Oburluk ve İslam'da aşırı yemenin hükmü

Yiyin, için, ancak israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez. (A’râf, 31)

Yemede, içmede aşırılığa kaçmaya ve sık sık bir şeyler atıştırmaya oburluk denir. Oburluk, hem sağlık ve hem dînî açıdan zararlı olduğundan, âyet-i kerîme’de “Yiyin, için, ancak israf (oburluk) etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez” buyuruluyor.
   Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor:
   Her hastalığın başı, mideyi tıka basa doldurmak (ve acıkmadan yemek) tir. (Beyhakî)
   “Can boğazdan gelir” demişler. Doğrudur ama canın boğazdan çıktığını da unutmayalım ve karmaşık bir şekilde abur cubur yiyip takdir edilen rızkımızı çabuk tüketmeyelim.
Yüce Allah buyuruyor:
   “Dikkat! (Hastanın canı) köprücük kemiğine (boğazına) dayandığı zaman” (Kıyâme, 26)
   Oburluk edip midesini tıka basa dolduranlar, acıkmadan yemek üstüne yemek yiyenler ve canı sıkıldıkça bir şeyler atıştırıp midesini çöp kutusuna dönüştürenler, çeşitli hastalıklara dâvetiye çıkardıkları gibi Allah katında da sorumlu olurlar.
   Yüce Allah buyuruyor:
   Allah yolunda harcayın. (Midenizi tıka basa doldurup) kendi ellerinizle
kendinizi tehlikeye atmayın; iyilik edin. Kuşkusuz Allah iyilik
edenleri sever. (Bakara, 195)
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
   Beş şey gelmeden önce, beş şeyin değerini bil! Ölüm gelmeden hayatın. Hastalık gelmeden sağlığın. İşlerin yoğunlaşmadan boş vaktin. Yaşlılık gelmeden gençliğin. Yoksulluk gelmeden servetin (değerini bil). (Ahmed İbni Hanbel-Beyhakî)
   Gece yarısı hastanelere koşmamak ve yakınlarımızı sıkıntıya sokmamak için, hastalık gelmeden önce sağlığımızın değerini bilelim ve yediğimiz gıdalara özen gösterelim. Ayrıca karnımızı tıka basa doldurup değerli enzimleri boşa tüketmeyelim ve midemize kaldıramayacağı yükü yüklemeyelim. Midemizi birbirine zıt ve karmaşık gıdalarla tıka basa doldurduğumuzda, zahmeti sadece mide değil başta kalp ve akciğer olmak üzere bütün organlar çeker ve içimiz çöp deposuna dönüşür.
Yüce Allah buyuruyor:
  Ey insanlar! Yeryüzündeki helâl ve temiz olan (doğal gıda) ları yiyin.
(Harama sapıp) şeytanın izinden gitmeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. (Bakara, 168)
   İnsanın bedensel ve ruhsal sağlığı, huzuru ve mutluluğu, yediği, içtiği gıdaların helâl, temiz ve doğal olmasına bağlıdır. Çünkü Allah (c.c.) insanların dokularını, organlarını, sistemlerini, beyinsel yapılarını, yönetim merkezlerini, duygularını, genlerini ve DNA larını bu fıtrat üzerine yaratmıştır. İşte insanın aslî fıtratı budur. Bu fıtratı koruyanların yani helâl, temiz ve katkısız doğal gıda yiyenlerin kanları, hücreleri temiz, düşünceleri olumlu, gönülleri nurlu ve meleklerle uyumlu olur.
   Tertemiz gıdaları bırakıp pis ve necis olan haramlara dalanların, içinde çeşitli katkı maddeleri bulunan hazır gıdaları tüketenlerin, genleri ve DNA ları (doğaları) değiştirilen zararlı gıdaları yiyenlerin de kanları, hücreleri kirli, düşünceleri olumsuz, gönülleri nursuz ve meleklerle uyumsuz olduğundan, bunlar zamanla kimliğini kaybeder ve şeytanların yönettiği robot insan olurlar.
İçgüdü ve hayvanlar
   Hayvanlar genelde içgüdüleri gelişmiş olarak doğar ve dünyadaki doğal yaşam koşullarına çok kısa bir zamanda uyum sağlarlar. Örneğin, yeni doğan bir kedi yavrusu, gözleri kapalı olduğu halde kısa bir şaşkınlıktan sonra hemen annesinin memelerine yapışır ve emmeye başlar.
   Kurbağaların ince ve tüysüz derilerinde müküs denilen yapışkan bir sıvı ile zehir bezleri vardır. Kedi ve köpek yavruları bile içgüdüleri ile kurbağada zehir olduğunu bilir ve yemezler.
   Tavuk ve kuş türü kanatlı hayvanlarla yılanlar da kurbağadaki zehirden kendilerine bir zarar gelmeyeceğini içgüdüleri ile kesin bildikleri için yakaladıkları kurbağaları âfiyetle yerler.
Ya insanlar?
   İçgüdü açısından hayvanların çok gerisinde olan insan, bilgi, görgü, duyum ve deneyim dışında zehirli mantarla, zehirsiz mantarı bile birbirinden ayıramaz ve obur olanlar sağlığını koruyamaz.
   Günümüzde bilim ve teknolojiyi kötüye kullanan ve doğal dengeleri bozup gıda terörü estiren çağın insanı, ne yazık ki kendi eli ile kendi kuyusunu kazıyor, sonra içine düşüp bunalıma giriyor.
   Yediğimiz sebze, meyve ve ekmekte, içtiğimiz gazlı, gazsız içeceklerde, sütlerde ve meyve sularında, kullandığımız parfüm, şampuan, deterjan ve ıslak mendillerde ve paketlenmiş hazır gıda ürünlerinin hepsinde çeşitli katkı maddeleri olduğuna göre, bunların hangisi helâl ve hangisi doğal?
   Yerleşim alanlarından uzak dağlardaki ve ormanlardaki temiz havanın dışında, doğal olan her şey tarihe karıştı. Böyle bir dünyada ve gürültülü ortamda yaşam savaşı veren çağın insanı, ölüm şuaları saçan televizyon, bilgisayar ve cep telefonu ile de iç içe yaşama zorunluluğunda kalınca, artık beyini durdu, sinir sistemleri bozuldu, stres ve bunalımdan gerçek kimliğini unuttu.
Peki bunlar bir rastlantı mı?
Yüce Allah buyuruyor:
   Yaptıkları (günahları) nın bir kısmının cezasını (dünyada) tatmaları için insanların kendi elleri ile yapacakları işler nedeni ile karada ve denizde fesad (doğal dengeler bozulmaya) başlayacak. Olur ki (tevbe edip İslâm’a) dönerler. (Rûm, 41)
   Kıyâmetin alâmetlerinden biri de, karada ve denizde fesad başlayacak yani doğal dengeler ve doğal yaşam ve beslenme koşulları bozulacak. Günümüzde doğal dengeler, doğal yaşam koşulları ve doğal gıdalar hızla bozulduğu gibi genleri ve DNA ları değiştirilmeyen gıdalar da yok denecek kadar azaldığı halde, Ne yazık ki tevbe edip İslâm’a dönenlerin sayısında bir patlama gözlenmiyor.
www.ihvanlar.net – Ahmet Tomor Hocaefendi

PAYLAŞ