Yahudiler ve Yahudilik Tarihi

Yüce Allah buyuruyor:
Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın ve bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vaadettiklerimi vereyim. Sadece benden korkun. (Bakara, 40)

   Hz. İshak’ın oğlu ve Hz. İbrahim’in torunu olan Hz. Yakub’un bir adı da İsrâil idi. Bu nedenle onun soyundan gelenlere “İsrâiloğulları” denildi. Ayrıca Hz. Yakub’un oğullarından birinin adı da Yahuda olduğundan önceleri sadece onun soyundan gelenlere, sonra İsrâiloğullarının hepsine birden yahudi denildi.

   Bir toplum azıtıp nankörlük etmedikçe, Allah (c.c.) onlara verdiği nimetleri geri almaz. Ancak azıtıp nankörlük eden ve yeryüzünde fesad çıkaran toplumları da cezasız bırakmaz. İşte Âdetullah böyledir. Bu nedenle Allah (c.c.), “Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın” yani şükredin, azıtıp nankörlük etmeyin “ve bana verdiğiniz sözü yerine getirin” günahlardan kaçınıp ibâdetlerinizi yerine getirin “ki, ben de size vaadettiklerimi (dünyada arz-ı mevûd’u ve âhirette cenneti) vereyim” buyurdu.

   Yahudiler Allah’a verdikleri sözü yerine getirdiler mi?
   Çölde çadır hayatı yaşayan İsrâiloğulları, Hz. Yusuf’un daveti üzerine o dönemde dünyanın en gelişmiş ülkesi olan Mısır’a gelip yerleştiler ve yahudilik tarihinin en parlak dönemini yaşadılar.

    Ancak Hz. Yusuf’tan sonra şükür yerine nankörlük edince ve Allah’a verdikleri sözü yerine getirmeyince, Firavun’un döneminde de yahudilik tarihinin en karanlık dönemini yaşadılar.

   Sonra Allah (c.c.) lütfedip onlara Hz. Musa gibi ulü’l-azm bir peygamber gönderdi ve Hz. Musa Allah’ın (c.c.) izniyle onları Kızıldeniz’den karşıya geçirip Sina Çölüne götürdü.

   Ne yazık ki, haset ve kıskançlıklarından dolayı çocuk yaştaki kardeşleri Hz. Yusuf’u kuyuya atanların soyundan gelen yahudilerin genlerinde, kıskançlık, nankörlük ve fesadçılık olduğundan, zaman zaman Hz. Musa’ya da isyan edip ilâhî gazaba uğradılar ve kırk yıl ıssız ve kızgın çöllerde göçebe hayatı yaşama zorunluluğunda kaldılar.

   Hz. Musa’dan sonra peygamber olan Hz. Yûşa’nın döneminde Erîha ve Kudüs’ü savaşarak ele geçiren ve şehir hayatına kavuşan yahudiler, kötü huylarından vazgeçmeyince Hz. Yûşa’dan sonra yine Allah’ın (c.c.) gazabına uğradılar ve tekrar ıssız çöllere sürüldüler.

   Mîlâttan önceki dönemlerde Mısır ile Filistin arasında yaşayan Amâlika kavminin en zâlim hükümdarı olan Câlût, Erîha ve Kudüs’e saldırıp kadınları, çocukları esir aldı ve erkeklerden bir kısmını öldürdü, bir kısmını da ıssız çöllere sürdü.

Yüce Allah buyuruyor:
   Sonuçta Allah’ın izniyle onları (Câlût’un ordusunu) bozguna uğrattılar; Dâvud da Câlût’u öldürdü. Allah ona (Dâvûd’a) hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi. (Bakara, 251)

   Yahudiler bolluk, bereket ve dünya saltanatı açısından en parlak günlerini Hz. Dâvud ile oğlu Hz. Süleyman’ın döneminde yaşadılar. Ancak atalarımızın “Huylu huyundan vazgeçmez” dedikleri gibi onlar da kötü huylarından vazgeçmediler, fitne ve fesadlarına devam ettiler. Hatta Hz. Davûd’a cinsellikle ilgili çirkin iftirada bulunup, Hz. Süleyman’a da sihirbaz dediler.

Yüce Allah buyuruyor:
Biz Kitab’da (Tevrat’ta) İsrâiloğullarına, siz o (kutsal) yerde iki defa fesad çıkaracaksınız ve aşırı derecede azgınlık yapıp büyüklük taslayacaksınız diye bildirdik. (İsrâ, 4)

    Yahudiler Hz. Dâvud ile Hz. Süleyman’dan sonra daha da azgınlaşınca ve büyüklük taslayıp fitne, fesad çıkarınca, ilâhî gazabın gereği M.Ö. 586 yılında Bâbil Kralı Buhtunnasar Kudüs’e saldırıp her tarafı yakıp yıktı, binlerce kişiyi öldürdü ve 70.000 kişiyi de esir alıp Bâbil’e götürdü.

   Yahudiler, Hz. Süleyman’dan sonraki ilk azgınlıklarının bedelini, Kudüs’ün, Mescid-i Aksâ’nın yakılıp yıkılması, kadın, erkek, çoluk, çocuk binlerce kişinin kılıçtan geçirilmesi ve 70.000 kişinin esir alınıp Bâbil zindanlarına götürülmesi ile ödediler.

Yüce Allah buyuruyor:
Sonra onlara (düşmanlarınıza) karşı size tekrar üstünlük verdik; mallarınız ve oğullarınız ile sizi güçlendirdik ve sayınızı (öncekinden) daha çoğalttık. (İsrâ, 6)

   Buhtunnasar’ın ölümünden sonra Bâbil’i ele geçiren İran Hükümdarı Şireveyh, Bâbil’deki bütün esirleri serbest bıraktı ve topluca Kudüs’e gitmelerine izin verdi. Bâbil zindanlarından kurtulup Kudüs’e gelen yahudiler, Şireveyh’in de maddî desteği ile Kudüs’ü yeniden onardılar, mal ve evlât açısından öncekinden daha da çoğaldılar.

    Ne yazık ki, Bâbil’deki esaret günlerini ve çektikleri çileleri çok çabuk unutan yahudiler, kısa zamanda eskisinden daha da azgınlaştılar. Dedeleri geçmişte pek çok peygamberi öldürdüğü gibi aynı genleri taşıyan torunları da Hz. Zekeriya ile oğlu Hz. Yahya’yı öldürüp Kudüs’te terör estirdiler.

   Ayrıca Hz. Meryem’i gayr-i meşrû çocuk doğurmakla ve oğlu Hz. İsa’yı veled-i zina olmakla suçlayıp her ikisini de öldürmeye kalkıştılar. Bunda başarılı olamayınca, Roma’nın Kudüs’teki genel valisine şikâyet edip çarmıha gerdirmeye kalkıştılar.

Yüce Allah buyuruyor:
   İsrâiloğulları’ndan inkâr (ve azgınlık) edenler, Dâvud ve Meryemoğlu İsa’nın diliyle lânetlendiler. Bu (lânet), isyan etmeleri ve sınırı aşmalarından dolayıdır. (Mâide, 78)

   Hz. Dâvud ve Hz. İsa gibi iki büyük peygamber tarafından lânetlenen, inkâr ve azgınlığın da ötesinde peygamberleri öldürmek gibi en korkunç cinayetleri işleyen ve Hz. İsa’yı çarmıha gerdirmeye kalkışan yahudilere, çok büyük bir azabın gelmesi artık an meselesiydi.

    Allah’ın (c.c.) takdir ettiği vakit gelince ve kader düğmesine basılınca, esbab denilen madde âlemindeki sebepler kuralı devreye girer ve Allah’ın (c.c.) takdiri, insan eli ile uygulamaya girer.

   M.S. 70. yılda yani Hz. İsa’nın diri olarak göğe kaldırılmasından 40 yıl sonra, Romalı komutan Titüs Kudüs’e saldırıp her tarafı yakıp yıktı, kadınerkek ayrımı yapmadan binlerce kişiyi kılıçtan geçirdi ve sağ kalan yahudilerin hepsini tutuklayıp Romalıların emrinde çalışmak üzere çeşitli yerlere sürgün olarak gönderdi.

   Aşırı azgınlık ve isyanları nedeni ile iki peygamber tarafından lânetlenen ve ilâhî gazaba uğrayan yahudiler için, öncekinden çok daha beter yeni bir çileli dönem başlamıştı ve bu dönem kıyâmete yakın bir zamana kadar sürecekti.

   Roma İmparatoru B. Konstantin’in hıristiyanlığı kabul etmesinden sonra Romalılar Mescid-i Aksâ’yı ve Kudüs’ü yeniden imar ettiler ve Kudüs’e İlya adını verdiler. Ayrıca Hz. İsa, Hz. Meryem ve havârîlerin anılarına kiliseler yapıp Kudüs’ü hıristiyanlığın kutsal ve hac şehrine dönüştürdüler. Diğer yandan Hz. İsa’nın yahudiler tarafından çarmıha gerilip öldürüldüğüne inanan Romalılar, yahudilere karşı duydukları kin, nefret ve düşmanlık nedeniyle onların Kudüs’e girişini yasakladılar.

Ancak!
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
   Müslümanlar yahudilerle savaşmadıkça kıyâmet kopmayacaktır. (Bozguna uğrayan) yahudi (ler) taşın, ağacın arkasına saklanacak ama saklandığı taş ve ağaç, “Ey müslüman! Arkamda bir yahudi var, gel onu öldür!” diyecek. Sadece garkad ağacı ihbar etmeyecek; çünkü o yahudi ağaçlarındandır. (Buhârî-Müslim)

   O dönemde dünyanın süper gücü olan Roma Devleti yahudilerin Kudüs’e girişini yasakladı ve bu yasağı titizlikle uyguladı ama Peygamberimiz (s.a.v.) “Müslümanlar yahudilerle savaşmadıkça kıyâmet kopmayacaktır” buyurduğuna göre, Hiç kuşkusuz kıyâmete yakın müslümanlarla yahudiler arasında topyekün bir savaş olacak, bu savaş müslümanların kesin zaferi ile sonuçlanacak, yahudiliğin ve siyonizmin sonu olacak.

Peki bu savaş nerede olacak?
   Hadîs-i şerifte “garkad” ağacı özellikle vurgulandığına göre, garkad denilen çalılık ve dikenli ağaçların yetiştiği bir bölgede yani Filistin’de! Bu sahih hadîs-i şerîfe göre, M.S. 70. yılda Romalı komutan Titüs tarafından Kudüs’ten sürülen ve dünyanın çeşitli ülkelerinde sürgün hayatı yaşayan yahudiler, kıyâmete yakın Kudüs başkentleri olmak üzere Filistin’de toplanıp bir devlet kuracaklar.

   Yaklaşık 1.700 yıl sürgün hayatı yaşayan yahudiler, 19. yüzyılın başlarında başkenti Kudüs olan bağımsız bir devlet kurmak için çalışmaya başladılar. Yahudi bankerlerin parasal ve İngilizlerin siyasî desteği ile kısa zamanda örgütlenen yahudiler, Filistin’e göç etmeye ve orada değerinin çok üstünde gayr-i menkuller ve araziler satın almaya başladılar.

   Ancak durumu haber alan Osmanlı Padişahı Abdülhamid Han hazretleri yabancılara gayr-i menkul ve arazi satışını yasaklayınca, işleri zorlaştı ve planları bozuldu.

   Önlerinde tek engel, Osmanlı Padişahı Abdülhamid Han idi. Çeşitli vaadlerle onun gönlünü yapamayınca ve parayla satın alamayınca, Jön Türkler, İttihatçılar ve Selânik’teki 3. Orduya mensup Türk ve gayr-i müslim subaylarla işbirliği yaparak rahmetli Abdülhamid Han’ı tahttan indirdiler ve yeni kurulan İttihat ve Terakki hükümetinde üç bakanlığı elde ettiler.

   İngilizlerin, kabinedeki yahudi bakanların ve ittihatçı paşaların desteği ile Filistin’e yerleşen ve orada büyük arazileri ele geçirip silahlanan yahudiler, 14 Mayıs 1948 yılında İsrâil Devletini resmen ilân ettiler.

   İsrâil Devletinin kuruluşu ile hemen ertesi günü Arap-İsrâil savaşı başladı ve yüzyıllardan beri huzur içinde yaşayan Ortadoğu karıştı. Amerika ile İngilizlerin her açıdan desteklediği ve sürekli silah yardımı yaptığı İsrâil, bölgede terör estirdi ve her savaştan topraklarını genişleterek çıktı.

   Asıl amacı Ortadoğu merkezli bir dünya devleti kurmak olan İsrâil, en büyük saldırıyı 5 Haziran 1967 günü sabah erkenden Mısır askerî hava üslerine baskın şeklinde taarruz ederek başlattı ve 6 gün süren bu savaşta, Sina Yarımadası, Gazze, Batı Şeria, Golan Tepeleri ve Kudüs’ün tamamını ele geçirdi. Bu savaş İsrâil’de günlerce kutlandı ama kader penceresinden baktığımızda gerçekte onlar için sonun başlangıcı oldu.

   Firavun’un atalarına yaptığı zulmün kat kat fazlasını yurtlarını işgal ettikleri Filistinli müslüman kardeşlerimize yapan, dilediği kimseleri öldüren, dilediği kimseleri tutuklayan, dilediği kimselere işkence yapan ve Birleşmiş Milletlerin hiçbir kararını tanımayan terör devleti İsrâil’e,

   Günümüzde belki dur! Diyecek bir güç yok ama kesinlikle bu zulüm ve baskı devam etmeyecek ve İsrâil Devleti pek yakında ilâhî gazaba uğrayıp haritadan silinecek.

   İlâhî gazaba uğrayıp helâk olan toplumlara baktığımızda!
    İlâhî gazabın öncü sinyallerinin belirmeye başladığını ve kader ibresinin terör devleti İsrâil’in aleyhine dönmeye başladığını söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Hiç kuşkusuz çok yakın bir zamanda artık Filistinli anneler gülecek, İsrâilli anneler ağlayacak ve ikiyüzlü sahte insan hakları savunucusu ülkeler de terör devleti İsrâil’in üzerine atılacak akıllı füzeleri seyredecek.

   Kuşkusuz Allah’ın (c.c.) takdir ettiği vakit gelince, madde âlemindeki sebepler kuralı devreye girecek ve öncelikle Amerika kendi derdine düşüp İsrâil’i terk edecek. Sonra Müslüman-yahudi savaşına dönüşecek, Peygamberimiz (s.a.v.) in haber verdiği zafer gerçekleşecek ve dünya siyonizm fitnesinden kurtulup huzura kavuşacak!..

www.ihvanlar.net – Ahmet Tomor Hocaefendi

PAYLAŞ