Ölüm Nedir? Ölüm nasıl olur?

AYET-İ KERİMELER
   Bakara / 28. Ey kâfirler! Siz ölü iken sizi dirilten (dünyaya getirip hayat veren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizi öldürecek, tekrar sizi diriltecek ve sonunda O’na döndürüleceksiniz.

   En’am / 162. De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.

   En’am / 61. O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler.

  Al-i İmran / 145. Hiçbir kimse yok ki, ölümü Allah’ın iznine bağlı olmasın. (Ölüm), belli bir süreye göre yazılmıştır. Her kim, dünya nimetini isterse, kendisine ondan veririz; kim de ahiret sevabını isterse, ona da bundan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.

   Nisa / 78. Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa “Bu Allah’tan” derler; başlarına bir kötülük gelince de “Bu senden” derler. “Hepsi Allah’tandır”” de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!

   Mülk / 2. O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.

   Kaf / 19. Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir.

   Al-i İmran / 145. Hiçbir kimse yok ki, ölümü Allah’ın iznine bağlı olmasın. (Ölüm), belli bir süreye göre yazılmıştır. Her kim, dünya nimetini isterse, kendisine ondan veririz; kim de ahiret sevabını isterse, ona da bundan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.

HADİS-İ ŞERİFLERDEN
   * Ebu Sa’îdi’l-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:”Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) Lailahe illallah demeyi telkin  edin.” 

   * Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: “İnsan öldüğü zaman gözleri nasıl belerip kalıyor, görmez misiniz?” buyurmuştu. Cemaat: “Evet, görüyoruz!” dediler. Bunun üzerine: “İşte bu, gözünün, nefsini (çıkan ruhunu) takip etmesindendir!” buyurdular.” 

    * Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Ebu Seleme radıyallahu anh’ın yanına girdi. Ebu Seleme’nin gözleri açık kalmıştı; onları kapattı. Sonra:“Ruh kabzedildi mi göz onu takip eder” buyurdu. Ehlinden bazıları feryad u figân koparmıştı. Aleyhissalâtu vesselâm:  “Kendinize kötü temennide bulunmayın, hayır dua edin! Çünkü melekler, söylediklerinize âmin derler!” buyurdu. Sonra ilâve etti: “Allahım, Ebu Seleme’ye mağfiret buyur! Derecesini hidayete erenler arasında yükselt. Arkasında kalanlar arasında ona sen halef ol! Ey âlemlerin Rabbi! Ona da bize de mağfiret buyur! Ona kabrini geniş kıl, orada ona nur ver!” 

   * Hazreti Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Bir müslüman muhtazar olduğu (can çekişme anına girdiği) zaman rahmet melekleri, beyaz bir ipekle gelirler ve şöyle derler: “Sen razı ve senden de (Rabbin) razı olarak (şu bedenden) çık. Allah’ın rahmet ve reyhanına ve sana gadabı olmayan Rabbine kavuş.” Bunun üzerine ruh, misk kokusunun en güzeli gibi çıkar. Öyle ki melekler onu birbirlerine verirler, tâ semanın kapısına kadar onu getirirler ve: “Size arzdan gelen bu koku ne kadar güzel!” derler. Sonra onu mü’minlerin ruhlarına getirirler. Onlar, onun gelmesi sebebiyle sizden birinin kaybettiği şeyinin kendisine geldiği zamanki sevincinden daha çok sevinirler. Ona:”Falanca ne yaptı? Falanca ne yaptı?” diye (dünyadakilerden haber) sorarlar. Melekler: “Bırakın onu, onda hâla dünyanın tasası var!” derler. Bu gelen (kendisine dünyadan soran ruhlara): “Falan ölmüştü, yanınıza gelmedi mi?” der. Onlar: “0, annesine, Hâviye cehennemine götürüldü!” derler. Aleyhissalâtu vesselâm devamla der ki: “Kâfir muhtazar olduğu vakit, azab melekleri mish (denen kıldan kaba bir elbise) ile gelirler ve şöyle derler: “Bu cesedden kendin öfkeli, Allah’ın da öfkesini kazanmış olarak çık ve Allah’ın azabına koş!”  Bunun üzerine, cesedden, en kötü bir cîfe kokusuyla çıkar. Melekler onu arzın kapısına getirirler. Orada:”Bu koku ne de pis!” derler. Sonunda onu kâfir ruhların yanına getirirler.” 

   * Ubeyd İbnu Halîd es-Sülemî Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın ashabından birinden naklen anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ani ölüm, kâfir için gadab-ı ilahî’nin bir yakalamasıdır, mü’min için de bir rahmettir.”

   * İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselâm ile birlikte idim. Ensardan bir zat gelerek Aleyhissalâtu vesselâm’a selam verdi. Sonra da: “Ey Allah’ın Resülü! Mü’minlerin hangisi en faziletlidir?” diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm: “Huyca en iyisidir!” buyurdular. Adam: “Mü’minlerin hangisi en akıllıdır?” diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm: “Ölümü en çok hatırlayandır ve ölümden sonra en iyi hazırlığı yapandır. İşte bunlar en akıllı kimselerdir” buyurdular.”  

   * Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “Birinizin eceli bir yerde olduğu zaman ihtiyaç onu oraya sıçratır. Sonra kalan ömrünün sonuna varınca aziz ve celil olan Allah onun ruhunu orada alır. Kıyamet günü, o yer: “Ey Rabbim! İşte bu, bana emanet ettiğin (cesed)dir!” der.”  

   * Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “Ölü kabre konulur. Salih kişi, kabrinde korkusuz ve endişesiz oturtulur. Sonra kendisine: “Hangi dinde idin?” denilir. “İslâm dinindeydim” der. “Şu adam nedir?” denilir. “O, Allah’ın Resülü Muhammed’dir, bize Allah indinden açık deliller getirdi, biz de onu tasdik ettik” der. Ona: “Allah’ı gördün mü?” denilir. O: “Allah’ı görmek hiç kimseye mümkün ve muvafık değildir” der. Bu safhadan sonra cehenneme doğru bir delik açılır. Oraya bakar, ateş alevlerinin birbirini kırıp yok etmeye çalıştığını görür. Kendisine: “Allah’ın seni koruduğu ateşe bak!” denilir. Sonra ona cennet cihetinden bir delik açılır ve onun güzelliklerine ve içinde bulunan (nimet)lere bakar. Kendisine: “İşte senin makamın!” denilir ve yine ona: “Sen bunlar hususunda yakîn (kesin iman) sahibi idin. Bu iman üzere öldün, bu iman üzere yeniden diriltileceksin inşaallah!” denilir. Kötü adam da kabrinde korku ve endişe ile oturtulur. Kendisine: “Hangi dinde idin?” diye sorulur. “Bilmiyorum” diye cevap verir. Kendisine: “Bu adam kimdir?” denilir. Halkı dinledim, bir şeyler söylüyorlardı, onu ben de söyledim” der. Ona cennet cihetinden bir delik açılır. Cennetin güzelliklerine, içinde bulunan nimetlerine bakar. Ona: “Allah’ın senden uzaklaştırdığı şu cennete bak!” denilir. Sonra ona cehenneme doğru bir delik açılır. Oraya bakar. Alevlerin birbirini yeyip yoketmekte olduğunu görür. Ona: “İşte makamın burasıdır. Sen cehennemin varlığı hususunda şekk (ve inkâr) içerisinde idin, bu şekk üzere öldün ve bu şekk üzere diriltileceksin inşaallah!” denilir.”

   * Hazreti Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Yahudilerden bir adam Medine çarşısında: “Hazreti Musa’yı insanlar üzerine seçen Zât’a yemin olsun!”demişti. Ensardan bir zât elini kaldırıp herife bir tokat indirdi. “Demek böyle dersin ha! Üstelik Resülullah aleyhissalatu vesselâm aramızda olduğu halde!” dedi. Durum Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’a anlatıldı. Aleyhissalâtu vesselâm: “Aziz ve celil olan Allah buyurmuştur ki: “Süra üfürülür ve Allah’ın dilediklerinden başka göklerde kim var, yerde kim varsa düşüp ölür. Sonra bir daha süra üflenir ve onlar kabirlerinden kalkıp bakışırlar” (Zümer 58). Ben, başını ilk kaldıran olacağım. Ben, arşın ayaklarından birini tutan Hz. Musa aleyhisselâm ile karşılaşırım. Bilemem, o başını benden öncemi kaldırdı, yoksa o, Allah’ın çarpılıp yıkılmaktan istisna tuttuklarından mıdır? Kim de: Ben Yünus İbnu Metta’dan daha hayırlıyım (üstünüm) derse şüphesiz yalan söylemiş olur.”

   Çoğu kimse ölüme, her şeyin sona ermesi, bir yok olma, bir inkıraz, bir çözülüp dağılma ve topraklaşma nazarıyla bakar ve katiyen onunla yüz yüze gelmeyi arzu etmez. Hastalık, yaşlılık, harb u darp, trafik kazaları ve deprem gibi ölüm sebebi sayılan hâdiseler zuhur ettikçe, o da tir tir titrer; kabrin yalnızlık ve vahşetini düşünerek ürperir ve hayatını tahammül edilmez bir azaba çevirir.Bunlar ahireti ve Mevlasını unutmuş, dininden yüz çevirmiş olanlardır.
 
   Halbuki inananlar için ”ölüm dostu dosta kavuşturan bir köprüdür.” Biz en çok Allah’ımızı ve Resulun’u severiz.En azından sevdiğimizi iddia ederiz, etmek zorundayız.Eğer böyle olmasa imanımız tam olmaz.İşte ölüm o en çok sevilenlere kavuşturan bir köprüdür.

   Ölüm bir yok oluş değil aksine sonu olmayanın başlangıcıdır.

   Sapık inançlı insanlar öldükten sonra başlarına elebilecek azabın ”cesetlerinin yakılması” ve küllerinin savrulması ile olmayacağını zannederler.Halbuki önemli olan beden değil ruhtur.

   Günümüz tıbbıda ölüme çare aramaktadır.Amerika ve Avrupa bu uğurda milyon dolarlar harcamaktadır.Ancak Mevla bunun mümkün olmayacağını tabutlarımızın üzerine örttüğümüz yeşil örtüde yazan şu ayet ile belirtmiştir:”Her nefis ölümü tadacaktır.”

HAZRETİ İBRAHİM İLE AZRAİL
   Ölüm, ilk bakışta soğuk ve sevimsiz görünür. Ancak gerçek mânâsına bakınca ölümün hiç de soğuk ve kötü şey olmadığını anlamak mümkündür. Yaşlanan insanlar ölmeyip yaşlanmaya devam ettikleri takdirde elleri titreyecek, gözleri görmeyecek, dizleri tutmayacaktır. Yemeklerini yiyemez, yataklarına yatamaz, oturdukları yerden kalkamaz olacaklardır… Böylesi bir hayat ise, hem kendilerine, hem de bakanlarına çok ağır gelecektir. Perişan bir yaşlı için ölümün ne kadar rahmet ve kurtuluş olduğunu gösteren ibretli bir misâl..

   İbrahim Peygamber misafirsiz yemek yemezmiş. Her gün ya evine gelen misafirle sofraya oturur, yahut da çıkıp yollarda misafir bulur, getirip onlarla kamını doyururmuş.
   Bir gün yine yol kenarında misafir beklerken, yaşlı birinin eşek sırtında kendine doğru gelmekte olduğunu görmüş. Yaklaşan ihtiyar selâm verip yoluna devam ederken önüne çıkan Hazreti İbrahim:
— Nereye gidiyorsun muhterem, buyur, birlikte bir çorba içelim, sonra yoluna devam edersin, demi
   Yaşlı adam itiraz etmemiş:
— Madem istiyorsun, davete icabet etmek gerekir, seni kıracak değilim ya., diyerek yolunu değiştirmiş, birlikte Hazreti İbrahim’in hanesine gelmişler. Misafir odasının bir köşesine geçip oturan ihtiyar, az sonra ortaya serilen sofraya   bakarak   üzülmeye   başlamış.   İbrahim Aleyhisselâm:
— Baba, niçin üzüntülüsün? deyince:
— Evlâdım, ben ortaya serdiğin bu sofraya nasıl yak­laşayım? Elimden tut, beni sofraya kadar sürükle, demiş.
   Dediğini yapmış. İhtiyarın elinden tutup sofraya sürükleyerek getirmiş. Bu defa da bir başka mes’ele ortaya çıkmış. İhtiyar
— Hani nerede kaşık, tabak? Gözlerim pek iyi farketmiyor, demiş.
   Bir eline kaşığı, bir eline de ekmeği veren İbrahim Aleyhisselâm, çorba dolu tabağı gösterip buyur etmiş. Bir de bakmış ki, İhtiyar, titreyen eli ile tuttuğu kaşıktaki çorbayı döke döke ağzı yerine kulağına doğru götürüyor, sonra aklı başına gelince ağzına getiriyor. Ancak o zamana kadar da kaşıkta, birkaç damla kalan çorba, midesine gitmeden ağzından dökülüp sofraya saçılıyor. Bu üzücü hâli görünce dayanamayıp sormuş:
— Baba nedir bu hâlin? Neden böylesin? İhtiyar cevap vermiş:
— Neden olacak, yaşlılıktan.
—   Kaç   yaşındasın? diye sormuş İbrahim Aleyhisselâm.
   Verdiği cevaba göre ihtiyarın yaşı kendisinden sadece iki sene fazlaymış. Bunun üzerine İbrahim Aleyhisselâm:
— Demek ki iki sene sonra ben de aynı yaşa gelecek, aynı duruma düşeceğim! diye düşünmeye başlamış. Bu defa ellerini açıp yalvarmış:
— Yâ Rab. bu duruma düşmek istemiyorum. Böyle yaşamaktansa ölüm daha güzeldir. Gönder meleğini, alsın ruhumu!
   İşte bu sırada sofra başındaki perişan ihtiyar birden ayağa fırlayıp:
— Hazır ol ey Allah’ın Nebisi, işte geldim, diyerek karşısına dikilmiş.
— Sen kimsin, ne diye karşıma dikiliyorsun? Meçhul İhtiyar cevap vermiş:
— Ben ruhları alan Azrail’im. Rabbim ölümün yaşlılar için ne kadar rahmet ve nimet olduğunu göstermek için beni sana gönderdi!
İbrahim Aleyhisselâm kelimelere basa basa konuşmuş:
— Evet, her zamanki gibi bir daha inanıyor, iman ediyorum ki, ölüm, imanlı ihtiyarlar için, mihnetsiz, meşakkatsiz bir hayata geçiştir. Azrail gibi emin ve sağlam birine bu sebeble ruhumu emniyetle teslim edebilirim.

MEKÂN DEĞİŞTİRMEK
   Mevlana Hazretleri, Pervane’nin evinde mânâ aleminden hakikatler saçıyordu. Büyük bir topluluk vardı. “Müminler ölmezler” dedi, “Belki bir evden diğerine taşınırlar.”
  Şeyh Taceddin-i Erdebilî, “O halde niçin Allah (celle celaluhu), ‘her nefis ölümü tadıcıdır” buyuruyor diye itiraz etti.
   Mevlana: “Evet, fakat Allah nihayet her nefis diyor, her kalp demiyor. Sen ya kalp ol veya bir müminin kalbinde yer et ki, müminin kalbi gibi ölmeyesin. Sen nefsinin hevasına uyup gidersen o ayet senin hakkında söylenmiş olur.” buyurdu.

   Hazretİ Mevlana, ayetten enfes bir mânâ çıkarır ve görünen bir hakikatin diğer yüzüne dikkatleri çeker. Evet, her insan mânâsına “her nefis” ölecektir.
   Fakat Onu bulan, Onun hakikatinde yaşayan için ölümden kastedilen ayrılıklar, yalnızlıklar, karanlıklar olmayacağından, kalbiyle imana dîrilenin yaşayacağı şey sadece hane değişikliğidir.
   Yunus, imanla ölümü aşmayı anlatırken sonsuzluğa yürüyor gibidir:
“Ölümden ne korkarsın? Korkma ebedî varsın!”
   Nefsin köleleri hayır adına ebediyen ölecek, kalbini Onunla nurlandırıp ölmeze erenler, ölüm kapısıyla ebediyen dirilecektir.

İKİ KİŞİ
   İki kişiden biri:
“Eteğimizden tutup da habire çekip duran, ölüm olmasaydı dünya ne hoş olurdu.” dedi. Diğeri ise:
“Şayet Ölüm olmasaydı ıstıraplarla dolu olan bu dünya hiçbir şeye yaramazdı, ovaya bırakılmış dövülmeden öylece duran bir harmana benzerdi.” dedi.

PAYLAŞ