İslam’da Adalet, adalet hakkında ayet hadis ve kıssalar

AYET-İ KERİMELER
   Al-İ İmran/21- Allah’ın âyetlerini inkâr edenler ve haksız yere peygamberleri öldürenler, insanlar içinde adaleti emredenlerin canına kıyanlar yok mu? Bunları acıklı bir azapla müjdele!
 
   Nisa/ 58- Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.
 
   Maide/ 8- Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olunuz. Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevketmesin. Adaletli olun,  çünkü o, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
 
   Maide/ 42- …Eğer aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz Allah, adaletli davrananları sever.
 
   En’am/115- Rabbinin  sözü  hem  doğrulukça,  hem de adaletçe tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O, işitendir, bilendir.
 
   Yunus/ 47- Her ümmetin bir peygamberi vardır. O peygamberleri gelince aralarında adaletle hüküm verilir. Onlar hiç zulüm görmezler.
 
HADİS-İ ŞERİF
   * İbnu Sîrîn (rahimehullah) anlatıyor: “Bir adam Hz. Ömer (radıyallahu anh)’e gelerek: “Ben ve arkadaşım ihramlı olduğumuz halde  Akabe’deki bir tepeye doğru atlarımızla yarış yaptık ve bu esnada bir ceylan öldürdük. Bu fiilimize hükmünüz nedir?” diye sordu. Hz. Ömer (radıyallahu anh), yanında bulunan birine: “Gel beraber hükmedelim”dedi.    (İbnu Sîrîn) der ki: “İkisi birlikte bir keçiye hükmettiler. Bunun  üzerine adam döndü ve (yanındakilere): “Ömer’e bakın, mü’minlerin emîri ama, bir ceylan hakkında hüküm veremiyor, yardımcı olarak bir adam çağırıyor!” dedi. (Bu sözü işiten) Hz.Ömer (radıyallahu anh), adamı çağırtıp:    “Sen Mâide süresini okudun mu?” diye sordu. Adam:    “Hayır!” deyince:    “Pekiyi (hüküm vermede yardımını istediğim) bu adamı tanıyor musun?” dedi. Adam bu soruya da:    “Hayır!” deyince Hz. Ömer:    “Eğer, Mâide süresini okuduğunu söyleseydin dayakla canını yakacaktım” dedi ve ilâve etti:    “Cenâb-ı Hakk Kitab-ı Mubîn’inde: “Ey iman edenler… İçinizden adalet sahibi iki adam hüküm (ve takdir) edecektir…” (Mâide 95) buyurmuştur. Ve şu da Abdurrahman İbnu Avftır.” 
 
   * Hazreti Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim bir hadd cürmü işler de, cezası dünyada verilirse, Allah’ın adaleti kuluna âhirette ikinci sefer ceza vermeye müsaade etmez. Kim de bir hadd cürmü işlemiş, Allah da onun günahını örtmüş ve affetmiş ise, Allàh’ın keremi affettiği.şeyden dolayı ona dönüp ceza vermeye müsaade etmez.”
 
   * Hazreti Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm’ı şu âyetleri okurken işittim. (Meâlen): Hiç şüphesiz Allah size emânetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür” (Nisa 58). Bu sırada Resülullah aleyhissalâtu vesselam’ın baş parmağını kulağına, onu takib eden (şahâdet) parmağını da gözünün üzerine koyduğunu gördüm.”
 
   * Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:     “Kadı üçtür: Biri cennetlik, ikisi cehennemliktir. Cennetlik olan, hakkı bilip öyle hükmedendir. Hakkı bilip hükmünde (bile bile) adaletsiz davranan cehennemliktir. Halka câhilâne hükümde bulunan da cehennemliktir.” 
 
   * Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:     “Kim müslümanların kadılık hizmetini talep edip elde etse, sonra adaleti zulmüne galebe çalsa cennete girer. Zulmü adaletine galebe çalsa, ateş onundur.” 
 
   * Hazreti Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki:    “Kimin iki hanımı olur ve aralarında adaletli davranmazsa Kıyamet günü  (vücudunun) yarısı düşük olarak gelir.”    Diğer bir rivayette “Bir tarafı eğri (mefluç) olarak” denmiştir.” 
 
  * Hazreti Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm gece taksiminde adalete riayet eder ve derdi ki:    “Ey Allahım! Bu taksim benim iktidarımda olanda yaptığım bir taksimdir. Senin muktedir olup benim muktedir olmadığım şeyden dolayı beni levmetme!” Benim muktedir olmadığım” dediği şeyle kalbi kastederdi.” 
 
   * Hazreti Câbir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Cürrâne’de, işlenmemiş altın ve ganimetleri taksim ediyordu. Taksim edilen mal Hz. Bilal’in eteğinde idi. Bir adam:”Ey Muhammed adil ol! Çünkü adalet etmiyorsun!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Yazık sana! Eğer ben de adil olmazsam, benden sonra kim daha âdil olur?” diye mukabele etti. Hz. Ömer, (Resûlullah’ın üzüldüğünü farkederek):”Ey Allah’ın Resülü! Bana müsaade buyurun, şu münafığın kellesini uçurayım!” talebinde bulundu. Aleyhissalâtu vesselâm:”İşte bu adamın mutlaka arkadaşları -veya arkadaşcıkları- var. Bunlar Kur’ân’ı okurlar, ama okudukları gırtlaklarından aşağı geçmez. Bunlar, okun avı delip geçmesi gibi dinden çıkıp giderler!” buyurdular.”  
 
   * Ebû Hüreyre radiya’llahu anh’den Resûlullah salla’llahu aleyhi ve sellem’in: ben size ne bir şey verebilirim, ne de (verileni) karşılayabilirim. (Veren, vermeyen Allah’tır.) Ben nasıl emr olunduysam (aza az, çoğa çok) öyle taksîm ederim! buyurduğu rivâyet olunmuştur.
 
   * Cübeyr İbn-i Mut’im radiya’llahu anh’den (oğlu Muhammed İbn-i Cübeyr’in) rivâyetine göre Cübeyr, Resûlullah salla’llahu aleyhi ve sellem ile berâber bulunduğu ve Resûlullah ile birtakım kimseler Huneyn (seferin) den döndüğü sırada birtakım bedevî araplar ganîmet isteyerek Resûlullah’ın etrâfına takılmışlardı. Hattâ Resûlullah’ı (son derece ta’cîz ederek) Semüre (denilen dikenli bir) ağaç altına ilticâya mecbûr etmişlerdi de o ağaç (ın iri dikenleri) Resûlullah’ın ridâsını (takılıp) kapmıştı. Bu cihetle Resûlullah’ salla’llahu aleyhi ve sellem bir müddet orada tevakkuf buyurup:
– Bana ridâmı veriniz! demiş ve müteâkıben (îrâd ettiği bir nutkun sonunda):
– Şu iri dikenli ağacın dikenleri sayısınca ganîmet devesi ve sığırı farz olunsa, muhakkak ben onları aranızda taksîm ederim. Sonra siz beni ne cimri, ne yalancı, ne de korkak diye ithâm edebilirsiniz! buyurmuştur.
 
   Adâlet, ifrat ve tefrit arasında bir orta hâldir. Yani: Aşırılıkla, alâkasızlık arası dengeli bir yoldur. Adâlet, pek çok hayra vesile olmak üzere insanın mâhiyetinde bulunan bir kısım istidatların, yaratıcı tarafından belirlenen yönde kullanılmasından ibarettir. Evet, insanda bulunan şehvet, öfke, vehim ve akıl gibi kuvva ve istidatlar, güzelce kanalize edilirse adalet; ifrat ve tefrite düşülürse, sapıklıklar meydana gelir.
 
   Adalet, adedi bilinmeyen mekanize birliklerden daha güçlüdür.
   Hak, tepene inen bir kılıç da olsa, boynunu uzatmaktan çekinme..!
   Hak, anlatanla anlayanı, temsil edenle alâka duyanı bulunca kanatlanır.
   Adâlet, heryerde geçerli olan bir sermayedir.
   Adâlet, Allah’a yakın olma yollarındandır ama, nedense insanların çoğu ondan uzak kalmayı tercih etmiştir.
   İslâm’ın surları hak, kapısı adalet; içi de saadettir.
   Adâletin hükümfermâ olduğu harabeler saraylardan daha değerli, zulmün hay – huyuna boğulmuş saraylar harabelerden daha perişandır.
   Öteler hakkında yakînin kuvvetli olması, hak ve adalet düşüncesinin de kuvvetli ve sağlam olması demektir.
   Hakla çarpışan er-geç yenik düşer.
   Başkalarını ezerken, seni ezebilecek bir gücün bulunduğunu da kat’iyyen hatırdan çıkarma!
 
DALET İLE GELEN İMAN
   Bir Yahudi ile Hazreti Ali arasında bir anlaşmazlık vuku bulmuştu. Meselelerin halli için zamanın halifesi Hz. Ebu Bekir’in huzuruna çıktılar. Hazreti Ebu Bekir yahudiye ismi ile hitap ederek yerini gösterdikten sonra Hazreti Ali’ye:
   “Buyurun ya eba Hasan” diye hitap ederek yahudinin yanında yer gösterdi. Bunun üzerine Hazreti Ali’nin yüzünde üzüntü ve hiddet işareti belirmeye başlayınca, Hazreti Ebu Bekir, yahudinin  yanına geç dediğim için mi üzüldün diye sordu. Hazreti Ali:
   “Hayır! Bilakis yahudinin yanına geç dediğin için değil, ona ismiyle hitap ettiğin halde bana en çok hoşuma giden künyem olan Ebu Hasan ismimle hitap etmeniz bana iltimas gibi geldi de ondan üzüldüm” der.
   Bu manzarayı gören yahudi İslamın inceliği karşısında Müslüman olur.
 
HALİFENİN TORUNUNU TANIYAMAMASI
   Hazreti Ömer, hilafeti zamanında , yanında oğlu Abdullah ve Hazreti Hasan olduğu halde Medine sokaklarında dolaşıyordu. Bir sokaktan geçerken gayet zayıf kalmış, bakımsız bir çocuk görüp:
   “Bunun hiç kimsesi yok mu acaba? Nasıl insan bunlar, çocuğa hiç bakmamışlar” dedi. Oğlu Abdullah:
   “Baba tanıyamadın mı? O senin torunun, benim de kızımdır, deyince, Hazreti Ömer kızdı ve:
   “Yazıklar olsun sana” dedi. Babasının öfkelendiğini anlayan oğlu:
   “Baba ne yapayım, sen halifesin bana biraz daha imkan versen çocuğa daha iyi bakardım. Elindeki imkanları kullanıp bana daha fazla fırsat vermiyorsun ki” dedi. Bu söz üzerine halife:
   “Vallahi oğlum, diğer Müslümanlara yaptığımdan daha fazlasını sana yapamam. Onlara ne yapıyorsam sana da ancak o kadar yapabilirim. Bunu böyle bil” dedi.
 
FATİH’İN ADALETİ
   Hazreti Fatih, İstanbul’u fethettikten sonra, hemen kendi ismiyle anılan bir cami ve etrafına da büyük bir medrese yaptırdı. Bugünün üniversitesi sayılan medresede, Fatih de bir oda almak istiyordu. Fakat Fatih’in bu isteğini medresenin ilim heyeti:
   “Siz ne talebesiniz, ne de hacegan sınıfındasınız. Bu durumda bir odaya sahip olmanız mümkün değildir” derler. Hazreti Fatih, aldığı bu cevaba kızmadığı gibi :
   “Medresede bir odaya sahip olabilmem için ne yapmam lazım?” dedi.
   “İmtihan olmanız lazım” dediler.
   Fatih aynı talebe imiş gibi imtihana girdi ve imtihanı kazanarak kendi yaptırdığı medresede bir odaya sahip oldu.
 
ZULMETMEDİYSEN ZULÜM GÖRMEZSİN
   İran’da bir zamanlar zalim bir hükümdar yaşı­yormuş. Saltanatını halka zulüm ve baskı ile yürü­tüyor muş.
   Bir gün, şehirde gezerken bir evin bahçesinde gördüğü bir kadına göz koymuş, adamlarına onu sa­rayına getirmelerini emretmiş. Adamları zalim hükümdara:
   – Efendimiz, o göz koyduğunuz kadın, şehirde bir marangozun karışıdır. Kendisi ve kocası çok din­dar, çevrede oldukça sayılıp sevilen kimselerdir. Düşmanlarınız sizin bu arzunuzu duyup, aleyhinize işi büyütebilirler. Siz marangoza bu gece sabaha kadar yapamayacağı bir iş teklif ediniz.    Sonra da emrinizi yerine getirmedi bahanesiyle, kendisini idam ediniz. O zaman göz koyduğunuz karısı dul kalır, kendiliğinden size gelir, aleyhinizde herhangi bir dedikoduya da sebebiyet verilmemiş olur.
   Zalim hükümdar, akılcılarının verdikleri bu aklı pek beğenerek, marangozu çağırtmış, şöyle konuş­muş:
–  Bu gece sabaha kadar, öd ağacından olmak şartıyla, on tane süslü sandık yapacak; şafak vakti göndereceğim adamlarıma teslim edeceksin haberin olsun!..
   İyi kalpli Marangoz buna imkânı olmadığını, verdiği mühleti birkaç hafta uzatmasını istemişse de, zalim Hükümdarı kararından döndürememiş.
– Şafak vakti göndereceğim adamlarıma, ya on sandığı teslim edersin, yahut da buna mukabil ken­di kelleni verirsin.
   Marangoz heyecan ve telâş içinde evine gelmiş, gözyaşı döküp ağlamaya başlamış. Ailesinin ısrarı üzerine de, zalim hükümdarın teklifini anlatmış. Hanımından gözyaşları içinde helâllik (dilemeye başla­mış. Kadın kocasına:
– Dur bakalım, acele etme, demiş ve ilave etmiş:
– Sen hiç kimseye zulmettin mi?
– Hayır, ben hiç kimseye ne zulmettim, ne de birinin namus ve ırzına yan baktım, îşimde ve evimde, kendi halimde yaşayıp duruyordum işte!
   Bu sözler üzerine kadın:
– Öyleyse, boşuna telâş etme! Zulmetmediysen zulüm görmezsin, demiş. Fakat adamda ümit iyice kaybolduğu için, “Şunun şurasında ne kaldı ki, neredeyse Hükümdarın adamları gelecek  diye hayıflanıyormuş.
   Kadın ise:
– Hiç telâş etme! Zulmetmediysen zulme uğramazsın. Bakalım Mevlâ neyler? diyerek serinkanlılı­ğını muhafaza etmekteymiş.
   Sabaha doğru kapı güm güm vurulmuş. Marangoz, heyecandan elleri, ayaklan titreyerek:
– Eyvah, işte geldiler; halbuki sandıkların bir tanesi bile meydanda yok!… Demiş, korkudan ecel ter­leri dökmeye başlamış. Kapının açılması üzerine hızla içeri giren hükümdarın adamları:
– Çabuk marangozhaneye, demişler. Adam hanımına:
– Görüşmek artık mahşere kaldı, haydi Allah’a ısmarladık!… Deyip vedalaşmış. Hükümdarın adamları bu sözlere kızmışlar:
– Neden görüşmeniz mahşere kalsın? Yapacağın, sadece bir tabuttan ibarettir, demişler.
Marangoz arılamayınca da şu izah vermişler:
– Bu gece yansı, hükümdar anî bir kalb krizi neticesinde öldü. Onun cenazesi için bir tabut yapmanı, yeni hükümdar emretti. Yapacağın bundan ibarettir!..

PAYLAŞ