Öşür Nedir? Toprak ürünlerinin zekatı nasıl verilir?

Az olsun, çok olsun; yağmur suları veya akar suyla sulanan ekin ve meyvelerden öşür, yani onda bir nisbetinde zekât alınır (İmam ebû Yûsuf, İmam Muhammed): Kalıcı olanlar ve olmayanlar bu bakımdan aynı hükme tabidirler. İmameyn dediler ki; ancak kalıcı olan (yani bir sene dayanabilen) ve beş vesk miktarına ulaşan mahsulattan öşür vermek farz olur. Bir vesk; altmış ölçekdir. Baklagiller ve reyhanlar öşre tâbi değildir. İmameyn’in bu hususdaki delilleri; Hz. Peygamber (sas) in şu hadîs-i şerifleridir:  

“Beş veskden az olan mahsulatta sadaka (zekât) yoktur.” [Bu hadîsi Dârekutnî ve Müslim rivayet etmiştir.] 

“Yeşilliklerde öşür yoktur.” [Bu hadîsin tahricini Dârekutnî yapmıştır.]

Öşür bir zekâttır. Diğer zekâtlarda olduğu gibi, verilmesi için zenginlik tahakkuk etsin diye, verilmesinin vücûbu için nisab şarttır. Ebû Hanîfe’nin bu mevzudaki delili şu âyet-i kerîmedir;
“Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın.” [Bakara: 2/267] Yerden rızık olarak çıkan mahsulatın zekât olarak sadece onda biri veya bunun yarısı verilir ki; bundan murad öşürdür. Yerden çıkarılan mahsulatın azı da çoğu da, yanıklı olanı da olmayanı da; bu hususda aynı hükme tabidir. Ebû Hanîfe’nin bu mevzudaki delillerinden biri de şu hadîs-i şerîfdir;
“Semanın suladığına öşür vardır. [ Bu hadîsi Neseî rivayet etmiştir.]  Öşür tıpkı haraç gibi yerin vergisidir. Yerden çıkan az da olsa çok da olsa; dayanıklı da olsa, dayanıksız da olsa; haracı verilir. Öşür de aynen böyledir.

‘Yerden çıkan mahsulün beş vesakdan az olması halinde sadaka yoktur’ diyen birinci hadîs-i şerîf zekât mânasında anlaşılmalıdır. Çünkü sadaka kelimesi mutlak olarak zikredildiği zaman zekât mânasında anlaşılır. Asr-ı saadette insanlar vesklerle alış-veriş yaparlardı. Bir vesk (altmış ölçek) ekinin değeri kırk dirhemdi. Beş vesk ekinin değeri ise, iki yüz dirhemdi.

‘Yeşilîikde öşür yoktur’diyen ikinci hadîs-i şerîf ise; öşür toplama memuru bu gibi şeyler için mal sahibinden öşür almaz; ancak mal sahibinin kendisi bunu fakirlere verir, mânasında anlaşılmalıdır. Ebû Hanîfe’nin görüşü budur. İmameyn ise, şöyle dediler; “Bir kimsenin zekât veren bir zengin sayılması için, nisab miktarına sahipolması şarttır.” Biz deriz ki; öşürde mal sahibi nazar-ı itibara alınmaz. Öyle ki; vakıf arazisinde, çocuğunun ve delinin arazisinde yetiştirilen ekinlerden de öşür alınır. Şu halde mâlikin vasfı nazar-ı itibara alınmaz. Aynı şekilde ekinlerin ve meyvelerin hasadının üzerinden bir sene geçmesi de şart değildir. Çünkü hasadla birlikde nema da tahakkuk etmiştir. Ve elde edilen ürünün tamamı nemadır.

Acem kamışı, odun ve ot bu hükmün dışındadır: Çünkü bunlar tarlaya zarar verir ve toprağı gevşetirler. Ama bir kimse tarlasını odunluk ve kamışlık haline getirirse, o zaman öşür vermesi gerekir. Kendir otu da bu bakımdan ot hükmündedir.

Dolap ve dalya ile sulanan ekin ve meyvelerde zekât olarak öşrün yarısı verilir: Zira Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:
“Göğün suladığından öşür alınır. Büyük kovalar ve dalyalarla sulanan üründen öşrün yarısı alınır. [ Bu hadîsi Neseî rivayet etmiştir.]

Büyük kovalar ve dalyalarla yapılan sulama sebebiyle masraf çoğaldığı için zekât nisbeti de azalmaktadır. Yemle beslenen hayvanların masraflarıyla, saime hayvanların masraflarının farklılığı gibi. Akar su ve dalya ile sulanan ürünlerde senenin çoğu esas alınır. Senenin yarısı süresince sulama yapılmışsa, saime hayvanlarda olduğu gibi, mal sahibi nazar-ı itibara alınarak, bu üründen öşrün yarısının verilmesi gerekir.

Saman ve yapraklardan öşür alınmaz: Çünkü bunlar ekin ekmekle elde edilmek istenen asıl şeyler değildirler. Kavun, karpuz ve hıyar çekirdeği de böyledirler. Çünkü asıl elde edilmek istenen şey bu çekirdekler değil, bunların meyveleridir. [Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta’lîlî’l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/223-225.]

Masraflar Zekâttan Düşülmez:

Yapılan masraf ve harcamalar zekâtdan düşürülmez:Zira Hz. Peygamber (sas) ekinlerden öşür verilmesini farz kılmıştır. Dolayısıyla öşür, ekinin tamamını kapsar. Elde edilen ekinin toplamının onda birinin zekât olarak verilmesi gerekir. Ve yine Hz. Peygamber (sas) ekinlerin zekâtını masrafları göz önüne alınarak bir defa yarı nisbetinde hafifletmiştir. İkinci defa hafifletme olmaz.

Ebû Yûsuf dedi ki; safran ve pamuk gibi vesk ile ölçülmeyen ekinlerin kıymeti, vesk ile ölçülen darı ve mısır gibi şeylerin en ucuzunun beş vesk miktarındaki değeri kadar olması halinde, öşürlerini vermek gerekir. Çünkü bunlardan öşür vermek gerektiğine dair bir nass yoktur. Nisapların, kişilerin görüşlerine göre belirlenmesi mümkün değildir. Zekât hususunda nisabları olmayan ekinlerin kıymeti, nisabları hakkında nass bulunan ekinlerin nisab miktarındaki kıymeti kadar olduğunda, öşürleri verilir;  tıpkı ticaret mallarının zekâtında olduğu gibi. Fakirler durumu nazar-ı itibara alınarak, en ucuz ekinlerin kıymeti   esas alınır,dedik.

İmam Muhammed dedi ki; yerden biten nesne kendi türünün değerinin kendisiyle ölçüldüğü ekinin en iyisinin beş misli kadar olduğu takdirde, öşür vemek gerekir. Meselâ pamuk beş yük olduğunda öşür vermek gerekir. Bir yük, üç yüz men (bir men; takriben 884 gram) dir. Başka bir rivayete göre de, üçyüz yirmi men’dir. Safran ve şeker beş men olduğunda öşür vermek gerekir. Nitekim nisabı hakkında nass bulunan en kıymetli ekinin miktarı ne ile ölçülüyorsa; o ölçü burada esas alınmıştır ki, o da veskdir. Bu toparlayıcı bir mânadır; buna kıyas yapmak sahihdir.

Öşrü vermenin farz oluş vakti, Ebû Hanîfe’ye göre ürünün göze görünür hale geldiği vakittir. Ebû Yûsuf’a göre, ürünün olgunlaştığı vakittir. İmam Muhammed’e göre ise, ürünün toplama yerine getirildiği vakittir. Hanefî imamları arasındaki bu ihtilafın faydası şurada tezahür eder; öşrün vücûbundan sonra ürün sahibi öşür olarak vermesi gereken ürünü tüketirse, vermekle mükellef olur. Ama vücûbundan evvel tüketirse, vermekle mükellef olmaz. İmameyn’e göre bu ihtilafın faydası bu noktada ve nisabın tamamlanmasında tezahür eder.

Öşür arazisinden çıkarıldığı zaman; az olsun, çok olsun, baldan da öşür alınır: Zira Hz. Peygamber (sas) baldan öşür alınması gerektiğini Yemen ahalisine bir mektupla bildirmiştir. Ebû Yûsufdan gelen bir rivayette anlatıldığına göre; baldan Öşür alınacağı hakkında Rasûlullah (sas) ın emri vardır. Bunda ittifak vardır, ihtilaf yoktur. Ebû Yûsuf dedi ki; “Bal on rıtıl (bir rıtıl 130 dirhem, yani 442 gramdır) miktarına ulaşırsa, bir rıtıl öşür verilir.” Kitabü’z-Zekât’da yer alan bir rivayette anlatıldığına göre; beş vesk (bir vesk 60 sa’dır) olduğu takdirde; balın onda biri öşür olarak verilir.
Kudurî bu ibareyi şöyle açıklamıştır; yani elde edilen balın kıymeti beş vesklik bal değerinde olunca, onda biri öşür olarak verilir. Çünkü bal ölçekle ölçülmez. Şu halde aslı üzere kıymet nazar-ı itibara alınır. Ebû Yûsufdan başka bir rivayete göre; bal on kırba miktarında olduğunda öşür vermek farz olur. Zira Hz. Peygamber (sas) Beni Seyyare’den bu miktarda öşür almıştır.

İmam Muhammed dedi ki; “Bal beş kırba miktarında olduğunda öşür vermek farz olur.” Başka bir rivayette de; bal, beş fırka (büyük ölçek. Bir fırka 36 rıtıl, yani 159.120 kg.dır) miktarınca olduğunda öşür farz olur. Çünkü bu, bal miktarının kendisiyle ölçüldüğü en pahalı ürünün ölçüsüdür.
Haraç arazisinden elde edilen üründen öşür alınmaz ki; aynı arazide elde edilen üründen hem öşür hem de haraç alınmış olmasın. [Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta’lîlî’l-Muhtar, Ümit Yayınları: 1/225-227.]

Öşür Arazisinin Haraç Arazi Oluşu:

Öşür arazisini bir zımmî satın alınca, orası haraç arazisi haline gelir (İmam ebû Yûsuf, İmam Muhammed): Bu hüküm Ebû Hanîfe ile İmam Züfer’e göredir. Ebû Yûsuf ile Hasan’a göre bu durumdaki zımmî iki öşür vermekle mükellef olur. İmam Muhammed dedi ki; tek öşür vermekle mükellef olur. Çünkü öşür araziye göre verilen bir vergidir. Sahibine göre miktarı değişmez; tıpkı haraç gibidir. İbn. Semmaa’nın rivayetine göre öşür, haraç mevkiindedir, onun yerine konur. Kitabü’s- Siyer’de anlatıldığına göre öşür, zekât mevkiindedir, onun yerine konur. Bu durumdaki zımnimin iki öşür vermesi gerektiğini söyleyen Ebû Yûsuf’un bu hususdaki gerekçesi şudur; müslümanlardan alınması gereken şey, zımmîden iki kat alınır; zekât memuruna uğradığı zamandaki gibi. Tağlib hıristiyanlarında olduğu gibi; zımmîden alınan iki katlık öşür, haraç yerine konur. Zımmînin satın aldığı öşür arazisinin haraç arazisine dönüştüğünü söyleyen Ebû Hanîfe’nin gerekçesi ise şudur; ürün veren araziler ya öşür ya da haraç arazisidir. Zımmî ise, öşür vermeye ehil değildir. Çünkü öşür vermek ibadettir. Allah (cc) buyurdu ki;
“Devşirilip toplandığı gün de hakkını (zekât ve sadakasını) verin.” [En’am: 6/141.]

Zımmînin öşürden ziyade, haraç vermesi kendisi için daha uygun olur.  Bu sebeple o, haraç vermekle mükellef kılınır. Öşür arazisini Tağlib hıristiyanlardan biri satın alırsa, iki kat öşür vermekle mükellef olduğu hususunda icmâ vardır. Çünkü onlar, müslümanların iki katı vergi vermek üzere müslümanlarla sulh anlaşması yapmışlardı. Tağlibliler Bizans sınırı yakınında yaşayan hıristiyan bir kavimdi. Hz. Ömer (ra) onlardan cizye ödemelerini istedi. Ancak onlar vermek istemediler ve şöyle dediler; “Eğer bizi cizye vermekle mükellef kılarsan, düşmanın olan Bizanslılara katılırız. Ama bazılarınızın bazılarınızdan aldığı vergileri bizden de almak istersen, işte bu olur.” Ömer (ra) bu teklifi ashabla istişare etti; onlar da bunu ittifakla kabul ettiler. Hz. Ömer (ra) dedi ki; “Bu cizyedir. Ama siz buna dilediğiniz adı koyabilirsiniz.”

Ama haraç arzisi asla öşür arazisi haline gelmez: Çünkü öşür arazinin vazifesidir. Müslüman da, zımmî de haraç ödemeye ehildir. Bunu değiştirmeye gerek yoktur. [53]

Zekâtı Verilmeyen Bazı Mallar:

İnci, anber, mercan gibi denizden çıkarılan şeyler için zekât verilmez (Ebû Yûsuf): Bunlar kâfirlerin elinde değildir ki, ganimet olsunlar. Bundan dolayı, denizden altın ve gümüş de çıkarılsa, zekât vermek gerekmez. Ebû Yûsuf dedi ki; beşde birinin verilmesi gerekir. Çünkü Hz. Ömer (ra) denizden çıkarılan anber için beşde bir nisbetinde zekât alırdı.
İnci, denizde bulunan şeylerin en üstünü ve en kıymetlisidir. Karada bulunan şeylerin en üstün ve en kıymetli olan madenlerle ki onlar da altın ve gümüştür değeri kıyaslanarak belirlenir. Sonra denildi ki, inci baharda yağan bir yağmurdur ki; bu yağmur suyu sedefin içine düşer ve inci olur. Bir görüşe göre sedef canlı bir hayvandır ve inci onun içinde yaratılmaktadır.

Anbere gelince; İmam Muhammed dedi ki; “Anber, balığın yediği bir deniz otudur.” Bir görüşe göre anber; denizde kırılıp, dalgaların sahile attığı bir ağaçtır. Başka bir görüşe göre ise, anber bir deniz hayvanının dışkısıdır. Ağaçlarda meydana gelmez. Ama dışkı bir nesnedir. İbn. Abbas (ra) a anberi sormuşlar; o da şu cevabı vermiş: “Anber denizin dışarı attığı bir şeydir. Beşde birinin verilmesi gerekmez.”
Alçı, kireç, yakut, göz taşı ve zümrüt gibi dağlardan çıkarılan şeyler için de zekât verilmez: Çünkü bunlar yerdendirler. Toprak ve taş gibidirler. Bu taşlar da parlak taşlardır.

www.ihvanlar.net El-İhtiyar

PAYLAŞ