"Yüzü Suyu Hürmetine" İstemek ve Ebû Hanîfe'nin hükmü

“Yüzü Suyu Hürmetine” İstemek Sünnette Yok mudur ve Ebû Hanîfe’ye Göre Yasak mı dır.? – Hüseyin Avni Hoca
——————————————–
   Diyorlar ki, sâlihlerin yüzü suyu hürmetine Allah celle celâlühû’dan bir şey istenmez. Böyle duâ olmaz. Bu konuda, Hanefî âlimlerinden İbnü Ebî’l-İzz şöyle diyor: Kişinin, Allah’tan başkasını duâsının kabûlüne sebeb kılması ve onunla tevessülde bulunması câiz değildir… O şöyle demek ister, falanca sâlih kullarından olduğu için duâmı kabûl eyle. Onun Allah celle celâlühû’nun sâlih kulu oluşu ile berikinin duâsı arasında ne ilgi, ne bağlantı olabilir? Bu duâda taşkınlık yapmaktır. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: Rabbinize için için yalvararak düâ edin. O taşkınlık yapanları gerçekten sevmez.[86]
Cevâb:
Bir: İbnü Ebî’l-İzz (Ö:792), fıkıhta Hanefî ise de, akîdede, kendisi gibilerin ve câhillerin zannettiği gibi hakîkî ma’nâda Selefî değil, İbnü Teymiyye ve İbnü’l-Kayyim’ın mukallidi, Mevlâya cisim isnâd etmeye meyilli, O’na mekân ve had ta’yîn eden, cehennem’in fâniliğine dâir olan Cehmiyye’nin inancını onca açık âyet ve hadîsleri isabetsiz te’vîllerle devre dışı bırakarak Ehl-i Sünnet’e âit bir görüşmüş gibi gösteren, hâsılı, kitâbını İbnü Teymiyye ve İbnü’l-Kayyim’in şâz görüşleriyle dolduran, gerçekte Selef ve Selefîlik ile alâkası olmayan, büyük bir fıkıh ve hadîs âlimi olmasına rağmen, Ehl-i Sünnet’ten büyük ölçüde sapan, bir Hanefi’dir. Tahâvî Akâidine yazdığı şerh bu dediğimizin açık ve kesin delîlidir. Allah bizi ve O’nu affetsin. O, bir nevi, akîdede Mu’tezilî fıkıhta ise Hanefî olan Zemahşerî gibi bir Hanefî’dir. Böyle bir kişinin sözünün, Ehl-i Sünnet mü’minlerce -bilhassa Ehl-i Sünnet’çe suçlandıkları bir mes’elede- hiçbir ehemmiyeti yoktur.
İki: Üstelik, sözü edilen İbnü Ebî’l-İzz’in, sözlerinden makaslanan ve gizlenen kısımda iddiâ edilen şu bâtıl düşünceleri budayan çok mühim noktalar da var. O, isteyenlerin hakkı için Allah celle celâlühû’dan istenebileceğini kabûl ediyor.
Ahmed İbnü Hanbel, İbnü Mâce, İbnü Huzeyme, İbnü’s-Sünnî, Ebû Nüaym Fazl İbnü Dükeyn ve İbnü Menî’in Ebû Saîd-i Hudrî’den (r) rivâyet ettikleri, Bu yürüyüşüm ve senden isteyenlerin sendeki hakkıyla (veya hakkı için, veyahud da, hürmetine) senden istiyorum şeklindeki hadîsi, İbnü Ebî’l- İzz kitâbına alıyor; lâkin onu hevâsına göre te’vîl ediyor. O’na göre, falancanın hakkı için istenemez; fakat isteyenlerin hakkı için istenebilir; bu iki ifâdenin arasında fark vardır; isteyenlerin sende olan hakkı için demek, sen isteyenlerin duâsını kabûl edeceğini kabûllendin, ben de isteyenlerdenim; duâmı kabûl et demektir; ancak, Falancanın hakkı için istemek böyle değildir; zîrâ, her ne kadar Allah’ın sadık va’di sebebiyle, onun Allah celle celâlühû üzerinde hakkı varsa bile, o hak ile isteyenin düâsının kabûl edilmesi arasında bir münâsebet yoktur; çünki, bu halde sanki, falanca sâlih kullarındandır, duâmı kabûl et şeklinde söylenmiş olur. Hâsılı O, hadîsi böyle anlıyor. Tabiidir ki bu bâtıl te’vîli ile maskara duruma düşüyor. Zîrâ,
Üç: Hâkim ve Taberânî’nin Hz. Ömer radıllahu anhu’dan rivâyet ettikleri, Hakim’in el-Müstedrek’te[87] İmâm Sübkî’nin, Şifâu’s-Sıkam’da,[88] İmâm Süyû-tî’nin, El-Hasâisü’l-Kübra’da,[89]Kastallani’nin el-Mevâhib’de[90] sahîh olduğunu söylediği hadîste, Âdem aleyhisselâm(ın) günah işlediğinde, ‘Rabbim! Senden Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem hakkı için, beni affetmeni istiyorum’ dediği haber verilmektedir. Yani, Âdem aleyhisselâm, falancanın hakkı için/hürmetine tevbesinin kabûlünu istiyor. Bid’at ehli bu rivâyetin sâbit olmadığını iddiâ ediyorlarsa da ne ilmî ne de aklî hiçbir delîl getiremiyorlar. Nitekim biz bunu önceki sayılarımızda neşredilen Tevessül’ün Şer’î Delîlleri başlıklı makalemizde geniş olarak ortaya koymuş ve isbât etmiştik.
Dört: Şimdi, Âdem aleyhisse-lâm ve Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’e i’tirâz edip, Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in sâlihliği ile Âdem aleyhisselâm’ın duâsının kabûl edilmesinin ne alâkası var, diyeceğiz; öyle mi? Sübhanallah!… Hevâ, kör, sağır, rezil ve maskara ediyor…
Beş: Bu hadîsteki mühim noktaların, ikisinden birincisi, birinin hakkı için Allah celle celâlü-hû’dan bir şeyler istenilebileceği, ikincisi de, falancanın hakkı için sözündeki hakk kelimesinin ne ma’nâ ifâde ettiği? noktalarıdır..
Altı: Önceden ayrı bir başlık altında da söylediğimiz gibi, Hanefi fıkıh kitâblarının hemen hemen hepsinin Kerahiyye ve İstihsan yahut Hazar ve İbâhe bahislerinde falancanın veya falan şeyin hakkı için, Allah’tan bir şeyler istemenin Ebû Hanîfe rahmetüllâhi aleyh’e göre mekrûh olduğu geçmektedir.
Yedi: Lâkin, Hanefî âlimlerinden ve muhaddislerinden İmâm Aliyyu’l-Kari, bu mekrûhluğun hakk sözüne vâciblik (mecbûri-yet) ma’nâsı yüklendiği takdîrde olacağını, zîrâ vâciblik veya mecbûriyyet ma’nâsında kimsenin Allah celle celâlühû üzerinde hakkı olmadığını, ancak hürmet ve ta’zım ma’nâsında kullanıldığı zaman bunun tevessül babından olacağını, Allah celle celâlühû nun, Ona varmaya vesîle arayın, buyurduğunu ve bunu el-Hısnu’l-Hasîn’de de yazdığına göre duânın âdâbından kabûl edildiğini ve bu husûsta (yukarıdaki) hadîsin geldiğini, söylüyor.[91]
Sekiz: Yine, Hanefi âlimlerinden İbnü Âbidîn, Reddü’l-Muhtar’ında, bunu, O’ndan kabûllenerek naklediyor.[92]
Dokuz: Bunlardan da önce, Falancanın hakkı için ifâdesinin hürmetine demek olduğunu, vâciblik demek olmadığını ve bunun hadîslerle sâbit olduğunu, bu ifâdeyi câiz görmeyenlerin vâcibliğe mecbûriyet ma’nâsı yüklediğini, ama burada ma’nânın bu olmadığını daha önceleri İmâm Sübkî de söylemiştir.[93]
On: Bu husûsta Âlûsî’nin İbnü Teymiyye’yi kör bir şekilde taklîd etmesi, hadîslerin karşısında bir şey ifâde etmeyen ayak sürçmesinden ibâret olup imâmımızın sözünü anlamadığını göstermektedir. Bütün bunlardan anlaşıldığına göre Ebû Hanîfe bu sözünü bir şeylerin Allah’a vâcib olduğunu iddiâ eden Mu’tezile’nin şu batılının önünü kesmek için, Sedd-i zerîa kabîlinden söylemiştir. Bu gün ise henüz böyle bir tehlike yoktur. Mu’tezile yeniden hortlatılır ve buna benzer tehlikeler yine ortaya çıkarsa avam içün yine böyle bir yola gidilebilir. Ama işi bilerek ve Sünnet çerçevesinde yapanları şirkle suçlamak terbiyesizliğine saplanmadan.
Demek ki, Falancanın hürmetine, demek câiz değildir, sözü mutlak olarak ve sınırsız söylenirse, boş gürültü olur… Şu iddiânın sâhiblerinin bu husûsta hiçbir delîli yoktur. Aksine bu, düânın âdâbından olup, sünnet veya müstehabdır. Ulemânın küçük bir kısmı tarafından, belli şart ve kayıtlarla sınırlı olarak, en çok mekrûh olduğu söylenen, ama başka yönleriyle mahzûrlu olmayan, hattâ sünnet bile olan bir mes’eleye şirktir damgasını vurmak herhâlde çağdaş mukavva muctehidliğin alâmet-i fârıkalarından olmalıdır.
On Bir: Evet, Allah celle celâlühû duâda taşkınlık yapılmasını sevmez. Bu doğru; amma falancanın hürmetine, Allah celle celâlühû’dan istemenin taşkınlık olduğunu kim söyledi? Bu ne âyette var, ne de hadîsde söylendi. Olsa olsa bu bir şeytan vahyidir. Dolayısıyla böyle bir düâyı âyetin çerçevesine sokmak en azından Allah celle celâlühû’ya yapılan bir iftirâdır.
Dipnotlar :
[86] A’râf: 7/55
[87] Hakim, el-Müstedrek:2/615
[88] İmâm Sübkî, Şifâu’s-Sikam:134/135
[89] İmâm Süyûtî, El-Hasâisü’l-Kübrâ:1/17-
[90] Kastallani, el-Mevâhib:1/62
[91] Aliyyu’l-Kârî, Fethu Bâbi’l-İnâye: 3/30
[92] İbnü Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr: 5/540
[93] İmâm Sübkî, Şifâu’s-Sikâm:138

PAYLAŞ