Mahmud Efendi Hazretlerinin ilmi için söylenen sözler

15. Asrın Müceddidi Mahmud Efendi Hazretleri daha çok irşadı ile tanındığı için onun ilmi derinliği gereği gibi anlaşılamamıştır. Bu kısımda bir nebze olsun onun ne kadar büyük bir ilme sahip olduğunu anlatmaya çalışacağız.
Mahmud efendi Hazretleri daha 6 yaşında hafızlığını tamamladı. Sonra Kayseri’ye gidip orada Tesbihcizade Ahmed Efendi’den sarf, nahiv ve farsça okudu.
Kayseri’de bir sene kaldıktan sonra memleketi Of’a dönerek zamanın en meşhur kıraat alimi Mehmed Rüşdü Aşıkkutlu Hoca Efendi’den Kur’an-ı Kerim kıraat etti.
Belağat, ilm-i kelam, tefsiz, hadis, fıkıh ve usul-ü fıkıh gibi sair ulüm-i şer-‘iyyeyi ise akli ve nakli ilimlerde mütehassıs ulemadan ve Süleymaniye Medresesi dersiamlarından eniştesi Çelekli Hacı Dursun Feyzi Efendi’den ikmal ederek henüz 16 yaşında iken icazet aldı.
Kendisi askere gitmeden önce okuttuğu talebelerine 7 senede icazet verdi. (ki o tarihlerde bu başarılması çok zor bir işti)
Hacı Dursun Feyzi Efendi onun için: “Mahmud Efendi Hazretlerinin arkasında namaz kılan, İmam-ı Azam Efendimizin arkasında kılmış gibidir.” Diyerek ilmi kudretine işaret etmiştir.
İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin yedinci torunu ve Medine-i Münevvere’deki Mazhari Ribatı’nın son şeyhi olan Muhammed Mazhar el-Faruki Hazretleri, Mahmud efendi Hazretlerini İstanbul’da ziyaret etmiş ve: “Ben âlemleri gezdim, bu asırda Mahmud efendi gibi zahiri ve Bâtıni ilmi (Şeriat ve tarikatı) birlikte yaşayan bir zat görmedim” demiştir.

2009 yılının Aralık ayında ziyarete gelen büyük muhaddis Muhammed Avvame, bir sohbet esnasından etrafına toplanan on bin kadar talebeyi gördüğünde Hazreti Ali Efendimizin (Radıyallahu Anh) Kufe’ye gelişinde İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh) hakkındaki:
“Allah İbni Mes’ud’a rahmet etsin. Gerçekten bu beldeleri ilim doldurmuş” sözünü nakledip akabinde: “Allah Mahmud efendi’ye merhamet etsin. Gerçekten bu beldeleri ilim doldurdu.” Demiştir.
Mahmud Efendi Hazretlerinin ilim, amel ve ihlâstaki yüksek mertebesini daha birçok âlim dile getirmiştir. Bunlardan biri de büyük muhakkik, muhaddis ve fakih merhum Abdulfettah Ebu Ğudde’dir. Kendisini mescidinde ziyaret edip takdir ve hürmetlerini arz etmiştir.

İslam âleminin en büyük âlimlerinden ve Ehl-i Sünnet’in en büyük müdafilerinden olan büyük Kutub Allame Seyyid Muhammed ‘Alevi el-Maliki (Rahimehullah) Mahmud Efendi Hazretleri’ni İstanbul’daki dergâhında birkaç defa ziyaret etmiş, vefatından önce on gün kadar kendisinin özel odasında misafir olmuş ve takdirini şöyle dile getirmiştir:
“Dünyada birçok cemaatler gördüm. Kimisi ilme önem verip tasavvufu zayi etmiş, kimi de tasavvufa ihtimam gösterip ilmi zayi etmişlerdir. Ama Mahmud Efendi ve Cemaati ilimle ameli, şeriatla tarikatı birlikte yaşayıp-yaşatan müstesna cemaatlerdendir. Bu kadar kalabalık müridi olup da kendisini öne çıkarmayan ve son derece tevazu sahibi olan bir zat mutlaka evliyaullahın kutublarından biri olması gerekir. Zira bu makam her velide tahakkuk etmez.”
Ali Haydar Efendi’nin ihvanından olan Beykozlu Turan Efendi şöyle anlatmıştır: “Dört mezhep müftüsü Ali Haydar Efendi’yi zamanın büyük alimleri ziyarete gelirlerdi. O da onlara bazı ince sorular sorardı. Onların cevap vermekten aciz kaldığı yerlerde henüz yirmi beş yaşlarında olan Mahmud Efendi Hazretleri’nin sorulara derin vukufiyetle cevap vermesi herkesi şaşırtırdı.”
Bir defasında şeyhi Ali Haydar Efendi ziyaretine gelen hocalara zor bir soru sormuş, bu soruyu Mahmud Efendi Hazretleri (Kuddise Sirrahu) cevaplayınca: “Bende Türkiye’de alim kalmadı zannediyordu, meğer den alimi varmış.” Buyurmuştur.
Mahmud Efendi Hazretleri (Kuddise Sirrahu) ayetleri ayetlerle tefsir etmekte, ayetler arasındaki ince münasebetleri beyan etmekte ve ayetlerin sebeb-i nüzüllerini çok iyi bilmektedir.
Ayetlerin tefsirlerinde geçen hadis-i şeriflere, ayetlerdeki şari manalara ve onlardan istinbat edilen ahkam-ı fıkhıyyeye de muttalidir. “Zübdetül Buhari” ve daha binlerce hadis-i şerif ravileriyle birlikte ezberindedir.
Osmanlı Devleti’nin ilmi kudretini temsile haiz görülen Molla Hüsrev (Rahimehullahın) usül-ü fıkha dair şaheseri “Miratü’l Usül” dersleri huzurunda takrir olunurken herhangi bir hata vaki olduğunda ezberden müdahale edecek güçtedir.
Hatta bir defasında dersi takrir eden hoca efendi bir mevzuyu izah ederken takılınca bir sayfa kadar bir kısmı ezberden okuyarak meselenin anlaşılmasını sağlamıştır.
Osmanlı Devleti’in anayasası kabul edilen İbrahim Halebi Hazretleri’nin fıkıhtaki meşhur eseri “Mülteka’l-Ebhur”u ezberelediğini bir vaaz esnasında kendileri ifade etmişlerdi.
“Nesefi” ve “Ruhu’l-Beyan” gibi tefsirlerde bulunan hadis-i şerifleri, ilmi rivayetleri ve eşsiz kıssaları yılar boyu hiçbir kelimesini değiştirmeden anlatması onun tefsir ilmindeki derinliğinin en büyük şahididir.
Efendi Hazretlerimiz edebiyat sahasında da büyük kudrete sahiptir. Vaaz ederken ezberden okuduğu Arapça, Farsça ve Osmanlıca şiirler toplanınca iki cild kitap vücuda gelmiştir.
İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin ilim ve maneviyat yüklü “Mektubat”ını konu-konu ezbere bilen Mahmud Efendi Hazretleri’nin, kendisine Batıni hallerden sual edenlere bu kitaptan verdiği cevaplar da Batıni ilimlerdeki vukufiyetini ortaya koymaktadır. Kendisi bu şaheser hakkında “Mektubat” olmasaydı Mevla’yı bilemeyecektik (tanıyamayacaktık) buyurmuştur.
Ayrıca Nakşibendi tarikatının temel kitaplarından olan “Risale-i Kudsiyye”, “Risale-i halidyyei”, “Reşahat-ı şerife”, “Nefahatü’l- Üns” ve tasavvufun şaheserlerinden olan “Mesnevi” ve “Pend-i Attar” gibi Farsça eserleri de ezber derecesinde bilmektedir.
Hikmet kitaplarından İbrahim Hakkı Hazretleri’ne ait “Marifet name”yi, tasavvuf edebiyatının şaheserlerinden “Yunus Divanı”nı, “İbrahim Hakkı Divanı”nı, “Niyaz-ı Mısri Divanı”nı, “Hayyat Vehbi (Terzi Baba) Divanı”nı ezberinden okuduğu sabittir.
Silsilemizin 34. Halakasında bulunan Ali Rıza el-Bezzaz Hazretleri (Kuddise Sirrahu), Ahıskalı Ali Haydar efendi (Kuddise Sirrahu)ya verdiği icazette: “Bu zatın elinden tutan hiçbir kitaptan okuyamayacağı, hiçbir hocadan alamayacağı ilimlere nail olur.” Buyurmuştur.
Ali Haydar Efendi de: “bende ne varsa Mahmudum’a verdim, onun elinden tutan benim elimden tutmuş olur.” Buyurarak ondaki manevi mertebenin yüceliğini tasdiklemiştir.