Hadisin “mevzu” olması ve “batıl” olması arasındaki fark

Şöyle bir algı var piyasada;

“İnandığımız değerlerden biriyle alakalı bir ‘hadis’ olsa ve ona muhaddislerden muteber bir âlim “mevzu” dese, inandığımız o değer, bu hükmü kabul ettiğimizde yerle yeksan olacak. Bu yüzden inandığımız değeri korumak için önce o hükme bütün gücümüzle karşı koymalıyız. Sonra da eğer mümkünse o hükmü verene de karşı çıkmalıyız. Yoksa tek tek değerlerimizden, hatta dinimizden oluruz. Ma’âzallah!”

Peki, şöyle bir soru soralım; mürşide intisap etmenin, bir hocanın eğitimine girmek gibi hak olduğuna şeksiz-şüphesiz inanıyoruz. Sahtekâr biri çıksa, kendisine intisap edilmesi için propaganda yaparak yahut kendince iyi niyetli birinin, kendi mürşidine intisap etsinler, daha çok nefsi terbiye edip tezkiye ve tesaffî ederler gibi bir düşünceyle “Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem), mürşide intisap etmenin hak olduğunu buyurmuş ve falana mutlaka intisap edilmesi gerektiğini emretmiştir” dese, tepkimiz ne olur?!

Muhaddisi bırakalım, her hangi bir âlimin, ileri gelen bir zatın ya da bir başkasının “Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) kesinlikle böyle bir şey söylememiştir” şeklindeki bir beyanına ihtiyaç duyar mıyız?!

Hayır, elbette duymayız. Bu sözün Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem)’e aidiyetini reddetmek için kendi kültürel malumatımız bile yeterlidir.

Peki, ikinci soruyu soralım; sahtekârın veya cahilin bu tavrından ve onu -belki de en ağır bir dille- eleştirmemizden dolayı, uydurduğu sözün ihtiva ettiği hakikati de reddeder miyiz?

İnandığımız bir değeri, bir sahtekâr ya da cahil yüzünden terk eder miyiz?

Hayır, elbette terk etmeyiz. Çünkü biz, mürşide intisabın hak olduğunu, sahtekârın veya cahilin o sözünden öğrenmedik ki o sözün sabit olmadığını öğrendiğimizde, içerdiği hakikatin de geçersiz olduğunu düşünmeye başlayalım.

Hem bizim karşı çıktığımız şey, onun aidiyetiydi, içerdiği mana değildi ki! Aidiyeti başka mesele, içerdiği mananın hakkaniyeti başka mesele.

Dolayısıyla bir söz hakkında “mevzu” denildi diye, bundan “o batıldır” anlamını çıkartan, meseleleri halt ettiğinin ve dahi “mevzu” diyen zata iftira ettiğinin farkında bile değil!

“Mevzu” Nedir? “Batıl” Nedir?

Mevzu ile batıl kavramları, farklı bağlamların kavramlarıdır. Mevzu, sözün sübutu ile alakalı bir kavram iken batıl, sözün vakıaya mutabakatıyla alakalı bir kavramdır. Bu yüzden de mevzu, usul-ü hadisin bir kavramı iken batıl, usul-ü hadisin bir kavramı değildir. Zira usul-ü hadis ilmi, -en geniş haliyle- bir naklin, sadece tespitini sağlamaya matuf bir ilimdir. Yoksa o naklin ne delaletiyle ne de vakıaya mutabakatıyla ilgilenmez.

Bir hadise “mevzu” denilmesi, Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem)’e nisbet edilen naklin, hadis ilminin kriterlerine göre Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem)’e naklen aidiyet ihtimalini reddetmektir. Belki başka bir zata ait olabilir; sahabeden, tabiinden ya da selef-haleften birine ait olabilir. Orası meskutun anh. “Mevzu” kavramı, hiçbir kimseden sabit değildir, manasını taşımaz. Söz kime nisbet edildi ise, sadece ona nisbetini nefyeder. Nitekim mevzuat literatürü, Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem)’e naklen aidiyet ihtimali reddedildiği için “mevzu” denilen, fakat başka bir zattan sabit olan nice sözlerle doludur.

Peki, başka bir zattan da sabit olduğu tespit edilemiyorsa içerdiği manaya güvenilir mi?

İçeriğinin hak olup olmadığı ayrı bir meseledir. Mesela eğer şeriatın hakikatlerinden biriyle çelişiyorsa batıldır, denir. Ona batıldır dememek, şeriatın hakikatlerini hafife almaktır ki bu küfre kadar gider. Ma’âzallah! Fakat şeri hakikatlerle çelişmiyorsa veya hakikat taşımadığını gösteren muteber bir delil yoksa ona batıldır, denilmez. Hakikatin ta kendisi ya da hakikatten bir parça taşıyor olması muhtemeldir. Tüm hakikatler bize ayet ve hadislerde tek tek söylenmiş ve izah edilmemiştir ki neye göre batıldır, denilecek!

Batıl, hak/hakikat olmayan demektir. Hak/hakikat olanı ve olanları tam bilmeden neye, nasıl ve hangi cüretle batıl denilebilir ki!

“وما أوتيتم من العلم إلا قليلا / ilimden çok azı size verilmiştir!” (İsra, 85)

Dirayet

PAYLAŞ