Diyalogcuların sözde delil olarak aldığı ayetlerin izahı – Müşterekler artırılmalı mı?

   İnternet ortamında bu konuda pek sağlıklı bilgi olmadığı için yine kolları sıvadık ve bu konuya noktayı koymak istedik… Diyalogcuların delil olarak kabul edip ihanetlerine perde yapmaya çalıştıkları ayetleri tafsilata girmeden, kelime kalabalığında kaybolmadan sade bir şekilde anlatmaya çalışacağız…

   Bildiğiniz gibi Kur’an-ı Kerim bir bütündür, tamamıyla değerlendirilir ve çelişki yoktur. Bir ayet diğeri ile kesinlikle çelişmez aksine tefsir eder. Önünüze gelen bir ayeti alarak hüküm çıkarmanız sadece cehaletinizin hükmünü vermeniz olur.

   Dolayısıyla bir ayeti alarak Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında “cennetlik” fetvasını verenler, müşterek yanların bulunması gerektiğini savunanlar, bu büyük kaideyi çiğneyerek kendi cehalet veya art niyetlerini ortaya koymaktadırlar.

   Şimdi diyalog, tolerans ve taviz için sözde delil olarak aldıkları ayetleri izah edelim..

MÜŞTEREKLERİ BULUN! ALİ İMRAN 64
   DiyalogcularınYahudi ve Hıristiyanlar ile ortak nokta arama gayretine delil olarak aldığı bir ayet ise Ali İmran 64. ayettir.

   “De ki, Ey ehli kitap! Sizinle bizim aramızda müsavi bir kelimeye gelin, Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da birbirimizi rabler edinmesin. Eğer yüz çevirirlerse şahit olun ki, ‘şüphesiz biz Müslümanlarız’ deyin.”

   Ayeti celilede geçen Ehli Kitap’tan maksat Necran’dan gelen Hıristiyanlar ve Medine’de bulunan Yahudilerdir. Zira Necran Hıristiyanlarının Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile görüşmeleri sırasında, Medine Yahudilerinin bazılarının da haberdar oldukları hatta bir kısmının bu görüşmede bulundukları rivayet edilmektedir. Dolayısıyla hakka uymaktan yüz çeviren her iki millet de bu ayeti celileyle kelime-i tavhide davet edilmektedir.

   Evet, bu ayeti kerime Yahudi Ve Hıristiyanlara yumuşaklıkla hitap edilmesinin bir hikmetini beyan etmektedir. Ancak bu ayet ortak noktalarımızın bulunarak çoğaltılması anlamına gelmiyor.

   Şöyle ki, ayette geçen “sevaün” kelimesi, İbni Abbas, Rabi’ ve Katade (Radıyallahu Anhum) Hazeratının buyurduğuna göre, “ADL” yani DOĞRULUK manasındadır ki, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceğiz” manasından ibaret olan tevhid kelimesinin son derece doğru olduğunu ifade etmek için, doğru kelime buyrulmayıp, doğruluğun ta kendisi olan kelime buyrulmuştur.”

   “sevaün” kelimesinin müsteviye manasında mastar olduğunu söyleyenler de vardır ki, buna göre mana, Tevhid kelimesi: “Tevrat, İncil ve Kur’anın kendisinde ihtilaf etmediği ve hiçbir şeriata göre değişmeyen, bilakis hepsinde eşit olan bir kelimedir.” demektedir.

Ayet-i Kerimede 3 husus beyan ediliyor:

 1- Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceğiz. İfadesidir ki bu “İbadetlerimizle Allah’ı tevhid edeceğiz 8birleyeceğiz) ve ibadetlerimizi sırf O’nun için yapacağız” demektir.
 2- O’na hiçbir şeyi ortak etmeyeceğiz kavli şerifidir ki, bu da: “Allah’tan başka hiçbir şeyi ibadete layık olmakta ona ortak koşmayacağız ve ibadet olunmaya layık görmeyeceğiz” demektir.
 3- Allah’ı bırakıp Rabler edinmeyeceğiz cümle-i celilesidir ki, bu da ibni Cüreyc (Radıyallahu anh) ın buyurduğuna göre: “Allah’a isyan hususunda birbirimize itaat etmeyeceğiz.” demektir.

DİKKAT!
   Ayet-i kerimeye dikkat edildiğinde Yahudi ve Hıristiyanlar ile müşterek yanlar aranmıyor, Tevrat ve İncil’in bozulmamış, tahrif edilmemiş halinde bulunan ve İslamın emrettiği hakikate dikkat çekiliyor. Çünkü sayılan 3 maddenin hepsi şuan bulunan İncil ve Tevratta olmadığı gibi Yahudi e Hıristiyanların da inanç sisteminde mevcut değildir…

   Bu hakikat Kur’an-ı kerimde birçok ayet ile sabittir. Bir tanesi şöyledir:
“Onlar Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de.. Oysa onlar tek olan bir ilah’a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilah yoktur. O bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.” (9/31)

   Dolayısıyla burada Yahudi ve Hıristiyanlara indirilen dinin bozulmamış halindeki Hak ve Hakikat hatırlatılmaktadır. “Ehli Kitap” olarak hitap edilmesi de bu sebepledir. Bakınız şu ayeti kerime yukarıdaki hakikati nasıl beyan ediyor:

   “Ve: “Biz Hıristiyanlarız” diyenlerden kesin söz (misak) almıştık. Sonunda onlar kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. Böylece biz de, kıyamete kadar aralarında kin ve düşmanlık saldık. Allah, yapageldikleri şeyi onlara haber verecektir.” (5/14)

   Görüldüğü üzere ayeti kerime müşterek yanların aranması ve ortaklığın geliştirilmesini değil yumuşak bir üslup ile bozdukları dinin hakikatini onlara hatırlatmak suretiyle İslam’a davet edilmesini emrediyor. Ayetin sonunda bulunan: “Eğer yüz çevirirlerse şahit olun ki, ‘şüphesiz biz Müslümanlarız’ deyin” buyrulması da bunun bir tebliğ olduğunu beyan ediyor.

   Yani kısaca bu ayet İslama davetin onların bozdukları inanç sisteminin özünün hatırlatılması ile yumuşak bir şekilde yapılmasını emrediyor.

BAKARA 62 – MAİDE 69
   “Şüphesiz o kimseler ki, iman etmiştirler, bir de o kimseler ki Yahudi olmuşturlar, ayrıca Hıristiyanlar ve Sabiiler; Allah’a ve o son güne inanmış, Salih bir amel de işlemişse; onlar için Rableri nezdinde ecirleri vardır. Onlar üzerine hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (Bakara 62)

   “… O kişiler ki, Yahudi olmuşlardır. Bir de o sabiler ile Hıristiyanlar; işte her kim Allah’a ve o son resulüne inanır ayrıca Salih bir amel de işlerse, artık onlar üzerine hiçbir kork yoktur ve ancak onlar mahzun olmayacaklardır.” (Maide 69)

   Ayetlerin yalın manalarını verdik. Kur’an’ı açıp ilk olarak bu ayetleri gören Müslüman veya herhangi bir insan muhakkak ki çeşitli evhamlara kapılacaklar, biraz arsızlık var ise bu ayetlerden hüküm bile çıkaracaktır.

   İlk olarak şu bilinmelidir ki, bu ayetler Peygamber Efendimize kavuşamayan ve tek Allah inancına sahip olan bozulmamış ehli kitap hakkında nazil olmuştur. Fakat bazıları gibi bu ayetler o zamanda geçerliydi bu zamanda geçerli değil diyemeyiz. Ayetler kıyamete kadar tazeliğini koruyacaktır.

   Ancak en başta da dediğimiz gibi Kur’an bir bütündür ve tamamını ele almadan hususi mana ifade eden bir ayeti umumi şekilde anlayamazsınız.

   Bu nedenle diğer ayetlere göz atacağız bakalım ne olacak…

   Her gece okuduğumuz “Amenerrasulü” de bakınız Mevla Teala ne buyuruyor:

   “O Peygamber de, Rabbinden kendisine indirilmiş olana iman etmiştir, müminler de. Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine inanmıştır” (Bakara 285)

   Ne görüyorsunuz bu ayette? İman şartları kaça tamamlandı?

   Yukarıda “Allaha, resulüne ve ahirete” iman zikredilirken bu ayette ise “Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine” inanmak da zikrediliyor. Bunu teyit eden ve ters istikamette gidenleri tehdit eden bir başka ayeti kerime okuyalım:
   “Ey inanmış olan kimseler! Allah’a, Resulüne peyderpey indirmiş olduğu o kitaba ve daha önce topyekün indirmiş olduğu kitaplara iman edin (imanda sebat edin)
Her kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve o son günü (bunlardan birini) inkâr ederse, muhakkak ki o, pek uzak bir sapmayla sapıtmıştır.” (Nisa 136)

   Görüldüğü üzere iman şartları sadece Allah’a ve son güne inanmaktan ibaret değil. Ve işin ince noktası bu şartları inkâr edenler dalalete düşmüş, hidayet yolundan sapmış sapık olarak nitelendiriliyor.

   Şimdi bir kişi Bakara 62, Maide 69 ayetlerine bakarak Yahudi ve Hıristiyanların Allah’a ve Ahiret gününe inanmak kaydıyla mükafatlara nail olacağını iddia etmesi cahilliğinden veya art niyetinden kaynaklanmaktadır.

   Daha bitmedi… Bu ayeti kerimede de Yahudi Hıristiyan fark etmeden bütün insanlara Resulüllah’a yani Hazreti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) inanmanın ve ona tabi olmanın zarureti, kaçınılmazlığı ve hidayetin anahtarı olduğu beyan ediliyor.

   “De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ki ben, O Allah’ın sizin hepinize (gönderdiği) elçiyim ki, göklerin ve yerin mülkü sadece kendisine aittir, O’ndan başka hiçbir ilah yoktur, o diriltir ve öldürür.
O halde Allah’a da, o Nebiyy-i Ümmi olan Rasulüne de iman edin ki, o da Allah’a ve kelimelerine (indirmiş olduğu kitaplara) inanmaktadır. Bir de ona hakkıyla tabi olun, ta ki siz hidayet bulabilesiniz.” (Araf 158)

   Gördüğünüz gibi Allahu Teala, Peygamberine insanları kendisine iman ve itaat etmeye çağırmasını emrediyor ve hidayetin bu imana bağlı olduğunu beyan ediyor. (Bu ayet, “peygamber Yaudilere Müslüman olun demedi, Hıristiyanlara Müslüman olun demdedi” diyen Hayrettin Karaman’a da cevaptır.)

   Şimdi bir kişi kalkarak Bakara 62, Maide 69 ayetlerini alıp Yahudi ve Hıristiyanlara cennet vizesi vermeye kalkması ya cahilliğinin ya da art niyetinin eseridir. Böyle kişiler diğer ayetleri görmezden geldikleri için Kuran’ın bütünlüğünü yok saymış olurlar ki, buda büyük bir vebaldir, affedilemeyecek bir ihanettir.

   YAHUDİ VE HIRİSTİYANLAR CENNETE GİREMEYECEĞİ HUSUSUNU OKUMAK ve DAHA DETAYLI BİLGİ İÇİN TIKLAYIN

İNCİL İLE HÜKÜM VERMEK MAİDE 47 – 68
   Bazıları bu ayetleri alıp İncil ve Tevratın yürürlülükte olduğunu dolayısıyla hak olduğunu iddia ediyor, dinler çorbasının temellerini atmaya çalışıyorlar. Ayetler şöyle:
“İncil sahipleri Allah’ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasık olanlardır.” (5/47)

   De ki: “Ey Kitap Ehli, Tevrat’ı, İncil’i ve size Rabbinizden indirileni ayakta tutmadıkça hiçbir şey üzerinde değilsiniz.” Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun tuğyanlarını ve inkârlarını arttıracaktır. Sen de kafirler topluluğuna karşı üzüntüye kapılma. (5/68)

   Ehli sünnet müfessirlere göre ayetin manası: “İncil ehli, Allahu Teala’nın İncil’de Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in peygamberliği hakkında indirdiği delillerle hükmetsin.” demektir.

   Nitekim şu ayeti kerime de bu gerçeği beyan etmektedir:
   “Hani Meryem oğlu İsa da: “Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah’tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi “Ahmed” olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim” demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: “Bu, açıkça bir büyüdür” dediler.” (Saf 6)

   “Yanınızda olan (Tevrat)ı doğrulayıcı olarak indirdiğime (Kur’an’a) iman edin; onu inkâr edenlerin ilki siz olmayın ve ayetlerimizi az bir değer karşılığında değişmeyin. Ve yalnızca benden korkun.” (Bakara 41)

   Eğer Yahudi ve Hıristiyanlar kitaplarında yazan gerçeğe kulak verip itaat etselerdi, yani orada bulunan hükmü tatbik etselerdi mutlaka Müslüman olmaları gerekirdi. Zaten onlar da İncil ve Tevrat’ta bütün özellikleri en ince detayına kadar anlatılan Peygamberimizi beklemekteydiler. Kendilerinden değil de Araplardan çıkınca kitaplarında bulunan Peygamberimizin özelliklerini Deccalin özellikleri ile değiştirdiler.

   “Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp sonra az bir değer karşılığında satmak için “Bu Allah katındandır” diyenlere. Artık vay elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına.” (Bakara 79)

   Kelbı’nin bu ayet için verdiği bilgi şöyledir: “Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kitaplarındaki vasfını değiştirdiler. Kitaplarında o, orta boylu, esmer olarak zikredilirken onu buğday benizli düz (kıvırcık değil) saçlı ve uzun boylu yaptılar. Arkadaşlarına ve kendilerine tabî olanlara da: “Ahir zamanda gönderildiğini iddia eden şu peygambere bakın; kitabımızda zikredilen vasıflara uymuyor.” dediler. Haham ve bilginlerin diğer yahudiler için olmayan bir takim menfaatleri vardı ki eğer Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kitaplarındaki gerçek vasıflarını açıklarsalar bu menfaatlerinin elden gideceğinden korkmuş ve Hazreti Peygamber (Aleyhisselam)’ın, kitaplarındaki vasıflarını değiştirmişlerdi.
   Neseî ve İbn Ebî Hatim rivayetlerinde Efendimiz (Aleyhisselam)’in vasıfları ile ilgili olarak verilen  bilgiler biraz daha farklı ve detaylıdır. İbn Abbâs’tan gelen rivayette o şöyle demiştir: Bu âyet yahudi hahamları hakkında inmiştir. Peygamberimizin Tevrat’taki vasıflarını “Gözleri sürmeli, orta boylu, kıvırcık saçlı, güzel yüzlüdür.” şeklinde bulmuşken çekememezlikten ve azgınlıklarından (sapıklıklarından) bunları elleriyle silip yerine çok uzun boylu, mavi gözlü, düz saçlıdır.” yazdılar.

SONUÇ
   Gördüğünüz gibi ayetler ayetleri tefsir ediyor ve  çok büyük bir hakikatin gizlendiği ortaya çıkıyor. Hakikat: “Yahudi ve Hıristiyanlara yumuşak bir şekilde TEBLİĞ yapmaktır.” Onlarla ortak yönlerimizin geliştirilmesi değildir.

   Yukarıda zikredilen ayetleri delil alıp diğer ayetleri yok sayarak Yahudi ve Hıristiyanların cennete gireceğini, kurtuluşa ereceğini, nimetlere kavuşacağını iddia etmek, ortak noktaların aranması hükmünü çıkartmak, İncil ve Tevratın yürürlüğünü koruduğunu, Hak olduğunu iddia etmek çok iyi niyetle bakarsak cahillikten kaynaklanıyordur. Değilse büyük bir ihanetin eseridir. Satılmışlığın, ihanetin, Allah’ın ayetlerine karşılık geçici dünya menfaatlerini satın almanın göstergesidir.

Bu zihniyetten Allahu Teala’ya sığınırız…

www.ihvanlar.net

PAYLAŞ