Ehli Sünnetin önemine dair Cumhurbaşkanına mühim mektup

   Besmele, hamdele ve salveleden sonra; İtikad hassasiyeti için cumhurbaşkanına mektup:

   Ey Reis-i Cumhur,

   Hazret-i Peygamber Aleyhisselam buyurdu ki:

“Bir saatlik adalet, altmış yıl ibadetten evladır.”

   O zaman size, Cenab-ı Hakk, diğerlerinin altmış yılda kazanabileceğini bir saatte kazanma fırsatını vermiş demektir ki, bundan daha büyük bir devlet ve muvaffakiyet olamaz.

Halk, İslam meliklerinin adaletine, melikler ise ulemanın nasihatine muhtaçtır. O vakit haddimiz olmayarak birkaç cümle ile sizleri Allah için ikaz etmek vazifemizdir.

Sizi mahşer günü arşta gölgeleyecek olan adaletin ne olduğu, modern veya batı hukuk kitaplarında inancımıza uygun olarak yazmaz. Adalet demek, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaatin ta kendisidir. Buna böyle itikad ettik ve tarih de bunun böyle olduğunu gösterdi. Şimdi meseleyi fazla uzatmadan altı veya yedi misal vereceğim ki, Ehl-i Sünnetin ve ona ittibanın önemi ve ehl-i bidatın şerrini anlayabilelim

   İslam şanlı tarihinde nice devletler ve sultanlar gelmiş, nice zaferler kazanmış, devletleri kısa veya uzun ömürler yaşamış ve yaratılışın kanunu olarak geçip gitmişlerdir. Bu devletlerin idarecileri ne vakit Ehl-i Sünnete hizmet etmişse ve Ehl-i Beyte hürmet göstermişse, Allah onlara zaferler müyesser kılmıştır. zira Ehl-i Sünnet sevilmesi farz olan Ehl-i Beyti her vakit baştacı etmiştir. Ne vakit Ehl-i Sünnetten yüz dönmüşlerse, Allah onları hem bu âlemde hem de ahirette zelil kılmıştır. Bir de, İslam devletleri bazen Ehl-i Sünnete bağlı olduğu halde, ehl-i bidat akımların ihanetlerine uğramış, ya terörüne maruz kalmış, ya işgalcilerle iş birliği yapmış ve nihayet devletin yıkılmasına sebep olmuşlardır.

   Hulefa-i Raşidinden sonra fetihleri ile bugünkü İslam topraklarının sınırlarını belirleyen Emeviler, çok güçlü olmasına rağmen Şia mezhebinin gizliden gizliye çalışmaları sonucu yıkılmış ve daha dün Emevi hazinesinden ihsan alan dalkavuklar, devlet yıkılınca Emevi ailesinin her ferdini öldürmek ve gammazlamak yarışına girmişlerdir. Emevi tarihine ait bugün hiç birinci el kaynak eser bulunamamasının sebebi de bu katliamdır. Bu katliamdan kurtulan bir Emevi şehzadesi Afrika’da dayıları olan Berberi kabilelerine sığınmış ve yüzyıllarca anlatılacak olan Endülüs rüyasını dünyaya yaşatmıştır.

   Emevilerin halefi olan Abbasiler devrinde ise, Ehl-i Sünnet dışı hareketlerin o kadar çok hareket ve zararı olmuştur ki, anlatmakla bitmez. Halife Harun Reşid devrinde, Ehl-i Sünnetin gözbebeği olan İmam-ı A’zam’ın fıkhı bir ışık gibi İslam âlemini kaplamış, ayrıca İmam Malik’in Muvatta’sı kanun yapılmak istenmiş ve ayrıca İmam A’zam’ın talebesi İmam Ebu Yusuf devletin başkadısı olmuştur. İşte bu Allah’ın razı olduğu istikametti ve buna paralel de Cenab-ı Hakk Harun Reşid’e dünyaya hâkim olma kudretini bahşetti. Gün geldi, Harun’un evladı Memun halife oldu, lakin felsefecilerin ve ehl-i bidatin tesirine kapıldı ve ülkede artık Mutezile’nin sözü geçer oldu. Artık ülkede huzursuzluk başgösterdi, Ehl-i Sünnetin rehberi olan âlimlere işkenceler yapıldı ve hatta idam edilenler oldu. Öyle ki, Ahmed bin Hanbel dahi Ehl-i Sünnet’i müdafaa ettiği için işkence gördü, İmam Şafii takibata uğradı, Muhammed b. Nûh, Ahmed b. Nasr el-Huzâî şehid edildi velhasıl Ehl-i Sünnet Müslümanlar nefes alamaz hale geldi. On altı yıl süren Ehl-i Sünnet’e savaş hali, Halife Mütevekkil devrinde sona ermişti ve lakin devlet de eski gücünü ve kudretini yitirmişti. İşte sırtını Ehl-i Sünnet’e dayayan Harun Reşid’in kudreti işte Ehl-i Sünnet’e savaş açan bazı evlatlarının acziyeti. Ehl-i sünnet her daim vardır ve var olacaktır. Mesele bu değil, asıl mesele devletlerin devamı Ehl-i Sünnetle kaimdir ve mezkur olaylar bunu göstermiştir.

   Bu sırada İslam tarihinin en önemli terör olayı meydana gelmiş, 930 senesinde Şia menşeili terörist bir grup olan Karmatiler Mekke’yi basmışlar, katliam yapmışlar ve Kabe-i Muazzama’dan Hacerü’l Esved-i çalıp götürmüşler ve daha sonra zamanın halifesi yüksek bir ücret mukabilinde geri alabilmiştir.

   Ne acıdır ki, yüzyıllar süren hâkimiyetinden sonra Abbasiler de tarihin derinliklerine gömülmüş ve hatta yıkılışı da yine Ehl-i Sünnet düşmanlarının eliyle olmuştur. Şöyle ki, Moğol belası İslam dünyasını yakıp yıkmış, hilafet şehri Bağdat’ın kapılarına dayanmıştır. İşte bu sırada Moğollarla kim işbirliği yapmıştı dersiniz? Her daim İslam âlemini arkadan hançerleyen Şia. Hem de Hülagu’ya vezirlik ve rehberlik eden de ünlü Şii âlimi ve bugün dahi Ahlak isimli eseri okunan meşhur Nasıruddin Tusi’dir. İşte bu Şii âlimin vesilesiyle Bağdat düşmüş ve İslam âleminin başı olan Halife Mutasım çuvala koyulmuş, sopalarla işkence ile öldürülmüştür. Unutulmamalı, Moğollara İslam coğrafyasında rehberlik edenler Şiiler ve Haşhaşilerdir.

   İslam âleminin parlayan yıldızlarından olan Gazneliler, Sünni akaidini yaymaya ve Şiiliği her türlü şiddetli tedbirlerle imhaya çalışmıştır. Hindistan’ı İslamlaştırmak için on yedi sefer düzenleyen Gazneli Mahmud, kendisine pek çok destek verdiği  Multan Emiri Ebu’l-Feth Dâvud Sünnilikden ayrılıp Bâtınî görüşleri yaymaya başlamış ve Sultan Gazneli Mahmud’a ihanet etmiştir. Cihad seferleri olan Hint seferlerinde Gazneli Mahmud’u yüz üstü bırakmıştır.

   Aynı çağda Selçuklu İmparatorluğu İslam’a sancaktarlık etmeye başlamış, Sultan Alparslan Anadolu’ya gelmiş ve kutlu veziri Nizamülmülk İslami ilimlerin ihyası için medreseler inşa etmiştir. Bu sultan ve vezir Ehl-i Sünnet itikadını o kadar çok önemsemişlerdir ki, yaptıkları hizmetlerinin karşılığı olarak Cenab-ı Hakk zaferler bahşetmiştir onlara. Romen Diyojen’in sırtını yere vuran Sultan Alparslan’a göre bu zaferlerinin sırrı “milletinin sahip olduğu tertemiz itikattır.”

   Daha sonra da, Melikşah devrinde aynı güç kudret devam etmiş ve aynı itikadi hassasiyet korunmuştur ve İmam Gazali gibi bir zat bu devlette insan yetiştirmiş ve kitap yazmıştır.

   Selçuklu’nun da zayıflamasına sebeb olan Şia menşeili Haşhaşi hareketidir ve hem vezir Nizamülmülk’ü şehit etmişler hem de sultanlara dahi acımadan suikast düzenlemişlerdir. Ve nihayet devlete öldürücü darbe olan Moğol istilasına öncülük eden Şiiler, tıpkı Abbasilerde olduğu gibi Selçuklularda da yıkıma sebeb olmuştur.

   Doğunun sultanı lakabına sahip Selahaddin Eyyubi de, Ehl-i Sünnete pek düşkün ve müfsid Şiilere karşı hep teyakkuz halinde idi. Nasıl olmasın ki? Kendisi Kudüs’ü kâfirlerin elinden almak için program yaparken Şia Fatimiler devamlı iş çeviriyor ve hatta tarihte kayıtlı bulunan haçlılara da işbirliği yapmaktan çekinmiyorlardı. Selahaddin ise Mısır’da, Şam’da ve Filistin’de, Sünnî düşünceye ve fıkha sahip pek çok medrese kurmuştur. Mısır’daki Nasıriye medresesi, Kamhiye medresesi ve Seyfiye medresesi, Dımaşk’taki Salahiye medresesi ve yine Kudüs’teki Salahiye medresesi bunlardan bazılarıdır. Bundan dolayı Allah ona şecaat verdi ve Kudüs fatihi eyledi.

   Kısa zamanda Asya’dan çıkarak büyüyen Emir Timur, Ehl-i Sünnete büyük önem atfetmiş, ulemaya tazim etmiş ve onların duası ile 17 senede muazzam bir imparatorluk kurmuştur. Tabi kendisi büyüyünce ehl-i bidat hareketler kendisine suikast düzenlemiş ve kurtulmuştu. Daha sonra, İslam’ı içten yıkmaya çalışan Hurufilik akımının lideri Fazlullah-ı Hurufi’yi yakalamış ve öldürterek İslam âlemini sevince gark etmiş ve âlimlerin duasını almıştır. Daha sonra, 17. Asırda Ekber Şah denen kişi devletin başına geçmiş ve itikadı bozuk danışmanları etrafına doldurduğu için kendi itikadı da bozulmuş ve yeni bir din olan Din-i İlahi’yi tesis etmişti. Halkı bu dine girmeye zorlamış, eza ve cefa etmiş ve mücedditlerin şahı İmam-ı Rabbani hazretlerini dahi üç sene kalede hapsetmişti. İşte Ehl-i Sünnet düşmanı danışmanların neler ettiği tarihte kayıtlıdır. Bu sebeple devlet zayıflamış ve birkaç asır sonra İngilizlerin işgaline uğramıştır.

   Daha evvel Osmanlı kuruldu ve âleme nam saldı. Kurulduğu ilk andan yıkılışın son evresine kadar hep Ehl-i Sünnetin mihmandarlığını yaptı. Bütün kanunlarını ve idaresini buna göre düzenledi. İşte bu yüzden müfrit bir Şii hareket olan Safeviler Yavuz Sultan Selim döneminde devleti zor durumda bırakacak isyanlarda bulundular. Bugünkü paralel yapı gibi halkı kandırarak Anadolu’yu bölme hareketine girdiler. Yavuz, evvela bu ehl-i bidati tenkil eyledi ki, devletin bekasını ve büyümesini sağlasın. Kanuni devrinde ise, suret-i haktan gözüken İsmail Maşuki ve adamları eğer önlenmeseydi halkı ifsad edecekti ve devlete karşı ayaklandıracaktı.

   Yine Osmanlı’yı zor duruma düşüren Kalenderiler ve Celaliler, hep Ehl-i Sünnet düşmanı gruplardı ve az güçlendikleri vakit devlete kafa tutmuşlardı. Devleti yıkımın eşiğine kadar getiren bu belalar, Ehl-i Sünnet bilincinde olan sultanlar sayesinde atlatıldı.

   İkinci Mahmut Han devrinde ise Şia haricinde isyancı yeni bir güruh ortaya çıkmış ve kutsal toprakları kana boyamıştı. Necidli Muhammed bin Abdülvvehab’ın avanesi olan bu hariciler Harem-i Şerif’te Müslüman kanı dökmüşler ve devlete başkaldırmıştılar. Zararı büyük olan bu ayaklanma zorla da olsa bastırılmış ve nankör reisleri devletin başkentine getirilerek cezalarını bulmuştular.

   Cennetmekan Sultan İkinci Abdülhamid Han, devrinde ise dinde reformistler çalışmalarını arttırmış, merkez olarak Mısır’da bulunan Ezher’i seçmişler ve orayı ifsad ederek işe başlamışlar. Tuhaf olan bu reformcuların gayesi dini ifsad iken sonuçları devlete ve siyasete zarar vermiştir. Çünkü, İslam’da din ve devlet birdir, bütündür. Cemaleddin Efgani adlı aslı İran olan bir zat, İstanbul’da Türkçülüğü pohpoplamış ve hatta ünlü Türkçü Mehmet Emin Yurdakul’u kendisine hayran bırakmış, İran’da Arap düşmanlığını pekiştirmek için şah ile görüşmelerde bulunmuş ve Mısır’da ise; “el-Mısri Mısriyyun” yani “Mısır Mısırlılarındır” söylemini mecmualarında yazdırarak İslam âlemini ırkçılık belası ile tanıştırmıştır. Bu adamlar Mısır’ı İngilizlerin işgal etmesine zemin hazırlamış ve nihayet 1917’de Mısır bizden kopmuştur.

   Sultan İkinci Abdülhamid Han’a karşı ayaklananları göreceksiniz ki, ortak özellikleri Ehl-i Sünneti hakir görmeleri, mezhep düşmanı olmaları, modernizmi ve kavmiyetçiliği savunmaları. Düşünün ki, İttihat Terakki gibi Türkçü bir teşkilat ile, Kürt olan Said-i Nursi bir araya gelmiş, Halide Edip Adıvar gibi mason bir kadınla el ele Selanik ve daha başka yerlerde Halife aleyhine mitingler düzenlemişler, sözde istibdat yerine meşrutiyet istemişler ve hatta bu ümmetin yarısını bu söze feda etmeye rıza göstermişlerdir.

   Ehl-i Sünnet akaidinde meşru bir devlet başkanına isyanın hükmü ve cezası alenen yazılıdır ve bu Kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Bu böyle iken, daha sonra bu isyancılar cumhuriyet rejimi tarafından halkımıza münevver, din âlimi gibi tanıtıldılar. Halk; “çocuklarımız dini eğitim görsün, alnı secdeye varsın” gibi temiz düşüncelerle evlatlarını bu düzen tanımaz, Ehl-i Sünnet düşmanı, hevayu hevesleri ardından giden asilerin yeni türedilerine teslim ettiler. İşte sonuç ortada: 15 Temmuz Kalkışması. Bu hareketi sadece siyasi veya sosyal bir olay gibi görmek hakikati örtmek demek olur. Zira o gün, Ehl-i Sünnet olan halk devletinin yanında, itikadı bozuk zümreler ve şahıslar ise bu hareketin içindeydi.

   Velhasıl, İslam tarihinin başından günümüze yukarıda gördüğünüz gibi, Ehl-i Sünnet Müslümanlar İslam Devletinin hep yanında olmuş, canını, malını, kanını Allah için feda etmiştir. Ve hep ehl-i Sünnet düşmanları yıkıcı hareketlerin içinde olmuş ve İslam devletlerine baş belası olmuştur.

   Peki bu tarihi hakikat ortada iken yapılması gereken şey nedir; Ehl-i Sünnet dışı kurum ve şahıslarla devletin irtibatı kesmesi ve onları kayırmayı bırakmasıdır. Zira Hazret-i Allah doğruların yardımcısıdır. Günümüzde, Ehl-i Sünnet düşmanı şahıs ve kurumlar bilmeden veya bilerek desteklenmeye devam ediliyor ve 15 Temmuz Kalkışmasından ibret alınmıyor. Ve hatta başbakanlığa başdanışman olarak Şiisevici bir şahıs getiriliyor.

   Meşhur bir sosyoloğun (pek çok görüşüne katılmamakla beraber) şu tespiti pek doğrudur:

“İslam dünyasında yıkıcı hareketler seküler suretle gelmez, tamamen İslami kimlikle gelir.”

Bu tespitin doğruluğunu tarih bize göstermiş ve daima Ehl-i Sünnet dışı hareketler İslami bazı mefhumları kullanarak isyan etmişlerdir.

   Vezir Nizamülmülk’ün dediği gibi, “sultanın danışmanları sultanın mühürleridir. Müfsid vezir müfsid mühürdür.” Demek ki, devlete düşen vazifeler; İslamın kendisi olan Ehl-i Sünnet’i muhafaza etmek, ehl-i bidatı kendinden uzaklaştırmak, her devire göre oynayan alim sıfatlı lakin ehl-i sünnet düşmanı kimselere rağbet etmemek, Diyanet İşlerine en alt kadrosundan en üst kadrosuna kadar halis Ehl-i Sünnet kişileri yerleştirmek ve oralardan laik, mutezilî, şia, vehhabi kimseleri temizlemektir.

   Unutmayınız, devlet başkanları birer çoban gibidir, halkın mesuliyetleri onlara aittir. Tebaa, devlet reisine Allah’ın bir emanetidir. İslam’da emanet yalnızca yedirme, giydirme ve barınma olarak değil itikaden de emanettir. Halkın canı nasıl muhafaza oluyorsa itikadı da devlet tarafından muhafaza edilmelidir. Yoksa yevm-i mahşerde Cenab-ı Hakk’ın suali pek çetindir.

Kaynak: Harun Çetin / www.muhalifmakale.com

PAYLAŞ
Etiketler