Mezhepsizlerin delil olarak aldığı En’am 159 ve Rum 32 ayetin tefsiri

   Bazıları En’am 159 ve Rum 32. ayeti delil getirerek İslam’da mezhep olmadığını iddia ediyorlar, kendilerinin de hiçbir mezhebe bağlı olmadığını söylüyorlar ve şöyle diyorlar: “Benim hiçbir mezheple, tarikatla, cemaatle, şeyhle, hoca ilişkim yoktur” Bunlara nasıl cevap verilmelidir?
Öncelikle bahsi geçen ayet-i kerimlere bir bakalım:
   “Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra (O), yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am 159)
   “Allah’a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak dine çevirin, O’na karşı gelmekten sakının, namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden; dinlerini darmadağınık edip grup grup olan kimselerden olmayın. (Ki onlardan) her bir grup kendi katındaki (dinî anlayış) ile sevinip böbürlenmektedir.” (Rûm 31-32)
AMELİ MEZHEPLER
   Şayet bir kişi bu ayetleri delil getirerek (Hanefi, Şafii gibi) amelî hiçbir mezhebe tabi olmadığını iddia ediyorsa bu kişi zaten açıkça bir sapıklık içindedir ve delalet ehlidir.
   Çünkü dinî yaşantı bu mezhepler ile sabit olmuştur. Şöyle ki, Kur’an-ı Kerim her ibadette sadece genel hatları çizer, ibadeti bizlere uygulamalı olarak öğreten kişi Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)dir.
   Peygamberimiz de yaptığı ibadette bazı farklı davranışlar sergilemiştir. Sahabe-i kiram Efendilerimiz bu uygulamaları yerinde gördükleri için Peygamberimizden gördüğü şekliyle ibadetini yapmaktaydı. Sahabeler arasında da müctehidler vardı ve bir çok konuda kendilerine danışılır ona göre amel edilirdi. İşte bu farklı davranışların delillere dayandırılarak sistemleştirilmesinden “mezhepler” ortaya çıkmıştır.
   Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz Muaz İbn Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken ona sordu. “Ne ile hükmedeceksin?” O da “Allah’ın kitabıyla” “-Onda bulamazsan.” Muaz: “Rasulullah’ın sünnetiyle hükmederim” dedi- “Bunların her ikisinde de bulamazsan ne yaparsın.” diye sorunca, Muaz: “O zaman re’yimle (görüşümle) içtihad ederim.” dedi. Rasulullah bu cevaptan memnun kalarak “Rasulünün elçisini, resulünün razı olacağı bir şeye muvaffak kılan Allah’a hamdolsun ” dedi. (Ebû Dâvud; Akzıye:11; No:3592; 2/327; Tirmizi; Ahkam:3; No:1332; 3/62; Nesâî; Kuzat:11; No:5334; 8/230; A. b. Hanbel; 5/230)
   Kendi zamanlarında ilimde eşi bulunmayan ve bir derya misali ilme sahip olan mezhep imamları iğneden ipliğe her şeyi delilleri ile ortaya koymuşlar ve İslam fıkhını kategorize ederek sistemleştirmişlerdir.
   Ve bu imamlar fıkıhda el atılmayan konu bırakmamışlar, olabilecek bütün ihtimalleri değerlendirmişlerdir. Yani Peygamberimizin bütün uygulamalarını bu mezheplerin içinde bulmak mümkündür. Bunlar dindeki çelişki değil, Ümmet için rahmettir. Çünkü inanç konularında ihtilaf yoktur, amel konusunda farklılık vardır. Bazen zaruri durumda kolay olanı tercih etmek Ümmet-i Muhammed için bir rahmet olmuştur.
   İşte bu sebeple bir kişi kalkıp fıkıhta mezhepleri kastederek “ben hiçbir mezhebe bağlı değilim” diyorsa o kişi İslam’a da bağlı değildir. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bu gün ilmihal bilgisi olarak elimize neyi alırsak alalım bu mezhep imamlarımız tarafından delillendirilmiştir. Onlar tarafından ortaya çıkartılmıştır. Bu gün bir kişinin kendi fıkhını ayet ve hadislere bakarak çıkarması ise imkânsızdır.
AYETLER NEYE İŞARET EDİYOR?
   Yazının başında aktardığımız sapıklığı (mezhepsizliği) sergileyenler Ayet-i Kerimeleri kafasına göre yorumlayanlardan da başkası değildir.
   Hiçbir rivayeti göz önünde bulundurmadan eline aldığı meal ile ayetten hüküm çıkarmaya çalışanların batağa saplanmamaları imkansızdır.
   Bakın bu ayetler aslında bize neyi haber veriyor:
   Ebu Hureyre (Radıyallahu anh)dan rivayet edildiğine göre; ayette dinlerini parça parça edenler bu ümmet içerisine Peygamberimiz ve ashabının yolu olan Ehli Sünnete aykırı olarak inanç sapıklığı ortaya atanlardır.
Ebu Galip’ten (Radıyallahu anh) bu ayet sorulduğunda, o: “Ebu Ümame bana, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)den naklen, bu kişilerin Havaric (Harûriyye) fırkası olduğunu bildirdi.” Demiştir. (İbn-i Ebi Hatim, no: 8150, 5/1429, Suyuti, Ed-Durrul Mensur: 3/402)
   Hakim-i Tirmizî (Rahimehullah)ın beyanına göre; Harûra ehli olan Havaric fırkası, kendilerinden bid’atler uydurmuş, neticede o uydurma inançlar, kendilerini Hazreti Ali (Radıyallahu anh)a karşı çıkartıp, onunla harbe kadar sürüklemiştir.
   Ebu Hureyre Radıyallahu anh, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in bu ayet-i kerime hakkın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “(Allah’u Teala bana) Şüphesiz dinlerini parçalayıp fırka fırka olanlar (var ya); sen onlardan değilsin, onlar da senden değildirler. (buyurdu) Onlar bu ümmet içerisindeki bidat (uydurma inanç)ların ehli, süphe sahipleri ve sapıklık ashabıdır.” (Taberi, Cami’u’l-Beyan, No:13271, 5/414, İbni Kesir: 2/182)
   Ömer b. Hattap (Radıyallahu anh) şöyle rivayet etmiştir: Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Aişe validemize hitaben şöyle buyurmuştur:
   “Ey Aişe! Dinlerini parçalayıp şi’a şi’a olanlar, heva (arzuya bağlı itikat) ashabı ve bid’at (dinde olmayan yeni inanç) sahipleridir.
Ey Aişe! Her günah sahibi için bir tevbe vardır. Ancak bid’at ashabına tevbe nasip olmaz. Onlar benden uzaktırlar, ben de onlardan beriyim.” (İbn-i Ebi hatim, Taberani, Hakim-i Tirmizi, Ebu Nuaym, Haysemi, Beğavi, Suyuti)
   Ümmü Seleme (Radıyallahu anha): “Bir kimse Resulüllah ile hiçbir ilişkisi kalmamasından sakınsın.” Buyurmuş ve sonra: “Şüphesiz dinlerini parçalayıp fırka fırka olanlar (var ya) sen onlardan değilsin” kavl-i şerifini okumuştur.” (Taberi, No: 1473-75, 5/415)
   Bütün bu rivayetler bizlere ayet-i kerimenin Müslümanlar içerisinde sonradan türetilen yanlış itikadi görüşler sebebiyle ortaya çıkan sapık yolları haber vermektedir.
   Bunlardan bazıları Hazreti Ali’yi tekfir eden, büyük günah işleyenlerin kafir olacağını ortaya atan HARİCİLER, Kafirlikle beraber hiçbir amel fayda vermyeceği gibi imanla beraber hiçbir günah da zarar vermez diyen MÜRCİE, Kullar amellerinin yaratıcılarıdır deyip Allah’ın görüleceğini inkar eden sevap ve azabı Allahu Teala üzerine vacip gören MUTEZİLE, Cismiyyet ve hulul konusunda Hakkı halka benzeten MÜŞEBBİHE olarak sıralanabilir.
   Bu sayılan ve benzeri sapık yolların ortak özellikleri o zamana kadar Peygamberimiz ve Ashabının yolundan saparak dine kendi yorumlarını katmaları ve yanlış tevil etmeleridir.
    Günümüzde de Allah’ı cahil göstermek için çabalayıp kaderi inkâr edenlerden tutun da Peygamberimizi devre dışı bırakmaya çalışanlara, Allah’a mekan isnat edenlerden şefaati inkar edenlere kadar bir çok sapık yol türemiştir. İşte bunların hepsi dinini parça parça edenler ve grup grup ayrılanlardır.
   Peygamberimiz “Bu ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağı ve bir tek fırka-i naciye’nin kurtulacağı”nı (Ahmed ibni Hanbel, no:2/332, Ebû Dâvud, no:4596, Tirmizî, no:2640, İbni Mâce, no:3991) çok önceden bildirerek bu grupları haber vermiştir.
AYET MEZHEPSİZLİĞE DEĞİL HAKKA DAVETTİR
   Dolayısıyla bu ayetler mezhepsizliğe değil, Resulüllah’ın yoluna davettir. Resulüllah’ın yolu da bu güne kadar “Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu çizgiyi takip edenler.” (Tirmizi, iman; 18) hadis-i şerifinde geçtiği üzere “Ehli Sünnet” adı ile maruf olmuştur.
    “Sünnet” Resulüllah, “ehli” ise O’nun ashabıdır. Ehli Sünnet, Resulüllah ve Eshabının yolu demektir.
   Ehli Sünnet akaid imamlarımız itikada yönelik konuları Peygamberimiz ve Eshabının inandığı şekliyle ele almışlar, nasıl inanılması gerektiğini delilleri ile bizlere aktarmışlardır. Dikkati çeken husus bu imamların yeni bir şeyi ortaya atmamış olmalarıdır. Hem Ehli Sünnet inancını ortaya koymuşlar hem de bid’at ehlinin iddialarını çürütmüşlerdir.
   Ümmet-i Muhammed bu görüşler üzerinde bir araya gelmiş ve bu gün bile Müslümanların büyük çoğunluğu Ehli Sünnet olarak doğru yolda ilerlemektedir. Peygamberimiz yine bunu bizlere haber vermiştir:

   “Benim ümmetim sapıklık üzerine bir araya gelmez Onun için topluluktan ayrılmayın! Allahın kudret eli topluluk üzerindedir” (Taberani  -ibn-i ömer’den)

   “Ümmetim, sapıklık üzerinde bir araya gelmez. İhtilâf gördüğünüz zaman size ‘sevâdu’l a’zam (en büyük olan ve hak üzere bulunan topluluğa katılmayı) tavsiye ederim.” (İbn Mâce. Fiten)

ŞEYHLER, TARİKATLAR BÖLMEZ
   Yukarıda verdiğimiz iddianın sahipleri mezhepsizliklerine kılıf için buldukları bu ayetlerin yanı sıra şeyh ve tarikatları da Ümmeti bölen unsurlar olarak göstermek istiyorlar. Hâlbuki ayetin tefsirinden de anlaşılacağı üzere Ümmet, yanlış itikadi yolların zuhur etmesi sebebiyle bölünüp parçalanmaktadır.
   Nitekim Osmanlı, Peygamberimizden sonra en büyük İslam Birliğine sahip devlet iken içerisinde yüzlerce tarikat, binlerce şeyh, cemaat, dergah ve tarikat barındırmaktaydı. Ancak en sağlam İslam Birliği de yine Osmanlı’da mevcuttu. Yani tarikatlar, dergahlar ve cemaatler İslam Birliğine engel olmadığı gibi bu birliği pekiştiren unsurlardı.
   Sonraları İran’ın Şia ve Suudi Arabistan’da İngilizler tarafından kurdurulan Vehhabilik gibi fitneler ile koskoca İslam Birliği darmadağın edildi.
   Bu misalde de Ümmeti bölen şeyin sonradan icat edilen sapık, bozuk itikatlar olduğunu görüyoruz.
   Dolayısıyla bütün bu iddialar asılsızdır. Ayetler kesinlikle mezhepsizliğe delil teşkil etmez. Tam aksine bu ayetler doğru yolu bırakarak ayetleri kendi kafasına göre tevil edip kendi yorumladığı dini yaşamak için “mezhepsizlik” mezhebine dahil olanları kapsar.
Allahu Teala bizleri Ehli Sünnet yolundan ayırmasın…
www.ihvanlar.net

PAYLAŞ