İhsan Şenocak’dan Soner Yalçın’a cevap: Kilise Çocuğu musun Soner!

Bu millet, mukeddasatını tahkir ve tezyif etmeyi fikir hürriyeti addeden yobazlar soyundan binlerce fikir hokkabazı görmüştür. Yarasa ışığa, onlar ise fikre hasımdır. Bunun için İslam söz konusu olduğunda her nev’i tahkir, tezyif, tahrif, ve tadlîli meşru görür, ihbar(!) etmeyi fikri bir ameliye addederler. Bu ameliyeyi küresel çapta yapanlardan farkları ise, İslam’a adavetlerinin onlardan daha fazla, fikrî kapasitelerinin ise daha düşük olmasıdır. Bu yüzden İblis’in bütün adamları mücadele tarzlarını güncellerken bizdeki yobazlar hep aynı denaatte kalmış, aynı senaryoları kurmuş, yine de “eski” diye İslam’a hücum etmiş, “yeni” diye Batı’nın çöplüğünden aldıklarının pazarlamasını yapmıştır. Bunlar ister ki, yine İstiklâl Mahkemeleri kurulsun, yine Müslümanlar önce asılsın sonra yargılansın, ezanlar İslam’ın emrettiği gibi değil, onların buyurduğu gibi okunsun, Allah’tan ve ahlaktan bahsetmek, yayımlanan bir genelgeyle yasaklansın… Bin yıllık İslam yurdunda “İslam” gurbete düşsün, ezanlar sussun, camilerin yolları yosun tutsun… Müslümanlar Allah’ın indirdiği, Rasulü’nün bildirdiği çerçevede değil de, Odatv’nin tayin ettiği ölçüler dairesinde bir İslam yaşasın…

Uzun zamandır hakkımızda sebbiyeler yazan fikir yobazları mahfili bir haber sitesi(!) kimdir, nedir diye baktım… Gördüm ki, Soner Yalçın adında bir müfterînin idaresindeki site, varlık sebebini İslam yolunu kapatma üzerine bina etmiş… Zavallı editör bilmiyor ki İslam her geceden sonra kat kat gömlek içindeki soğan gibi, güneş içinde güneş, gündüz içinde gündüz gibi geliyor. Oda TV kaleme aldığı iftiranamelerle “büyük gelişi”, Tanzimat’tan bu tarafa uyutulan kahir ekseriyete duyuruyor, adeta, “Uyanın, İslam’ın sonu gelmez sabahına hazırlanın!” diyor. İçine yalan ve öfke katarak da olsa İslam’ı anlattığımıza şehadet ediyor.

Umumi manada bakıldığında ahvâl ve havâdis, Allah Rasulü’nün(s.a.v.) haber verdiği bir İslam mucizesini tasdik ediyor; “Allah Azze ve Celle dini, facir bir adamın eliyle de teyid eder.”.

Nasipsiz

Soner Yalçın’ın birkaç yazısını okuyunca zihnimde içinde kokmuş et olan bir kavanozu yalayarak karnının doyacağını zanneden bir varlık canlandı. Fakat bu adam amuda kalktığından, bizden duyduğu ya da öğrendiği her ne varsa ağzından kin, nefret, yalan ve iftira olarak akıyor. Her ne alırsa alsın, ne okursa okusun sanki hazmı, midesi değil de, ağzı ve kalemi yapıyor…. Nasipsiz bir adam…

İftiraname

Malum Editor, Kemalist kadronun düşük profilli bir muhbiri olmaktan öte bir meziyete sahip değil; Fikir haysiyeti sıfır, iftira kabiliyeti yüz… Erken dönem Kemalistleri kendilerince İslam’ı tahkir ve tezyif masalı inşa etmiş, senaryolar yazmış, memleket düşmanı olarak gösterdikleri vatanperver Müslümanları evlerinde “Elif-Ba” okuttuklarından dolayı “mürteci” ilan edip zindanlara atmışlardı. Soner Yalçın, tam da ilk Kemalistlerin durduğu yerde duruyor. Atalar yoluna bağlı, tam bir gelenekçi… Bir adımlık bir mesafe kat edememiş… Yeni bir şey ortaya koyamamış. Adına yazı dediği “iftiraname”yi oradan bir cümle, buradan bir cümle araklayıp, aradan bazı kelimeleri de hazf ederek terkip etmiş… Sonuç, yüzyıllık “irtica”, mürteci” masalının basit bir kopyası… Bir müsvedde lakin altı kaval, üstü şişhane.. Bu soydan gelenlerde bir tane bir şey üretecek, yol açacak, ataları taklit marazından kurtulacak fikir namusu haysiyetine sahip bir adam çıkmayacak mı?! Hani “din” sizi geri bırakmıştı; “İslam mani-i terakkiydi.”. Yüz yıldır Devletin idaresinde İslam yok. Muasır medeniyet seviyesini niye yakalayamadınız. İlimde bir Ebussuûd, sanatta bir Baki, fende Ali Kuşcu, Denizde bir Barbaros, siyasette bir Fatih çıkardınız da biz mi göremedik ya da buna İslam mı mani oldu?!

Kilise Ahlakı, İngiliz Aklı

Nedendir bilinmez. İblis, Anadolu coğrafyasına atadığı kadrosunun hareket ve hakaret planlarını güncellemiyor. Bu yüzden Kemalistler Batı’nın, İslamcı Modernistler de Mısır ve Hint coğrafyasının bit pazarı olmaktan sıkılmıyor… Kendilerine aitmiş gibi gösterdikleri bütün sebbiyeler, ithamlar, iftiralar ya Kilise ahlakının kirlettiği Batı’ya ya da İngiliz aklının mayaladığı Hint-Mısır coğrafyasına ait…

Fildişi Kulesindeki Cehalet Anıtları

Dağın tepesinden şehre bakanlar insanları cüce, kendilerini de dev görürmüş… Fikir yobazları da âlemi, yüzyıl önce çıktıkları tepelerden seyrettiklerinden dolayı ağyarı ahmak yerine koyar, her nev’i yalana inanacağını zanneder, masallarının “hakikat” niyetine okunduğunu düşünür. Bilmezler ki aşağıdan bakıldığında dağın tepesinde karargah kuranlar da nokta kadar görülüyor. Bu yüzden muhatap kitleleri azalıyor, bağlılar kadrosu eriyor, yalanları milyonları uyandırıyor.

Ününü İslam’a ve Müslümanlara saldırmaktan alan haber sitesi, “Kur’an-ı Kerim”e olan muhabbetinden(!) dolayı -haşa- Kur’an-ı Kerim’de hata var, kıssaların bir kısmının masal, ayetlerin tarihsel, Cihad ayetlerinin Allah’a değil Rasulü’ne ait olduğunu iddia ederek Kur’an’ın Peygamber tarafından uydurulduğunu savunan Mustafa Öztürk müdâfî kesildi…

“Ayasofya’da dans İslamcıları kızdırdı.”[1] manşeti atarak İslam’ın ulu mabedinde dans edilmesinden keyif alan bir anlayışın Kur’an-ı Kerim’e saldıran grubun tezkiye memurluğuna soyunmasından daha tabii, ne olabilir?!

Eğer editor bütün bunları fikrin ve haberin namusu adına yapıyorsa neden derdi, davası mahza fikir olan muzdariplere saldırır? Kilise’nin aleyhinde, İslam’ın da lehinde haber yapmayan bu kafayı en müseccel İslam düşmanlarının yaşadığı iklimlerde dahi görmezsiniz. Lakin Soner Yalçın bir şeyi ihmal ediyor ki, o da Milletin zihninde, İslam’ın hasmı olarak yer bulan Odatv’nin tezkiye ettiği her kim varsa o melun kabul edilir. Bu yüzdendir ki kendi adına Kur’an’ı müdafaa edenlere hakaret eden her kim varsa onları retweet eden Mustafa Öztürk, büyük oyunun zahir olmaması için Odatv’den tek bir retweet yapmadı. Her şeye rağmen bu aziz millet bozacının niçin şıracıya şehadet ettiğini unutmayacaktır.

Ataların İzinde Bir Mukallid

Soner Yalçın namındaki muharrir atalarının yolunda doğrularla yalanları terkip edip “hakikat” diye servis ederken ne aldattığı okurundan ne de hakikatten ar ediyor. Bir tarafı Büyük Doğu, bir tarafı tasavvuf olan bir Mü’mini “Hizbullah”la ilişkilendirecek kadar sefalete savruluyor:

İki Doğru Bir İftira

“Prof. Öztürk’e yanıt, ‘Kadınlar kot pantolon giymesin, kaşını almasın, üniversiteye gitmesin’ diyen Diyanet görevlisi İhsan Şenocak’tan geldi: ‘Bu sözler Charlie Hebdo’dan daha tehlikeli. Kur’an’a saldırmaya devam ettiği müddetçe menzilimizden çıkmayacağını bilmesini isteriz.’

Charlie Hebdo; El Kaide’nin dokuz çalışanını katlettiği Fransız dergisi…

Menzil; Hizbullah’ın bir kolu…”[2]

Doğrularla yanlışları böyle bir ambalaj içinde İblis bile sunmakta zorlanır… Lakin -dediğimiz gibi- bu İblis oyunu özgün değil, taklit… Soner’in doğrularına gelince… Evet Müslüman babalara çağrıda bulundum, sorumluluklarını hatırlattım. Onlara önce Allah Rasulü’nün (s.a.v), “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz. Devlet başkanı çobandır ve sürüsünden mes’uldür. Erkek ailesinin çobanıdır ve o da sürüsünden mes’uldür.”[3] hadis-i şerifini hatırlatıp, Diyanet İşleri Başkanlığınca basılan mealde, “Ey İman Edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan olan ateşten koruyun.”[4] şeklinde tercüme edilen ayet-i kerimeyi okudum. Cami cemaatine mevzunun tefsiri çerçevesinde çocuklarına sahip çıkmalarını söyledim, mezkur ayete göre de çocuklarına İslam’ı anlatmayan ve ona göre yaşamaya davet etmeyen babaların çocuklarını Cehennem’den koruma vazifelerini ihmal ettiklerini ifade ettim. Ehl-i imana müteveccih olan “Ehl-ü iyâli” ateşe atmama çağrısı bana değil, lazimî mana itibariyle Allah Teala’ya aittir. Söz konusu vaazda, Allah Azze ve Celle’nin Müslüman kadınların sokağa çıkarken üzerlerine almalarını emrettiği “cilbâb”ı, Mustafa Kemal’in emriyle Elmalılı Hamdi Yazır’ın kaleme aldığı, 1939 yılında da Diyanet’in bastığı tefsirde ifade ettiği şekilde anlattım. Nitekim Merhum Elmalılı “cilbâb”ı, kadını, “baştan aşağı örten çarşaf, ferace, car gibi dış kisveler…”[5] şeklinde tarif etmektedir. Sair müfessirler de “cilbâb” kelimesini bu bağlamda tefsir etmişlerdir.

Müslümanların yekûnunun insanlara ma’rûfu emir ve onları, münkerden nehye memur olduklarını bildiren Al-i İmran suresi 110. Ayet-i kerimesi, tesettürü anlatmanın bütün Müslümanlara şamil ilahi bir emir olduğunu beyan eder. Ben de bu ayet-i kerime çerçevesinde amel edip Müslümanlara helallerden ve haramlardan bahsettim.

Ne yapsaydım Soner ?! Müdafaasını yaptığın İlhami Güler gibi, -haşa- “Bu ayetleri çıkarın Kur’an’dan. Bu asırda böyle ifadeler mi olur ?!” edepsizliğinde mi bulunsaydım. Ya da “Müseccel dinsizler rahatsız oluyor, bu yüzden Cehennem’den bahseden ayetlerin tedavülden kalktığını mı?!” söyleseydim. Müslümanlara, “Tesettür Kilise muhibbi Soner’in göz zevkini bozuyor, mahremiyetten, hicaptan bahseden ayetler bundan sonra okunmasın ve yaşanamsın?!” diye nutuk mu atsaydım. Allah Azze ve Celle aile reislerine kendilerini ve terbiye ile yükümlü oldukları ehl-ı iyâlini Cehennem’den korumakla sorumlu tutuyor. “Soner bunu yasakladı, bu ayetleri okuyanlara saldırıyor mu deseydim?!” Ya da Odatv olarak avukatlığını yaptığın Mustafa Öztürk gibi ayetler tarihsel ve yereldir bizi bağlamaz mı deseydim?! “Fazlurrahman’ın tarihsellikle alakalı görüşleri de tarihsel oldu” artık Kur’an’daki tevhid anlayışı da tarihseldir diye naralar mı atsaydım?! Ne buyurursun Soner Yalçın! Hadisat-ı Diniyyeye bu derece burnunu soktuğuna göre rüfekanla birlikte bir Diyanet de sen kursan… Orada İctihad yap, fetva ver, dincilik üzerine nutuklar at, yanına aldığın ilahiyatçılarla “Gerçek din bu” diye dinsizlik üzerine konuşmalar yap!

Kaş aldırma meselesine gelince, Allah Rasulü, kadınların kaş aldırmasını Allah’ın yaratış şekline müdahale bağlamında değerlendirmiş ve bu yüzden Buharî’nin de rivayet ettiği hadis-i şerifte, “Allah yüz tüylerini yolan ve yolduran kadına lanet etsin”[6] buyurmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı da hadisi bu çerçevede mutalaa etmiş olmalı ki Diyanet İlmihalinde meseleyle alakalı kadınların kaş aldırmalarının yasak olduğu belirtilmiştir. Kaş aldırmayla alakalı beyanımın kaynağı Allah Rasulü’nün ifadesi ve Diyanet’in ilmihalidir. Bu noktada ne buyurursun?! Hocalar ne yapsın?! Konuşmalarına son şeklini vermeden seni nerede bulsun, hangi barda, hangi eğlence merkezinde olursun?!

Madem İslam’la alakalı her hükme, her meseleye müdahil olma hakkını kendinde buluyorsun, İslam’ın emir ve yasaklarını anlatan mütefekkir, alim ve ariflere saldırıyor, Diyanet’e ihbarda(!) bulunuyorsun, boyun yetiyorsa git bir rakı sofrasında, üç beş yoldaşla bir manifesto yaz da Diyanet ve hocalar neyi anlatıp, anlatmayacağını senden öğrensin?! Böylece her gün “Dinciler” diye başlayan cümleler kurmaktan kurtulur, zamanı israf etmezsin.

Seraba Yalan/İftira

Diyanet’in Oda TV’yi ciddiye alarak bana sorduğu senin şu, “Kızların okumasına karşı olduğum” ifadesine gelince bu seraba yalandır. Bununla alakalı ne tek satırlık bir yazım, ne de konuşmam vardır. Aksine her defasında kız öğrencilere mahremiyete ve tesettüre riayet ederek okumayı telkin ettim ve mevzuyla alakalı da iki tane kitap kaleme aldım; “Tefekkürde ve Tesettürde İslam Diyen Kızlar” başlıklı kitabımın arka kapağına da mevzunun ehemmiyetine dikkat çekmek gayesiyle “Oku! Muallime ol, doktor ol, ev hanımı ol. Fakat bütün bunları annelik fıtratını yitirmeden ve mahremiyeti çiğnetmeden yap.” ifadelerini derc ettim. Buna göre ya yazdıklarımı okudun, anlamadın ya okumadan iftira attın ya da beslendiği yer tarafından her durum ve şartta Müslümanlara saldırmak üzerine eğitildiğinden dolayı doğrudan iftira ettin. Kız çocuklarının okumasına karşı olduğum yalanını yazarken hiç mi utanmadın, arlanmadın, haya diye bir şey öğretmediler mi size?! Sizin lügatinizde gazetecilik, Müslümana her nev’i iftirayı atma serbestliği midir?!

Kilise Çocuğu musun Soner?

Talmut’a göre, başına örtü örtmeden sokaklarda dolaşan bir kadını kocası mehir ödemeden boşama hakkına sahiptir. Talmut müfessirleri onun örtünmesini mütevazi, alçak başlı ve haddini bilmesi çerçevesinde açıklamıştır. Başörtüsü Yahudiler için, putperest kadınlarda olmayan bir ar ve namus simgesidir.

Tahrif edilmiş İncil’de ise, “Kadınların örtünmeleri, erkeklerin kadınlar karşısındaki üstünlüğü bağlamında açıklanmıştır.” Pavlus’a göre, “son derece alımlı bir şey olan kadının uzun saçı, ona örtülmesi için verilmiştir.”[7]

Kadının örtünmesiyle alakalı görüşlerini Korintoslular’a yazdığı bir mektupta açıklayan Pavlus’a göre her erkeğin başı Hz.İsa(as)’yı, kadının başı ise kocasını temsil etmektedir. Bu yüzden, başına bir şey koyarak ibadet eden erkek ile başına bir şey koymadan ibadet eden kadın, başlarını kirletmektedir.[8]

Hristiyan kadınlara örtünme çağrısında bulunan Tetulinin şöyle demektedir:

“Bakire! Yalvarırım başını bir örtüyle ört! İffetle edep silahına sarıl, etrafını hicab duvarıyla çevir, cinsiyetine ne kendi bakışlarının, ne de gelip geçen bakışlarının sızmayacağı bir duvar ör, kadınlara ait bu giysiyi bakireliğini korumak için taşı.”

St. Paul’un İncil’de başörtüsüne dair açıklamaları şu şekildedir:

“…Eğer kadın örtünmüyorsa saçı da kesilsin; fakat kadına saç kesmek yahut tıraş olmak ayıp ise örtünsün. Çünkü erkek Allah’ın sureti ve izzeti olduğu için, başını örtmemelidir; fakat kadın erkeğin izzetidir. Çünkü erkek kadından değil fakat kadın erkektendir; çünkü erkek kadın için değil fakat kadın erkek için yaratıldı.”[9]

Tesettüre dair okuyup tefsir ettiği ayet-i kerimelere tahammül edemeyen Soner! Kadının örtünmesini ar ve namus meselesi olarak gören Talmut’a, açık kadını kirli kabul eden, saçının kesilmesini gerektiğini söyleyen Hristiyanlığa karşı niçin sesin çıkmaz. Niçin örtüyü namusla açıklayan Havralar için, açık kadının saçının kesilmesini söyleyen Kilise için bir itirazın yok? Sizi besleyip de mi üzerimize saldilar ?

Kilise Aşkı

İnsanlık tarihinin en şeni cinayetlerini işleyen kiliseye karşı seni bu derece hayran bırakan, İslam’a ait değerlere karşı ise saldırgan yapan nedir? Neden, şehidlerin Kilise müziğiyle defnedilmemesinden rahatsız olursun?![10] Müslümanların İslam’a göre cenazelerini defnetme hürriyeti yok mudur?! Sen, “Beni kiliseden kaldırsınlar, cenazemde Kilise müziği çalsınlar, bir barın önünde şarapla yıkasınlar” diye vasiyyet etsen, bundan tek bir Müslüman rahatsız olmaz, bilakis “Namuslu bir adammış, yaşadığı gibi uğurlanmak istedi, toprağı bol olsun” der.

İnsan haklarından, vicdan hürriyetinden bahsedenler güruhu olarak müsaade edin de, bin yıllık İslam yurdu olan Anadolu’da Müslümanlar cenazelerini Allah’ın dinine göre kaldırsın.

Cahilin Böylesine İlk Defa Şahid Oldum

“Rabbena Farsça… Sahabe, Farsça… Mevla Farsça…” diyor, bundan hareketle Ezanın da Türkçe olmasını savunuyorsun.[11] Soner, hangi lügatte bu kelimelerin Farsça olduğunu gördün?! Ayıptır, günahtır…

Ezanın evrenselliğini inkâr noktasında yapıştığın Şia ezanıyla alakalı bir delil getirebilir misin? Elinde Allah Rasulü’ne uzanan bir rivayet var mı?! Bil ki, İslam ibtida’ değil, ittibadır. Sonra sen değil miydin? Ezandaki bestelerin kiliseye dayandığını iddia eden, Türkçe ezanı duyunca neden “avdeti” gibi avdet eyledin. Sen o aklın, o idrakin ve o beyninle Ezan’daki evrenselliği idrak edemez, İslam’daki ulvi manaları kavrayamaz, bu yüzden de onun “do-re-mi” ile söylendiğini zannedersin. Ezan notayla değil, yürekle okunur Soner! Osmanlı en büyük zaferlerini ezanları yürekle okuduğu yıllarda kazandı. Aşk, vecd ve çile yıllarında…

Baskı Yok Lakin Baskı Var!

Anlattıklarımı yaşama noktasında hiç kimseye baskı yapmadığım aşikardır. Lakin Kur’an-ı Kerim’deki tesettür ve mahremiyet mevzularını anlattığımdan dolayı baskı gördüğüm, hakarete uğradım, açığa alındığım, vazife itibariyle tenzil edildiğim, yobaz olmakla suçlandığım herkese malumdur… Her şeye rağmen kınayanın kınamasından korkmadan hakikati ilan ettiğim de ortadadır. Yasin Suresi’nin 17. Ayet-i kerimesinde de beyan edildiği gibi “Bize düşen açıkça tebliğ etmektir.” buyruğu çerçevesinde Müslümanları İslam’a sahip çıkmaya çağırma ödevime ölene kadar devam edeceğim…

Hain

Her yazıda ve konuşmada tarihselcilik gibi mevzuları “kim kalem ve kelam mücadelesi dışına taşırsa haindir”, dememe rağmen, malum site ve Cumhuriyet’ten iki yalan yobazı ilim meydanına çıkamayan M. Öztürk üzerinden bana iftira atıyor, Kur’an-ı Kerim’i müdafaa edenleri tehdit ediyor, şu meyanda haber yapıyor, “Mustafa Öztürk linç ediliyor.”. Ey Kur’an’a hasım olanlar! Birkaç kendini bilmezin dışında Mustafa’yı kim, nasıl linç etti?! Fakat yazımdan, konuşmamdan dolayı bana şu kadar yobaz, şu kadar yalan merkezi iftira attı. Lakin çıkıp “linç oldum” diye ağıt yakmadım. Ayetleri -Haşa- Allah Rasulü uydurdu diyen Mustafa’nın linç edilmesinden bahsediyorsunuz. Linç nedir? Mustafa’ya reddiye yazmak, onu münazaraya çağırmak mı?! Sahi, sizin Kur’an-ı Kerim’le ne kadar büyük bir meseleniz varmış. Mustafa her kitabında Kur’an-ı Kerim’e hakaret eder, onu okuyanların imanı sarsılır lakin yine de Mustafa’ya cevap verilemez öyle mi?! Yoksa Mustafa söylemek isteyip de söyleyemediklerinizi söyleyen biri olarak teşekkürü haketti, nasıl onu tenkit edersin mi diyorsunuz? Nedir linç? Nasıl linç edilmiş Mustafa?! Linçte, yalanda, iftirada üzerine adam var mı Soner?! Ama sen bütün bunlardan mazursun? Çünkü seni böyle inşâ etmişler, senden hak söz beklemek, zakkum dalında portakal aramak gibidir. Normal olan senin İslam’a ve Müslümanlara saldırmandır. Eğer Mustafa gibi beni de tezkiye etmiş olsaydın Müslümanlığımdan şüphe ederdim.

Suriye’de işlediği cinayetlerden hareketle Hizbullah’ı en ağır ifadelerle telin eden, bağlı bulunduğu Şia’ya kitap çapında reddiye yazan bir Müslüman’ı Hizbullah’la ilişkilendirmekten daha büyük bir iftira, daha büyük bir linç var mıdır Soner?! Gavurları taklit edeceksen tam taklit et, onlardan yalnızca İslam’a nasıl düşman olunacağını değil, i’mal-i fikri de öğren!

Hiçbir fikir fukarası, hiçbir Allah ve Rasul düşmanı, iftiranın böylesine cüret edemez. Yalanın da kendince kriterleri vardır, ne var ki İslam söz konusu olduğunda müseccel İslam düşmanları aşağıların en aşağısına savrulmada tereddüt etmiyor.

Büyük Yalan

Makalemi makaslayarak imal ettiğin şu büyük yalana bak: “Bu sözler Charlie Hebdo’dan daha tehlikeli. Kur’an’a saldırmaya devam ettiği müddetçe menzilimizden çıkmayacağını bilmesini isteriz.” cümlesi Mustafa’nın sebbiyelerine karşı, ‘Kur’an’ın Bir Kısmı “Masaldır” diyen bir Mustağrib’[12] başlığıyla yazılmış bir reddiyedir. “Menzil” kelimesinden “Hizbullah”ı çıkarmak, “Son-er” kelimesinde yer alan “er” hecesinden dolayı müsemmanın bir gerillanın adamı olduğuna hükmetmek kadar mantıklıdır. Şu muhteşem beynini bağışlasan da yarın bir gün öldükten sonra yoldaşların derin mevzulardan, yine senin gibi büyük yalanlar istinbat etse… Seleften halefe, nesilden nesle devam eden bu cehaletten hiç mi utanmaz, arlanmazsın?! “Pire”yi, “pir-i fâni”, “Şura 61”i, “61. Şura Kararı” şeklinde haber yapan sefil idrakin varislerinden itidal ve insaf beklemek muhaldir. Üstelik ilk baskısı 2016’ta yapılan “Kur’an Müdafaası” kitabımda terkip, “menzilimiz” şeklinde değil, “fikir menzilimiz” kaydıyla birlikte iken, neden “fikr”i ve “Kur’an-ı Kerim” terkibini verirken “Kerim”i çıkardın? Niçin? Kur’an’ın “Kerim” olması neden seni rahatsız etti?! Hristiyanların ya da Budistlerin bir ibaresini alıntılamış olsaydın aynı şekilde tazim ifade eden bir sıfatı hazf eder miydin? Sizi bu derece Ku’an-ı Kerim düşmanı yapan nedir?

Yaptığın bu tahrif ve tadlile hiç şaşırmadım, çünkü biz tamir davasındaki tahripçileri, en iffetli kadın Hz. Aişe’ye en iffetsiz isnatta bulunan İbn Übeyy’den beri iyi biliriz.

Yüzyıllık Masal

Önce bir tertip, ardından algı operasyonu ve peşinden linç kampanyası… Yüzyıldır masallarınız hep aynı… Bu yüzden inanılırlığınızı kaybettiniz. Kur’an’a hakaret eden bir akademisyene ilmi cevaplar vermeyi, “linç” olarak haber yapmak, Hizbullah’ı küresel sömürünün jandarması olarak gören birini Hizbullah’a isnat etmek, ikisi de yürüyor diye insanı hayvana kıyas etmek gibidir. Böyle bir kıyas da ancak sizin gibi bir üstün zekânın nasibi olabilir.

Müfteri Olarak Bedi Faik, Fikir ve Haysiyet Anıtı Olarak Üstad

Soner! Gör, bak atalarını nasıl taklit ediyorsun… 1952’de bir lise talebesi olan Hüseyin Üzmez, Malatya’ya gelen Vatan gazetesi yazarı ve sahibi Ahmet Emin Yalman’ı yaralar. Hadise, Kasım ayında Malatya da cereyan eder. Müseccel Allah ve Rasul düşmanları olay üzerinden azmettirici diye Üstad Necip Fazıl’a saldırır, Devlet’i göreve çağırırlar.

Hep birilerinin ellerinden tutmasıyla bir yerlere gelen Kemalistler, fikir cephesinde hezimete uğrayınca, sekretaryaları gibi gördükleri devlete ihbarda(!) bulunmuş, maalesef ki her zaman yalan ve iftiraları karşılık bulmuştur.

1960 kanlı ihtilali üzerinden kısa zaman geçmiş, cuntacıların etkilerinin her yerde görüldüğü günlerde Son Posta Gazetesi (1 Ocak 1962’de), “Necip Fazıl Kısakürek, siyasi, edebi, ilmi, ictimai kaleminin bütün cepheleriyle Son Posta’da” şeklinde bir duyuruda bulundu. Üstad Necip Fazıl, 10 Ocak 1962 günü yeni bir muhtevayla okur karşısına çıkan Son Posta’nın birinci sayfasında “Hal bu ki” başlıklı yazısı, üçüncü sayfada “Çerçeve” adlı köşede “Karakaluklar ve Arslan”, beşinci sayfada ise “O, ki Varlık o yüzden” başlıklı tefrikası yayımlanır. Son Posta’da yazmaya devam eden Üstad’ın ertesi gün Çerçeve adlı köşesinde “Kırmızı” başlıklı bir yazısı yayımlanır.

Kırmızı

Üstad, “Kırmızı”da Malatya muhakemesi sırasında bumbara sucuk tıkarcasına kırmızı bir arabaya doldurulup götürülüşünü, hapishanede yatağının bitişik olduğu kırmızı duvarı anlatır. Kırmızının ona zindanı ve zulmü hatırlattığını söyler. Bu yüzden, “Kırmızı’yı, mevsimler boyu, bayrağımla bazı masum meyveler ve çiçeklerden başka hiçbir yerde affedemem.” der. 1960’da -52’de olduğu gibi- kırmızı arabayla alınmaz lakin bir buçuk yıl yattığı zindanı, “kırmızının maden ocağı” olarak niteler. Göğsünün üzerine oturan kırmızı yakalı zindan bekçisine dair şunları söyler; “Marmara büyüklüğündeki ciğere hamsi balığının olduğu havayı bile çok gören ve tam bir buçuk yıl, kızıl yosunlu gözlerini üzerimden ayırmayan kırmızı yakalı zindan bekçisi!..

Adımı unuturum, seni unutmam!”

Bedii’den Soner’e İftira

Bugünkü yalan yobazlarının tahrif ve iftira soyundan nesebinin dayandığı Bedii Faik, 17 Ocak 1962 tarihli Dünya Gazetesi’ndeki köşesinde, çektiği işkenceyi yazıya döken Üstad’a saldırır, ifadelerini çarpıtır, sivil bir hapishanede kırmızı yakalı gardiyanların kendisine yaptığı işkenceyi ve çektiği çileyi remz ederken muşahhas olarak “gardiyan” kelimesini, bütün gardiyanlar rencide olmasın diye kırmızı çuhalı yaka üzerinden anlatmasından büyük yalanlar istinbat eder. Sivil hapishanenin gardiyanlarından ordudaki kurmay kadronun kastedildiğini iddia eden Bedii Faik, Meclisi, orduyu göreve çağırır… Bize karşı Diyanet’i göreve çağıran Soner’le, Üstad’a karşı Devlet’i vazifeye çağıran Bedii’nin iftira teknikleri aynı değil mi?!

Her zaman olduğu gibi seremoni yine Mustafa Kemal’le başlar… Aşağıdaki ifadeler Bedii Faik’in, Üstad’a cevap olarak karaladığını düşündüğü “Bir Kahpelik Karşısında!” başlıklı yazısından…

Kemalistler’in Üstad Karşısında Hezimeti

“Size misli görülmedik bir alçaklık belgesi uzatacağım. Bir elinizi yüreğinize bastırırken, diğerini göğsünüzden fırlayacak isyan sayhasını zapt etmek için demir bir yumruk yapıp ağzınıza dayayınız ve sonra şu kahpeliğe göz gezdiriniz.” Bedii, daha sonra, “Kırmızı” başlıklı yazısından iktibasta bulunarak fikir cephesinde aslanın karşındaki bir kedi gibi sükût etmeye mecbur kaldığı Üstad’ı, göreve çağırdığı rical-i devletin maharetiyle susturmayı arzu eder.

Bedii sebbiyesinde der ki, “Bir yobaz bozuntusu Atatürk’e hakaret edip bir buçuk yıl hapis yatmış ve sonra çıkar çıkmaz, daldığı zulmeti Tanrının bir ihtarı olarak görecek yerde, el yordamıyla dahi zulmün peşinde yürümekte ısrar eden bir başka zavallının gazetesinde, aynı Atatürk’ün ordusuna, kurmaylarına, ‘zindan bekçisi izbandut’ demekte, diyebilmektedir!…

… Ve daha hazini bu çakal ulumasından bugüne kadar tam altı gün geçtiği halde, Türkiye’de hiçbir makamın tek kıpırtı göstermemiş olmasıdır…

… Kör olası gözlerine şerefli kurmayların kırmızı çuhası batan sapıktan, bu köpek ulumalarını demokrasi zanneden uyuşuk iyimsere yazıklar olsun.”

Oda TV’nin açığa alınmamdan önce hakkımdaki, “Diyanet’in İhsan Şenocak sessizliği” ya da bize “taliban” olma isnadında bulunan malum din tacirinin ithamını esas alarak, “İhsan Şenocak’a Taliban Suçlaması” diye iftiraname karalayan akıl, Bedii’nin aklıyla aynı değil mi! Kilise hayranı Soner’in son yazsında “Erdoğan’ın gücü bunlara yetmiyor mu?” diyerek doğrudan devletin zirvesine operasyon yapma çağrısında bulunması, Bediice bir ameliye değilse nedir?!

Üstad, Son Posta’nın 18 Ocak 1962 günlü nüshasında Bedii Faik’e dair “Al” başlıklı bir yazı daha kaleme alır.

Dünya Adında Bir Çöp Tenekesi

Üstad’ın yazısından:

“Bab-ı Ali’nin Bab-ı Adi cephesinde ‘Dünya’ isimli çöp tenekesi boyunda bir kulübeye sığınmış bir köpek vardır ve adı Bedii Faik’tir.”

Bedii Faik’ten Soner’e kadar İHBARDA(!), tahrikte, tahrifte, müsevvitlerin ayrı olması dışında tek bir fark var mı?! Bu fikir yobazlarının yazılarından tahrik ve tahrifleri çıkarsanız geriye “kocaman bir hiç” kalır.

Bedii Faik güç odaklarına itimat eden bir muhbir gibi, Üstad’ı kalem yerine güçle susturacak olmanın sarhoşluğu içerisinde şöyle nara atar:

“…Hiçbir tevil, hiçbir şirretlik onu bu cenabet batağın dışına fırlatamaz. Bundan sonra söz Türk adaletinin ya da Türk tababetinindir.”. Bedii’nin yazısının hemen yanında yer alan, “Necip Fazıl Hakkında Koğuşturma Yapılıyor” başlık haberde, Milli Savunma Bakanlığı’nın Adalet Bakanlığı’na Üstadla alakalı bir işlem yapılıp yapılmadığını sorduğundan bahsedilir.

“Bab-ı Adi Tipine!”

Kemalistler ihbar(!) eder, Müslümanlar vazifeden atılır, hapsedilir, lince uğrar… Sonra da utanmadan fikir namusundan bahsederler…

Üstad, Bedii Faik’i konuşamaz ve cevap veremez hale getirdiği “Bab-ı Adi Tipine!” başlıklı 22 Ocak 1962 tarihli son yazısında şunları söyler:

“Üstüme söverek gel, bayılırım; fakat sövmen bir fikir öfkesine, bir düşünce sinirine bağlı olsun…

Böyle gelebiliyor musun?

Sen yalnız külhanbeyi lügatına göre sövüyorsun!

Sen yalnız ateş olmayan yerde duman tüttürmeğe bakıyorsun!

Bilgiyle gel, köle olurum; elverir ki, bu bilgi, hak ve hakikat çilesi yolunda yanlışlarla dolu olsa da, yine bir bilgiçlik olsun.

Böyle gelebiliyor musun?

Sen, yalnız kendine oyuncak edindiğin mukavva Dünya (gazetesi) içinde sahte gerçekler imal edip bunları insanlara yutturmaktan anlıyorsun!

Sen yalnız, arslanın iki ayağı arasına sığınıp, faaliyetine engel gördüğü kediyi rapor eden sıçana benziyorsun!

Fikrin yok, hakikatin yok, bilgin yok, ihlâsın yok, güvenin yok; ve düşün, bunlardan tek tek pay almış olacak çapta ahlâkın yok! …”

Amme Davası

Mevzu, mahkemeye intikal eder ve 14 Şubat 1962 tarihli Dünya’daki şöyle bir haber çıkar: “N. Fazıl kurmayları kasdetmemiş!”. Ne var ki gazetede, sistemin şımarık çocuğunu memnun edebilme adına bilirkişi kurulu diğer yazılarından hareketle Üstad’da suç unsuru bulunduğunu söyler ve Toplu Basın Mahkemesinde hakkında dava açılacağı beklenmektedir, der. Nihayet 22 Şubat tarihinde Üstad hakkında Milli menfaatlere zarar verici faaliyetten amme davası açılır.

Türkiye’de iktidar kim olursa olsun, Müslümanlar parya, Bedii Faik soyu seçkin sınıf muamelesi görmüştür. Onlar camiye söver, kiliseye methiye düzer, fuhşa özgürlük, tefeciliğe emek der, yine de rical-i devlet, mülkiye, adliye hep onlardan yana tavır alır.

Hulasa

Soner! Sana göre Ebu Leheb bir kahramandır, değil mi?! Onunla birlikte zikredilmekten rahatsız olmayacağın kanaatindeyim. Çünkü İslam’a karşı direnmiştir. Bugün biri kalkıp “Ben Ebu Leheb’in ameliyesine talibim” dese Öztürk’ün, Kur’an tarihseldir, iddiasını çürütmüş olur. Çağdaş Ebu Lehebler ancak bu cihetle bir kıymet arz eder. O halde her çağdaş Ebû Leheb Kur’an’ın tarihsel değil, zaman ve mekân üstü oluşunun tezahürüdür. Benim için bir müseccel yobazın tek kıymet ölçüsü budur. Hizbullah’a gelince, onu İslam’ı tahribe memur olma noktasında en az senin kadar zararlı addederim.

Senin ve bağlı bulunduğun iftira soyunun bir müşterek meziyeti var ki, dilini, fikrini, diyalektiğini idrak etmekten aciz olduğu fikir işçilerinden İslamiyet’e dair işaretler aldığında hemen devleti, orduyu göreve çağırarak onları susturmak.

Bütün bunlardan sonra, cehalet bir tasma olsaydi, kimin boynuna yakışırdı?! Müfterisin, muhbirsin, Allah ve Rasul yoluna çağıranlara hasım, zıddına muhibsin. İctimaî ve ahlakî krizin besleyicilerindensin. Çünkü Diyanet, hutbelerini hazırlarken sen ve adamların ne der, nereye saldırır, diye hesap ediyor, hastalığı muşahhas haliyle tayinden imtina ediyor. Ayrıca tesettürü anlatana saldırır, lakin ne kadın ticaretine, ne kadının meyhanelerde konstmatris olarak ayyaşlara içki servisi yapmasına, ne de otel odalarında peşkeş çekilmesine ses çıkarırsın. Çünkü İslam’ın ifade buyurduğu manada iffete de, izzete de düşmansın. Dolayısıyla nerede bir iffetsizlik varsa, dolaylı yoldan hâmîsi sensin. Kıymet ölçün ise, Kemalistlerin ihbarda(!) ve tezviratta geldiği seviyeyi göstermesi açısından mühimdir. Yoksa fikir cehdiyle seni muhatap almak fikre de, zamana da ihanet olur.

Aynı topraklarda yaşıyor olmanın yakınlığıyla sana şunu da söyleyeyim; Diyanet’i bırak Kilise’ye intisab et, Engizisyon mahkemeleri kur, bütün hocaların idamına hükmet! Bunu, ancak iftiralarıyla orta çağ papazlarına rahmet okutan, Kemalist ezberlerine uymayan her görüşü, her düşünceyi, her inanışı teröre bağlayan senin gibi bir adam yapabilir. Geç Kiliseye de sen de kurtul, sekretaryan olarak gördüğün Diyanet de kurtulsun. Eğer bu geçişi yapmazsan sadece tek derdi koltuklarını korumak olanlar için bir korku unsuru olacak, bizim için ise yazıların üçüncü sınıf bir muhbirin lüzumsuz sözlerinden öte bir mana ifade etmeyecektir.

İftiraları bizzat kendi adınla neşretmen cihetiyle, bunları basına kapalı ortamlarda yapan ve yayan, en üst makamlara gidip, “Efendim! Biz bu kalemle ve kelamla cevap vermekten aciziz, siz bu adamı devletin gücüyle susturun” diyen tarihselcilere ve onların yuvanlandığı malum gazeteye göre daha namuslusun!

Bu yazı, “Onlarla en güzel şekilde mücadele et.”[13] ayet-i kerimesi mucibince iftiralardan avdet edip Hak yolunun bir neferi olması gayesi ile kaleme alınmıştır.

[1]https://odatv.com/ayasoyfadaki-dans-islamcilari-kizdirdi-05011941.html

[2] https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/soner-yalcin/olmemizi-bekliyorlar-2966185/

[3] Bkz Buhârî, Cum’a 11, İstikrâz 20, İtk 17, 19, Vesâyâ 9, Nikâh 81, 90, Ahkâm 1; Müslim, İmâret 20.

[4]Tahrîm, 9.

[5] Elmalılı M Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul, t.y., VI, 3928.

[6] Buhari, ‘Libas’, 84; Müslim, ‘Libas’, 120.

[7] İncil, Korintoslulara Mektuplar : 39.

[8] İncil, Korintoslulara Mektuplar : 393.

[9] Korintoslulara birinci Mektup 11:3-10.

[10] https://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/soner-yalcin/diyanet-baskanidan-kilise-muzigi-onerisi-1194285/

[11] https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/soner-yalcin/farsca-oluyor-turkce-olmuyor-2746956/

[12] İhsan Şenocak, Kur’an Müdafaası, Hüküm Kitap, İstanbul, 1996, s. 268.

[13] Nahl, 125.

PAYLAŞ