28 Şubat finansörü Koç da İstanbul Sözleşmesini savunuyor

Bir işletme veya ticarethane ne maksatla kurulur? Elbette para kazanmak için. Bu gaye ile markalar tüketiciye şirin gözükmek için türlü türlü slogan ve söylemlerle kitle iletişim araçlarını kullanarak kampanyalar yaparlar.

Amaç çok basittir aslında; vatandaş, benim ürünüm hepsinden iyi. Gel benden alışveriş yap. Bu döngü böyle devam eder gider…

Müşteri sadakatini sağlayan birçok unsur vardır. Kaliteli ürün, satış sonrası hizmet, markanın sosyal sorumluluk projelerine desteği gibi birçok unsuru sayabiliriz. Markaların da duygularının olması, toplumu etkileyecek olaylarda görüş belirtmeleri, tavır koymaları, siyasete karışmadıkları sürece tüketici tarafından beğenilir.

Ne gibi mesela; on binlerce can verdiğimiz terör belasına karşı verdikleri reaksiyonlar millet tarafından beğenilir ve desteklenir. Doğal afetlerde mağdur vatandaşların yaralarına ilaç olacak kampanyalarda yer almaları da böyledir. Bu tür destekler bina, fabrika, demirbaş eşya, taşınır taşınmaz menkullerden teşekkül işletmelerde bir kurum kültürü ve tüketicinin de hissedeceği duyguyu oluşturur.

Bu duygu ve duyarlılık, işletmenin yazılı olmayan, bilançolarında olmayan entelektüel sermayesidir. Bu sermayenin çok olması girişimcinin vatanına ve milletine kattığı değerin göstergesidir. İlk 500 ve veya BİST100’de olmanın ötesinde bir durumdur bu. Bu duyguyu ancak yerli ve millî olan vatansever iş adamlarımız hissedebilir.

Ama bir de yarım asırdan fazla devletten aldığı ihaleler ile büyüyen sözüm ona kendilerini topluluk olarak konumlandıran işletmelerimiz var. Burada isim vermek istemiyorum hepiniz tahmin etmişsinizdir. Bu şirketler rekabet ortamının olmadığı, potansiyel rakip olacak girişimcilerin de kartelci medya aracılığı ile itibar suikastlarına uğratılarak pazardan dışlandığı ülkemizde yıllarca çok paralar kazandılar. Ama bu kazanç Alev Alatlı’nın dediği gibi kanuna uygun ama ahlaka uygun değildi.

Bu şirketler topluma duygusal bir dille seslenmek için sadece 10 Kasım gününü ve Cumhuriyet’in kuruluş günlerini seçtiler. Kendilerince duygusal bir dil geliştirdiler. Koç’un 10 Kasım reklamı bu yıl nasıl olacak diye beklenir hâle geldi. Bu tercihi KİĞILI ve birçok marka taklit etti. Bu markalar çağ açıp çağ kapatan dünyanın en başarılı imparatorlarından Fatih ve fetih ile ilgili bir reklam filmi çekmedi?

Tanzimat sonrası bize dayatılan yaşam tarzı, ezik aydınlar ile birlikte cumhuriyet sonrası bu tip kuruluşların destekleri ile maalesef devam ediyor.

GEÇMİŞİ UNUTMAYALIM!
Günümüzde de milletin ve ailenin parçalanmasını kanunla güvence altına alan İstanbul Sözleşmesi için bu tip kuruluşlar harekete geçti. Tıpkı 28 Şubat’ta TÜSİAD gibi. Tıpkı Gezi Kalkışması’nda Koç’un Divan Oteli teröristlere açıp, karınlarını doyurması gibi “Sözleşme yaşatır” garabetini kurumsal olarak paylaşmaya başladılar. YAŞATSAYDI bu kadar ölüm neden oluyordu? Bunu konuşan yok.

Evet 28 Şubat’ın TÜSİAD’ı neyse, Gezi’nin Koç’u neyse, sözleşmenin de destekleyenleri aynı zihniyettir. Amaç bölgede yükselen güç olan Türkiye’nin kadim aile geleceğini bitirmektir.
Gezi’de global ajansların etkisini hatırlayalım. Hizmet vermek için para aldıkları şirketlere üretmedikleri içerik ve sloganları, Gezi’de toplanan çapulculara ürettiler. Pankartları hatırlayalım. Bu global ajanslarda çalışan insanların dünya görüşleri AK Parti ve Cumhurbaşkanı ile taban tabana zıttır.

Ne çabuk unuttuk Erdoğan’a edilen küfürleri. Değerlerimize yapılan hakaretleri. Bu hakaretler millî ve yerli olmayan ajans ve reklamcılar marifeti ile üretildi. Şimdi aynı kitle sözleşme üzerinden koca koca Türk şirketlerini, kasalarından aldıkları para ile kendi milletinin hayrına olmayan bir işe alet ediyorlar.

Bu algı yönetimi Gezi Kalkışması gibi bir toplumsal boyuta doğru gidiyor. Maalesef KADEM ve parti içindeki Erdoğan’ın vizyonunuzdan uzak, beyaz Türk ve Batı hayranı sayıca az ama tesir olarak etkili bir grup da maşa oldular. MTTB geleneğinden gelen parti yöneticileri, durumun vahametini fark ettiler ve sözleşmeye hayır diyorlar.

Sözleşmeden 2 yıl sonra kurulduk diye kendisini savunan KADEM ise dalgakıran vazifesini devam ettiriyor… Bu durum KADEM’in bir taraftan maddelerin uygulanmasını sağlamak diğer yandan sözleşmeye karşı AK Parti teşkilatlarının direncini kırmak için mi kuruldu sorularını hatıra getiriyor? Zira mecliste Mor Çatı Kadın Sığınağı ile birlikte sözleşmenin takibinde aktif rol üstleniyor.
28 Şubat’ta TÜSİAD ve FETÖ, Gezi’de Koç ve türevleri ve FETÖ, sözleşmede ise aynı cenah 50 yıllık milliyetçi sağ gelenekteki bir yapıya karşı birleşmiş durumda.

Acilen Sayın Cumhurbaşkanı’mız Recep Tayyip Erdoğan’ın bir kararname ile bu işi mutlak manada bitirmesi gerekiyor. Yarın çok geç olacak.
Benden somut bir şeyler söylememi isteyenler var hâlâ. Yukarıda saydıklarımız yetmez mi?
İşin acı tarafı ise kadının işlediği günahı kanunla koruma altına almak istiyorlar. Cinsiyet tercihi sapıklık ve hastalığının devlet tarafından koruma altına alınması isteniyor. Yetmez mi?

TEFEKKÜR:
Dost bî-pervâ, felek bî-rahm, devran bî-sükûn,
Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, tali’ zebun.

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil – Türkiye Gazetesi – 07.08.2020

PAYLAŞ