KUR’AN’A GÖRE SÜNNETİN HUCCET DEĞERİ

I. KUR’AN’A GÖRE SÜNNETİN HÜCCET DEĞERİ
    A. Cenab-ı Hakk, Peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V)’i Kur’an’ın açıklayıcısı, itaat edilmesi gereken bir örnek ve ahkamı teşrî’ eden bir merci olarak gönderdi.
Sünnet-i nebevîyenin islamdaki konumunu tespit etmek istiyorsak, sünnet-i nebevîyenin ve Resûl-i Ekrem (S.A.V)’in Kur’an’a göre haiz oldukları konumu anlamak için konuyu öncelikle islamın ilk kaynağından, yani Kur’an-ı Kerim’den, incelememiz gerekir.
Kur’an-ı Kerim’i incelediğimizde Cenab-ı Hakk’ın hikmeti gereği Hz. Peygamber (S.A.V)’e onun risaletiyle mütenasib birtakım sıfatlar ve özellikler bahşettiğini görmekteyiz.
Kur’an’a Göre Peygamber’in Haiz Olduğu Özellikler:
   1. Bunlardan biri Cenab-ı Hakk’ın Peygamberi, inzal ettiği Kitab’ın açıklayıcısı kılmasıdır. Cenab-ı Hakk şöyle buyurmaktadır: “Biz zikri sana indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni beyan edesin. Umulur ki, düşünürler”
Bu ayet-i kerime, Kur’an-ı Kerim’de insanlara müşkil gibi görünen ilahî muradı açıklama ve mücmel olarak varid olan hükümleri –ki bunlar Kur’an ahkamının önemli bir kısmını oluşturmaktadır- tafsil ederek beyanda bulunma ameliyesinin Peygamberin görevleri arasında olduğunu açıkça göstermektedir. Ayetteki “beyan” tilavetten ayrı bir şeydir. Bununla sözü daha açık bir ibareyle veya başka bir dille ifade etme kastedilmemektedir. Zira muhataplar fasîh Araplardan oldukları için Kur’an’ı gayet iyi anlıyorlardı. Kur’an, onların diliyle ve onların kullandığı uslûp ve ifade teknikleriyle inmişti. Onlar bu anlamda bir beyana muhtaç değillerdi. Kur’an, ihtiva ettiği manalara açıkça delâlet ettiğinden ifade zaafı ve giriftlik gibi belâğata aykırı hususlardan uzaktır. Peygamber (S.A.V) de Arapça dışında bir dil bilmediği için ayetteki beyan ile tercümenin kastedildiğini söylemek de mümkün değildir. Dolayısıyla beyan ile kastedilen şey tercümedir, denemez. Bilakis ayetteki beyan ile kastedilen şey, insanların ihtiyaç duyduğu türden bir beyan olmalıdır. Bu da iki kısımdır:
   a. Kur’an’da müşkil görünen murad-ı ilahî’yi açıklama anlamındaki beyan (beyanu’l-murad)dır. Zira bir söz belâğatın zirvesinde olduğu halde irade olunan mana bakımından müşkil olup, insanların çoğuna kapalı gelebilir. Böyle durumlarda izah ve beyana ihtiyaç duyulur.
   b. Namaz, zekat, oruç ve hac gibi ahkama ilişkin konularda Kur’an’da varid olan mücmel ifadeleri tafsil etme anlamındaki beyan (tafsîlu’l-mucmel)dir. Bu da sözkonusu mücmel hükümleri keyfiyet, zaman, adet, miktar, rükün, şart, âdâb ve diğer noktalar açısından açıklığa kavuşturmakla olur.
Bu ayet-i kerimeyle sünnetin önemli bir kısmının yani müşkil ayetleri beyan ve mücmel hükümleri tafsil eden kısmının hüccet oluşu kesinlik kazanmış olmaktadır.
Beyan, Cenab-ı Hakk’ın Peygamber’e tevdi ettiği bir vazife ve emanet ettiği bir görevdir. Binaenaleyh Peygamber (S.A.V)’i bu görevden ve bu emanetten soyutlamak mümkün değildir. Keza –önemli bir kısmı- Kitab’ın beyanı niteliğinde olan sünneti reddetmek, Kitab’a iman vasfıyla bağdaşmaz. Bu, aynı zamanda Kitab’ı da reddetmektir.

   2. Peygamber’e bahşedilen bir diğer özellik, onun bütün müslümanlar için uyulması zorunlu olan örnek insan (usvetun hasene) olmasıdır.
“Sizler için, Allah’a ve Ahiret gününe kavuşmayı uman kimseler için Allah Rasûlü’nde güzel örnekler vardır.”
Cenab-ı Hak, Peygamber’in kayıt şartsız bir şekilde güzel örnek olduğunu belirtmiştir. Bu, müslümanların söz, fiil ve davranışlardan oluşan bütün işlerde Peygamberi örnek edinmek ve ona uymakla emrolunduğunu gösteriyor. Aynı zamanda bu, sünnetin bütün kısımlarıyla hüccet olduğunun bir delilidir.

   3. Peygamber’e verilen özelliklerden bir diğeri ona itaatın Allah’a itaat gibi vacip kılınması ve Allah’a yapılan itaattan bağımsız olarak ayrıca zikredilmesidir.
“Biz her Peygamberi, Allah’ın izniyle itaat olunsun diye gönderdik.”
“Ey İman edenler, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ediniz.”
“Kim Peygamber’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.”
“Kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederse (bilmiş olun ki) onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği Peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimselerle birlikte olacaktır. Onlar ne güzel arkadaştır.”
    “Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasûlü’ne itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Şayet herhangi bir şeyde ayrılığa düşerseniz, Allah’a ve Ahiret gününe inanıyorsanız onu Allah’a ve Rasûlü’ne havale ediniz. Bu daha hayırlı ve akibet itibariyle daha güzeldir. Sana ve senden önce indirilene iman ettiklerini sanan o kimseleri görmedin mi? Onlar tağutun vereceği hükümle muhakeme olmak istiyorlar. Halbu ki onlar, onu inkar etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan ise onları derin bir sapıklığa düşürmek istemektedir.”

   Bu ayetler, Peygamberlerin sadece tebliğ ve ikna için gönderilmediğini bununla birlikte Allah’ın izni sayesinde itaat olunmak için gönderildiklerini açıkça göstermektedir. Bu ayetler, aynı zamanda yerine getirilmesi gereken iki tür bağımsız itaatın olduğunu; bunlardan birinin Kur’an’da yer alan ilahî emirlere itaat olduğunu, diğerinin ise Kur’an’da yer almayan ancak Peypamber tarafından tebliğ edilen emirlere itaat olduğuna da delâlet etmektedir.
Keza bu ayetler, insanların muhakeme ve çözüm için Peygamberin hayatında nebevî hüküm ve emirlerde ifadeye kavuşan, onun vefatından sonra da Kitap ve Sünnette varlığını sürdüren ilahî şeriata başvurmadıkça iman etmiş olamayacaklarını göstermektedir.
Bunlar, islamın bedahetle bilinen açık esaslarındandır.
“Hayır, Allah’a yemin olsun ki onlar aralarında vuku bulan ihtilaflarda seni hakem kılmayıncaya sonra da vereceğin hükmü gönül huzuruyla kabul edip teslim olmayıncaya kadar iman etmiş olamazlar.”

   4. Cenab-ı Hakk’ın Peygambere bahşettiği özelliklerden biri de teşrî’ yetkisidir.
“Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber’e uyanlar (var ya), işte O Peygamber, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygambere inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen Nur’a uyanlar var ya işte kurtuluşa erenler onlardır. De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize göklerin ve yerin sahibi Allah’ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur. O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah’a ve ümmî Peygamber olan Rasûlü’ne –ki O, Allah’a ve Onun sözlerine inanır- iman edin ve Ona uyun ki doğru yolu bulasınız.”
Bu ayetler Allah ve Rasûlü’ne imanı içermekte, bununla beraber bu imanın gereği olan emir ve teşrî’de Peygambere ve sünnet-i nebevîyeye itaatın lüzûmunu da ihtiva etmektedir. Zaten insanların nebevî davete ittiba etmeden hidayet bulmaları umulacak bir şey değildir.
Mezkur ayetler, aynı zamanda Allah Teâla’nın Hz. Peygamber’e bahşettiği teşrî’ yetkisini de kapsamaktadır. Ayet-i kerimedeki “O Peygamber, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar.” ifadesi de bu manayı teyid eder. Allah’ın helal ve haram kılması ile Peygamber’in helal ve haram kılması arasında itaatın gerekliliği açısından hiçbir fark olmadığı halde yukarıdaki ayette “helal ve haram kılma” eylemleri Peygamber’e isnad edilmiş ve bu husus Peygamberin gerçekleştirdiği ameller cümlesinden addedilmiştir. Bundan dolayı bir başka ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:
“Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. ”
Bu ayet-i kerime, şeriatın tek bir kaynaktan, yani Peygamber (S.A.V)’in ümmetine getirdiklerinden, alındığına işaret eder. Bunun Kur’an veya Sünnet şeklinde olması bir şeyi değiştirmez. Zira ikisi de vahiy kaynaklıdır.
“O (Peygamber) arzusuna göre konuşmadı; o (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.”
   Pekçok örneğinden sadece birkaçını aktardığımız bu ayetleri gözönüne aldığımızda şu gerçek tamamen ortaya çıkmaktadır: Ne Allah Rasûlü’nün sünnetinden müstağni kalmak mümkündür ne de Kitab’ın bizzat kendisini inkar etmeden Kitabı, onun hamili ve taşıyıcısı olan Peygamber’den ayırmak mümkündür. Bundan dolayıdır ki, İmam Şafiî şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın Kitabında yer alan farzları, Allah’ın emri olarak kabul eden, Allah’ın Peygamberinin sünnetlerini de kabul etmiştir. Çünkü Allah, kulları için, Peygamberine itaatı farz kılmış ve onun hükmüne başvurmalarını istemiştir. Kim Peygamberin hükmünü kabul ederse Allah’ın emrini kabul etmiş olur. Zira Allah, ona itaatı farz kılmıştır.”
Bu ayetlerin tetkikinden vardığımız kesin sonuç şudur:
Allah Rasûlü (S.A.V)’e itaat vaciptir. Zira Allah’a itaat, Allah Rasûlü’ne yapılan itaate bağlıdır. Vefatından sonra Allah Rasûlü’ne itaat, onun sünnetine ittiba etmekle mümkündür. Bundan dolayı ümmet fiilî olarak sünnetle amel etme konusunda fikir birliği (icma) etmiştir. Bu, islam ümmetinin ilk günden itibaren anladığı bir husustur. Bundan dolayı islam ümmeti, Peygamber döneminden beri, yaptığı teşrî’ faaliyetlerinde ve çözdüğü problemlerde Cenab-ı Hakk tarafından vaz’edilen bu rabbanî metodu takip etmiştir.

 Salih Ekinci Hocaefendi

PAYLAŞ