygamber bizi bir bölük askerle düşmana karşı göndermişti. Sanaha karşı baskın düzenledik. Ben hemen bir adamı yakaladım. Bu adam ‘’ Allah’tan başkı Tanrı yoktur’’ dediği halde onu öldürdüm. Bunun üzerine beni bir düşüncedir aldı, Dönüşte olayı Rasulullah’a (S.A.V) anlattım. Hz. Peygamber :
-Kıyamet gününde onun söylediği la ilahe illallah’ın elinden seni kim kurtaracak? deyince,
– O bunu kılıç korkusuyla söylemişti, cevabını verdim, Bunun üzerine Allah Elçisi:
– Sen onun kalbini yarıp baktın mı ? La ilahe illallah’ı samimiyetle mi yoksa silah korkusuyla mı söylediğini nasıl anladın? diye azarladı. Hz. Peygamber bu azarını o kadar çok tekrar etti ki, keşke önceden Müslüman olmasaydım da bu olayla karşılaşmamış olsaydım diye temenni ettim. ( Müslim, ‘İman’,41. ; Ebu Davud, ‘Cihad’, 95. )
Belirtmek gerekir ki eşsiz medhu senalara layık bulunan Allah Kuran’ı Kerim’de övgü ve yergi niteliklerine yer ver vermesine paralel olarak mutlak ifadenin kendi konumundan çıkarılmasını gerektirecek  kriterleri beyan etmiş ve şöyle buyurmuştur: ‘’ İyiler mutlaka cennete, kötüler de cehennemdedir. (infitar 13-14) Sonra iyiler ile kötülerin niteliklerini şöyle açıklamıştır: ‘’ Doğrusu günahkarların yazısı muhakkak siccindedir. ( Mutaffifun-7) surenin sonuna kadar… Cenab-ı Hak bu ayetlerde ilahi hedeflerin tehdidin hedef aldığı faciri ve ondan sadır olan tekzip eylemini beyan etmiş, facirin karşıtı olan itaatkarı (ber) ise başka birçok ayette açıkladığı için burada söz konusu etmemiştir. Allah ‘’ Mümin kimse fasık gibi olur mu? Bunlar elbette eşit olmazlar’’ (Secde-18) buyurmuş ve başka ayetlerde müminden ne kastedildiğini ve onu nasıl bir akıbetin beklediğini beyan etmiş, ayrıca fasıkın ahiret gününe inanmadığını da haber vermiştir. ‘’ İman ettikten, Resul’un hak olduğuna şahit olduktan ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra inkarcılığa sapan bir topluluğa Allah nasıl hidayet eder? Allah zalimler grubunu doğru yola iletmez.’’ (Al-i İmran 86) Yine şöyle buyurmuştur: ‘’ (Mücrimler) şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik. (Müddessir-43) Cenab-ı Hak zekatı ödemeyenler hakkında ‘’ Ahireti inkar edenler de onlardır. ‘’(Secde-7) buyurmuştur. Riba hakkında da Kur’an’da zikredilen şu beyanları vardır.’’ Kim tekrar faize dönerse’’(Bakara-275) ayrıca ‘’ Menedildikleri halde faiz almaları… (Nisa-161) Çünkü onlar ‘’ Alım satım da riba gibidir’’ (Bakara-275) demek suretiyle ribayı helal telakki etmişlerdir. Yine yetimlerin malları hakkında varit olan ilahi tehdit de aynı konumdadır, zira Araplar henüz savaşma çağına gelmemiş yetim gençlere mallarını vermiyor ve kendilerine ganimetten pay ayırmıyorlardı. Katil olayı da bunun gibiydi (Nisa-93) Cahiliye Arapları haksızlık ve taşkınlık statüsünde ayrıca helal kabul ederek adam öldürüyordu;  nitekim Kur’an’da Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: ‘’ Allah’ın size olan nimetini hatırlayın, Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz… (Al-i İmran 103.)
İlahi tehdit beyanlarının hedeflediği amaç ve bu tehdidin içerdiği iman nitelemesini iptal etme özellğinin aslı bundan ibarettir. Ahirette vuku bulacak gruplandırma da bu esasa dayanır: ‘’ İnsanların bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemde, (Şura-7.) kitabı sağından verilen, solundan verilen, (Hakka-19-29) mümin ve kafir diye. Yine ‘’ Kafirler için hazırlanmış bulunan ateşten sakının’’ (Al-i İmran 131.) mealdeki ayette aynı konumdadır. İlahi vaid burada zikredilen gruplar için söz konusu olmuş ve doruk noktasında çirkin olan kafir ve benzeri vasıflar bunların ayrılmaz özelliği olmuştur. Yukarıda sözü edilen sınıra ulaşmayan kimselerin duruma gelince, böyleleriyle ilgili olarak gelen vaidler birkaç şekilde yorumlanabilir: a)Sözü edilen kötü halleri tercih etmekten sakındırma amacı; b) Vaidin içerdiği hususular başka iyilikleri olmasaydı günahlarının cezasının oluşturacağı manasında; c)Makbul olan bazı davranışları sebebiyle hikmeti çerçevesinde Allah’ın affetmesi veya iyilerin, haklarındaki şefaatini kabul buyurması; d) Bazı iyilikleri sebebiyle veya şirk dışındaki günahı miktarınca azap edilmesi yoluyla kusurlarının örtülmesi. Bütün bu alternatiflerde gerçekleştirdiği iyi fiiller sebebiyle kişinin mukafatı söz konusudur, dünyada iken Rabbinin taatine muvaffak kılınması ve bu konumda son nefesini vermesi şeklindeki İlahi lutuf ve nimete mazhar olması sayesinde. Muvaffakiyet ancak Allah’tandır.

KAYNAKLAR
1)    KİTABÜ’T – TEVHİD  (EBU MANSUR EL-MATURUDİ)
MÜTERCİM ; PROF.DR. BEKİR TOPALOĞLU  (İsam Yayınları)
2)  KELAM  TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ
BEKİR TOPALOĞLU- İLYAS ÇELEBİ ( İsam Yayınları )
3)   ANAHATLARIYLA İSLAM AKAİDİ ve KELAM’A GİRİŞ
PROF. DR. A.SAİM KILAVUZ  ( Ensar Yayınları )
4)   DİNİ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ
DOÇ. DR. İSMAİL KARAGÖZ  (DİYANET YAYINLARI )
5)   TÜRKİYE DİYANET VAKFI ANSİKLOPEDİSİ
6)   KELAMA GİRİŞ
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI

HAZIRLAYAN : NECAT ŞİMŞEK
www.ihvanlar.net

PAYLAŞ