Mahmud Efendinin son Şeyh olduğuna dair Deliller ve Şahitlikler

Mahmud Efendi Hazretlerinin kendi silsilesinde son şeyh olduğunu, yerine kimseyi bırakmadığını, irşadının Mehdi aleyhisselama vekilleri aracılığı ile ulaşacağını tüm şahitlerinden dinleyenler bu konuda kararını veriyor. Bu mesele Cübbeli Hoca meselesi değildir. Ondan başka onlarca kişi şahitlik etmiştir.

İşte bu sayfada tüm süreci ve şahitlikleri göreceksiniz.

– BİRİNCİ FASIL –

– MEDÎNE’DE GÖRÜLEN ZUHÛRATTA HASAN EFENDİ VE MUSTAFA EFENDİ İÇİN “VEKİLLER” TÂBİRİ KULLANILMIŞTIR –

Büyük Bayram Hoca’nın Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nden sonrasıyla ilgili rüyâsı Efendi Hazretleri’ne anlatıldıktan sonra yaşananlar şöyle gelişmiştir:

Cübbeli Ahmet Hoca Şöyle Anlatıyor:

2000’li yılların başında ben Tefsîr Odası’ndayken Büyük Bayram Hoca yanıma geldi ve “Ben bir rüyâ gördüm. Efendi’den sonra, Hasan Efendi’nin onun yerinde durduğunu gördüm. Bu rüyâyı Efendi Hazretleri’ne anlatmak istiyorum.” dedi.

Sonra “Beni Efendi’ye götür.” dedi. Efendi Hazretleri de yandaki odadaydı. Efendi Hazretleri’nin sağlığı o zaman çok yerindeydi. Hep mescidde dururdu zâten.

Gittik Efendi Hazretleri’ne rüyâyı anlattık. Efendi Hazretleri: “Tamam. Ben istihâre yapayım.” dedi ve Bayram Hoca bir şey demedi kalktı.

Aradan 7-8 ay kadar bir zaman geçti ama Efendi Hazretleri hiç bu konuyu konuşmadı. Sonra Efendi Hazretleri (tarafından) Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’e mürâcaat edildi. Bunlar mânevî işler.

Alî Hayder Efendi Babamız (Kuddise Sirruhû) buyurmuş ki: “Bu iş beni aşar. Medîne’ye mürâcaat edin.”

Bunun üzerine Medîne-i Münevvere’ye gidildi. Sekiz ay sonra gibi umreye gidildi. Sene 2001’in sonları yâhut 2002’nin başları da olabilir. Çünkü ben yasaklıydım. 2000’in başında üç ay hapis yattım. Ondan sonra deprem vaazından dolayı dâvam devâm ediyordu. Ben yasaklı olduğum için Efendi Hazretleri beni umreye götüremedi. Götüremediği için “Ahmed biz Medîne’ye gideceğiz. Bu meseleyi soracağız. Sana gelir, anlatırım.” dedi.

Fakat o arada Medîne’den telefon etti. “Ahmed bir zuhûrât oldu. Biz döndükten sonra sana geleceğim, anlatacağım.” dedi ve bunun üzerine Medîne-i Münevvere’den döndü.

O sırada Efendi Hazretleri beni aradı. “Ben sana geleyim. Seni buraya çağırttırıp yakalattırmayalım.” dedi.

Sonra Hasan Efendi’yi de aldı. Ramazân ayı iftâr gibi, Çengelköy’de kayınpederin evinde, alt kattaydık. “Hikmet Efendi’yi de çağırayım mı sizi çok özlemiş?” felan dedim. Onu da aldılar, geldiler.

Sonra Efendi Hazretlerizuhûrâtı anlattı: “Ahmed Biz Medîne’de Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’e mürâcaat ettik. Benden sonra Hasan Efendi, ondan sonra Mustafa Bilici Efendi, birbiri ardınca vekîl olarak benim yerimde bulunacaklar.”

Bu şekilde ifâde etti. Allâh şâhid. Vallâhi billâhi tallâhi buna yemîn edebilirim. “Şeyh” de demedi, “Halîfe” de demedi.


2002’nin 10. ayında felan bu olaylardan sonra
Efendi Hazretlerimiz, şu 8 hocayı toplayıp açıklama yaptı.

Ama yazıya dökülmedi ve “Bu burada kalsın, kimseye duyurulmasın.” buyurdu.

TOPLANAN HOCALAR

1) Hasan Kılıç Hoca Efendi

2) Mustafa Bilici Hoca Efendi

3) Zavendikli Mustafa Efendi

4) Münir Hoca

5) Denizlili İbrâhîm Hoca Efendi

6) Gözlüklü Ahmed Efendi

7) Resul Hoca Efendi

8) Fikri Doğan

2004 Yılının Sonuna Doğru Alî Hayder Efendi Hazretleri’nin Rûhâniyetine Bir Arzuhâl Yazılır

Efendi Hazretleri’nin istihârecisi şeyhlik iddiâsında bulunur. Bunun üzerine Efendi Hazretleri evvelce zuhûrât gören aynı kişi olduğu için de “Bu ne yaman çelişki!” dercesine Hasan Efendi’yi çağırttı.

Efendi Hazretleri, Hasan Efendi’ye “Gel, otur şuraya! Dediklerimi yaz!” buyurdu.

Alî Hayder Efendi Hazretleri’nin rûhâniyetine bir arz-u hâl yazdırdı.

Daha sonra bu yazıyı Alî Hayder Efendi Hazretleri’nin toprağına gömdürdü.

ARZUHÂL

Şeyhimizin Alî Hayder Efendi Hazretleri’nin Kabrine Gömdürdüğü Bu Arzuhâl Kâğıdı Hasan Efendi ve Mustafa Efendi’nin Aslâ Halîfe Dahî Olmadıklarına Dâir Hasan Efendi’nin El Yazısıyla Kaydedilen Bir Belgedir

Bu Arzu Hâlin Okunuşu

“es-Selâmu Aleyküm ve Rahmetullâhi ve Berakâtühü!

Kıbletü kulûbinâ (kalplerimizin kıblesi olan) şeyhimiz, üstâdımız Alî Hayder Efendi Hazretleri!

Senin vâsıtanla Rabbimizi tanıdık.

Rasûlünü tanıdık, Kur’ân’ı anladık. Şimdi başımıza bir iş geldi. Size mâlumdur biiznillâh.

(Eski istihârecinin) Biraz keşfi de vardır. Velâkin Rasûlüllâh (Sallellâhu Te‘âlâ Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’in ‘Artık âhiret bize yaklaştı, vasiyet yapalım.’ diye huzûruna vardık.

Hasan Efendi’yi, Mustafa (Bilici) Efendi’yi sırasıyla yerime VEKÎL TÂYİN EDELİM.’ dedik.

Türkiye’ye gelince büyük hâceler (hocalar) huzûrunda îlân ettim. Bu sene istihârecimiz ‘İkāme vaktim geçiyor.’ diye umreye gitti. Geldiğinde bana haber getirdi.

Diyor ki: ‘Sizden sonra emâneti idâre bana bırakıldı.’ Ben de hiç ses çıkarmadım.

Belâ olmadan bu işten çıkmak istiyoruz. Sizin vâsıtanızla Mevlâ’ya yalvarıyoruz.”

Bu Arzuhâl Yazısında Geçen “Vekîl Tâyin Edelim”
İfâdesinden Hasan Efendi’ye ve Sonrasında
Gelenlere Şeyhlik Değil Halîfelik Dahî Çıkmaz

Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in Hasan Efendi’ye yazdırdığı, dolayısıyla Hasan Efendi’nin kendi el hattıyla yazılmış olan bu mektupta “Vekiller” tâbiri geçmektedir.

Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz “Halîfe” ile “Vekîl” tâbirlerini birbirinden ayırt edemeyecek kadar -hâşâ- câhil olmadığına göre ve bu tâbir Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) tarafından buyrulduğuna göre kesin hüküm ifâde etmektedir ki bu, Hasan Efendi ve Mustafa Efendi’nin Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’den sonra sırasıyla başvekil olacağını ifâde etmektedir, zîrâ daha önceden normal vekîl oldukları bilinmektedir.

Bu yazıya dayanarak “Hasan Efendi’yi halîfe olarak Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz seçti.” diyenler hem Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e hem de ondan nakil yapan Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e iftirâ etmektedir ve artık onların hiçbir dayanağı kalmamıştır, zîrâ tek dayanakları olan ve hastâne videosundan yıllar önce kaydedilen bu yazıda da açıkça “Vekîl” tâbiri geçmektedir.

İşte Mahmûd Efendi Hazretlerimiz “Halîfem yok” sözüyle halîfesinin olmadığını dolayısıyla bu silsilede hiçbir şeyhin kalmadığını açıkça ifâde etmiştir.

Efendi Hazretleri’nin buyurduklarında tezât ve tenâkuz yoktur; orada ispât edilen başvekilliktir, hastânede nefyedilen ise halîfeliktir ve şeyhliktir. Zâten biricik şeyhimiz hiçbir zaman başkasına râbıtaya izin vermemiştir ve o hayattayken kimseye râbıta yapılmamıştır!

Vefâtından sonra da vasiyeti üzere râbıta kendisine devâm etmektedir, zâten halîfe ve şeyh yoksa râbıta yaptırma konusu temelinden sâkıt olmuştur.

Ancak Efendi Hazretlerimiz tarafından tarîkattan kovulan Mâsum Bayraktar ile kendisine râbıta yaptıran Trabzon’daki İshâk Hoca müstesnâ!

Nitekim Hasan Efendi Hocamız bu İshâk’ın kendisine râbıta yaptırmasından dolayı yıllarca mücâdele vermiştir ki bu adam da Efendi Hazretleri’ni bu hususta dinlememiştir.

Tabî bunların yaptıkları Efendi Hazretlerimiz’in yolunu bozamaz, nitekim şimdikilerin yaptıkları da tarîkat-ı aliyyeye zarar veremez. Yanlış yapan kendine zarar verir, âhirette hesâbını çok zor verir ve cezâsını çeker.

Artık “Hak”dan sonra “Dalâlet”den başka hiçbir şey kalmamıştır!

– İKİNCİ FASIL –

– EFENDİ HAZRETLERİ’NİN SON ŞEYH OLDUĞUNUN EN BÜYÜK DELÎLİ HASTÂNE VİDEOSUDUR –

Hastânede Çekilen Şu Videoyu İzleyip de Hâlâ Hasan Efendi’yi ve Fikri Doğan’ı Şeyh Kabûl Edenler Efendi Hazretleri’ne İftirâ Attıkları İçin Felâh Bulamayacaklar (19 Ekim 2007)

19 Ekim 2007 akşamı hastâne odasındaki olaylara şâhit olanlar:

1) Rasül Bölükbaş Hoca Efendi

2) Cübbeli Ahmet Hoca Efendi

3) Muhammed Keskin Hoca Efendi

4) Şefik Kocaman Hoca Efendi

5) Hasan Barçın Hoca Efendi

6) Torun Resul Hoca Efendi

7) Mustafa Sultanoğlu

8) Mehmed Kaya

9) Hanım Annemiz

10) Cübbeli Hoca Efendi’nin Hanımı

11) Torun Resul Hoca Efendi’nin Hanımı

Hastânede Efendi Hazretleri’nin “Halîfem Yok” Şeklindeki Sözüne Şâhit Olanların Beyanları

1-a) Cübbeli Hocamız Hastânede Yaşananları Şöyle Anlatıyor:

Bana dediler ki: Hasan Efendi ve Mustafa Efendiler geldi. Orada bâzı şeyler yaşandı.”

Biz oturduk. Saat (gece) 12 oldu, hattâ geçiyordu. “Şimdi Efendi Hazretlerini rahatsız etmeyelim.” dedik. Tam gidiyorduk, merdivenden bizi geri çağırdılar.

Efendi Hazretleri geldiğinizi duydu, sizi çağırıyor.” dediler. Biz de hemen geldik. Sonra Resul Hoca ile karşı karşıyayız, Efendi Hazretlerimiz yatakta, yatağın bir ucunda ben, diğer ucunda Resul Hoca var, Efendi Hazretleri’ne Resul Hoca sormaya başladı: “Evvelce bizi toplamıştınız. ‘Benden sonra Hasan Efendi, ondan sonra Mustafa Efendi vekîl.’ demiştiniz. Şimdi bizden bu hususta şâhitlik imzâsı isteniyor. Ne yapalım?” dedi.

Efendi Hazretleri: “Ben kimseye bir söz vermedim, ben kimseyi bırakmadım.” dedi. Yâni iptâl ettiğini açıkça belirtti.Sonra birkaç kere daha sordu. Bir keresinde “Nasîb neyse, o olur.” dedi. Bir kere de “Allâh bilir.” dedi.

Resul Hoca dedi ki: “Siz yerinize birini tâyin ettiniz mi?”

Efendi Hazretleri: “Yok, yok.” dedi.

Resul Hoca en sonunda “Şimdi ben ne yapayım? Beni yarın imzâya çağırıyorlar.” dedi.

Efendi Hazretleri: “Git benim böyle dediğimi söyle.” buyurdu.

1-b) Cübbeli Ahmet Hoca Bu Husûsu Yeni Konuşmuyor, 2008’de Radyo Programında Gelen Bir Suâle Verdiği Cevapta Şöyle Demiştir:

Önemli bir soru: “Hasan Efendi’nin vekâleti husûsunda ne dersiniz? 3-4 sene önce Aktüel Dergisi’nde ‘Efendi Hazretleri’nden sonra Hasan Efendi gelir.’ demiştiniz, bu değişti mi?”

Şimdi tabî bu değişti. Efendi Hazretlerimiz Kartal’da hastânede bulunduğu bir dönemde hocamız Resul Hoca vesâir bâzı arkadaşlarımız en az 8-10 kişi kadar insanın huzûrunda “Ben ‘Kendimden sonra.’ diye kimseye söz vermedim.” demiştir.

Resul Hocamız’ın “Peki o zaman sizden sonra kim olacak? Yerinize bulunacak?” sorduğunda “Allâh bilir”, tekrar sorulduğunda “Kime uyalım?” (diye) “Nasip neyse o olur.” buyurarak işi gayba bırakmıştır, evvelceki görüşünü bu noktada neshetmiştir.

(En sonunda “Siz yerinize birini tâyin ettiniz mi?” diye sorulunca “Yok, yok.” diye kesin cevap buyurmuştur.)

Dolayısıyla “Hasan Efendi’nin vekâleti” derken genel mânâda Efendi Hazretlerimiz’in vekillerindendir ama bu hususta tek değildir, yüzlerce bu görevi yapan hoca efendi kardeşimiz vardır, o da onlardan biridir.

Ama tabî Efendi Baba’dan kalması, yaşlılığı, diğer bâzı ahlâkî fazîletleri nedeniyle farklı hâlleri olabilir.

2) Muhammed Keskin Hoca Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:

Efendi Hazretlerimiz kendisinden sonra halîfe bırakmış mıdır?

Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû) kendisinden sonrası için muayyen bir halîfe tâyin etmemiştir. Bu husus, sosyal medya mecrâlarında paylaşılmış olan meşhur video kaydından, bu kayıtta sûret ve sesleri bulunan cemâatimizin güzîde hocalarının şehâdetlerinden, sâir hoca efendilerin nakillerinden ve gösterebileceğimiz sâir delillerden de anlaşılacağı üzere tartışma götürmez bir hakîkattir.

Mârifet Derneği’nin Bu Husustaki Paylaşımı

3) Şefik Kocaman Hoca Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:

2007 sonbaharında Dârüşşafaka Maltepe Zümrütevler Fizik Rehabilitasyon Merkezi’nde Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e bir soru sorulmuştu.

Cumâ günü akşamı Resul Bölükbaş Hoca Efendi, Cübbeli Ahmet Hoca Efendi ile birlikte toplamda 8 erkektik.

Resul Hoca Efendi (Hasan Efendi’nin halîfeliği hakkında imzâ atılacak) toplantıya çağrıldığı için Efendi Hazretlerimiz’e sordu.

Şimdi bir video var internette, birisi çekmiş onu. Fakat onun evveliyâtı var. Evveli şöyle; Resul Hoca evvelâ Efendi Hazretlerimiz’e “Yerinize tâyin ettiğiniz birisi var mı?” diye sordu. Efendi Hazretlerimiz: “Yok.” dedi.

Resul Hoca: “Sizden sonra ne olacak?” dedi. Efendi Hazretlerimiz: “Nasip neyse o olur.” buyurdular.

Resul Hoca: “Beni toplantıya çağırıyorlar, ne buyurursunuz?” diye sorunca Efendi Hazretlerimiz: “Böyle dediğimi dersin.” buyurdu. Sonra araya birkaç konuşmalar daha girdi. Resul Hoca bir daha sordu. Bu kısım kayıtta var. “Efendi Hazretleri, yerinize tâyin ettiğiniz birisi var mı?” diye sordu. Efendi Hazretleri bu sefer 2 defâ “Yok, yok.” buyuruyor. Hem üzerine basarak söylüyor.

Benim gözümün gördüğü, kulağımın işittiği budur. Zuhûrât olmuş, rüyâ görülmüş, imzâlar atılmış, toplantılar yapılmış.

Şunu açıkça beyân etmek istiyorum; ben, Efendi Hazretlerimiz’in ağzından ne duyduysam, ona îtibâr ederim.

Kimsenin zuhûrâtı, imzâsı beni bağlamaz. Kusura bakmayın. Benim tarîkat anlayışım, benim mürşid tasavvurum bunu gerektiriyor!

Ben şeyhimin ağzından bir şey duymuşum, bana siz ne getirirseniz getirin. Kusura bakmayın. Ben onun ağzından çıkanı bilirim.

Tarîkatın sâhibi odur, tasarruf yapan odur. Ne olaydı birisini bıraksaydı. Vallâhi isterdim. Ama ben şimdi başkalarına da söylüyorum. Benim yerime koyun kendinizi.

Mürşidin ağzından duydunuz, ne yapacaksınız? Bakıyorum ki, farklı şeyler söyleyenler var.

Geçenlerde yine sevdiğimiz bir hoca arkadaşımız, söyledim kendisine “Benim yerimde olsan ne olurdu?” diye. “Orada soru sormak hataydı.” diyor. (Çünkü Efendi Hazretleri’ne bunadı gözüyle bakılıyordu.)

Yâhu diyorum “Soru sormak hatâ veyâ değil ama soruldu. Efendi Hazretleri cevap verdi. Sen olsan ne yapacaktın?”

O zaman garip bir şeyler söylediler, burada zikretmek istemiyorum.

Bir başka arkadaşa da sordum bunu. “Efendi Hazretleri’nin bu dediği geçerli değil mi?” diye. “Geçerli değil.” dedi.

Dedim (ki) o zaman: “Esğarî müştereği (en küçük buluşma noktamızı bile) kaybettik, tartışma zemîni kayboldu.”

Bana göre Efendi Hazretleri’nin söylediği söz geçerli. Sana göre geçerli değilse söyleyecek bir şey bulamam. Seninle tartışacak bir durumum yok. Sokaktan geçen birisine “Bu benim şeyhimdir.” desen, ben ne diyebilirim sana?! Hiçbir şey diyemem.

Dolayısıyla çok bilen bir arkadaş da usûl kāidelerine uydurarak bir şeyler söylemeye çalışıyor. Kusura bakmayın. Muhâlefet edecekseniz deyin ki: “Biz, o hükmü kabûl etmiyoruz.”

Efendim “Meşâyih siyâset yaparmış.” (diyorlar.) “Siyâset yapmak.” demek, “İnsanları idâre etmek.” demektir. Bugünün politikası gibi yalana dayalı bir olay değildir.

“Meşâyih-ı kirâm siyâset yapar.” demek “İnsanları idâre ederler.” demektir. İnsanların hak ettiği muâmeleyi insanlara yapmazlar, kendi canlarına çekerler, tahammül eder, sabrederler. Yeter ki kimse kaybetmesin, siyâset yapmak dediğiniz İslâm’da ve tasavvufta budur. Yoksa bugünkü politikacılar gibi, bugün böyle bir şey söyle, yarın başka bir şey söyle, öyle bir şey tarîkatta olmaz! Allâh dostları evet, siyâset yaparlar ama yalan söylemezler!

Taban tabana zıt şeyleri iddiâ etmeyin lütfen. Efendi Hazretleri “Yok.” diyorsa yoktur.

Benim kitapta, “Mektûbât”ta, “Risâle(-i Kudsiyye ve Hâlidiyye)de” gördüğüm, tasavvuf târihinde gördüğüm şeyh tasavvuru böyle değil.

Ama kaydı var, şaşırdığım nokta da şu Efendi Hazretleri’ne soruluyor onun kaydı var buna rağmen konuşulabiliyor, buna rağmen bir şeyler söylenebiliyor.

Şurası da var; “Ben ihtiyarlamışım, siz ne yaparsanız yapın.” dedirttirmişiz Efendi Hazretleri’ne zamânında. Bunu dedirttiren insanlardan çok da bir şey beklememek lâzımdır. Allâh işin netîcesini hayra vardırsın. Böyle olsun istenmezdi. Âhirete çıkacağız, o zâtın yüzüne bakacağız, yâni herkes kime kavuşmak istiyorsa ona göre hareket etsin. Allâh hepinizden râzı olsun, Allâh âkıbetimizi hayretsin.

4) (İsmâîlağa Vakfı Eski Başkanı) Mustafa Sultanoğlu Şöyle Anlatıyor:

a) Resul Hoca, Efendi Hazretlerimiz’e “Sizden sonra halîfe var mı?” diye sorunca Efendi Hazretleri: «لَا» Kesin ve net bir kelimelerle.

Hastâneye geldiler hattâ ben orada şöyle bir kelime söyledim, dedim ki: “Hocam geldiniz buyurun, Efendi Hazretlerimiz karşınızda, sorun, açık sorun.” dedim.

Efendi Hazretlerimiz: “Yok.” buyurdu.

Çınaraltı grubu tamamdı. Metin Hoca hayatta olsaydı. Takır takır söylerdi.

Metin Hoca: “O toplantıyı yapmasınlar.” buyurup, benimle haber gönderttirdi: “Ne duruyorsunuz daha?!” diye.

Gönderdiğinde o girdi heyete “Efendi Hazretleri: ‘Toplantı yapmayın.’ dedi. Niye toplantı yapıyorsunuz?!” dedi.

Birçok hocaya telefon açtım, cesâret edemedi.

Ben onlara “Açık sorun hocam, şüpheniz kalmasın, benim de üzerimde yük kalmasın. Sonra ileride şu olur bu olur.” dedim.

Bunun üzerine sormama gibi bir cihete gittiler. Bunun üzerine Efendi Hazretleri bana döndü ve “Ne oluyor?” Yâni “Ne sorsunlar?” dedi. Ben de dedim ki: “Efendim hilâfet meselesidir.”

O zaman Efendi Hazretlerimiz ellerini kaldırarak açık ve net bir şekilde “Ben kimseye söz vermedim. Ben kimseyi bırakmadım.” buyurdu. Efendi’nin en çok üzerinde durduğu kelime: “Ben kimseye söz vermedim.” (cümlesi) idi.

Ben şimdi bunu anlayamıyorum, hâşâ hoca efendilere laf söylemek benim haddim değil ama bunu kendileri duyan insanlar nasıl “Duymadım” diyebiliyorlar?! Ben bunu anlayamıyorum.

Bunun üzerine Efendi Hazretleri bizi çağırttırdığında, ısrarla “Sen gel, (hanımın) Zübeyde’yi de çağır, o da çabuk gelsin.” dedi.

Odaya girdiğimde Efendi Hazretlerimiz: “Ben kimseye söz vermedim.” buyurdu. Bana yansıyan Hasan Efendi’yi yerine bıraktığı, Mustafa Efendi’yi yardımcısı biliyordum.

Bunun üzerine ben o şaşkınlıkla: “Ne yâni sizden sonraki şeyh Hasan Efendi değil mi?!” kelâmını kullandım. Efendi Hazretlerimiz de: “Kimseye söz vermedim.” kelâmını kullandı. Allâh indinde ben buna şâhidim.

Ben hattâ bu kelimeler üzerine o şaşkınlıkla daha sonra “Bunu herkese söyleyeyim mi Efendi Hazretleri?” dedim. Efendi Hazretleri: “Ne duruyorsun dâ?” dedi.

(Ardından Efendi Hazretleri:) “Cübbeli’yi, Resul Hoca’yı ara da, Cübbeli’ye de söyle, herkese duyur!” dedi. Ben tekrar tekrar sordum: “Efendi Hazretleri bu isimleri arayayım mı? Arıyorum.” dedim.

Efendi Hazretleri kızgın bir şekilde “Ara deyrum dâ, ne durmadan soruyorsun.” dedi. Bunun üzerine ben sizi, Resul Hoca’yı, Metin Hoca’yı hep aradım. (Onlar:) “Bir defâ duydum.” diyemezler (Çünkü kaç defâ duydular.)

b) Mustafa Sultanoğlu’nun bu konuşmadan bir sene sonra bu konuda Cübbeli Ahmet Hoca’ya verdiği bilgiler hiç şaşmadan aynen tutuyor.

Cübbeli Ahmet Hoca: “Şimdi senden aldığım ses kayıtlarında elhamdülillâh çok fayda oldu tabî ümmete, herkes sana duâ ediyor, Efendi Hazretleri’nin şâhitliğini gizlemedin.”

Sultanoğlu: “Yok yok gizlenmez o, hakkı kalır çünkü!”

Cübbeli Ahmet Hoca: “Eee tabî, Allâh râzı olsun, bu arada sen bana bir şey dedin, onu tekrar şey yapayım.”

Sultanoğlu: “Şöyle sordum yâni hayret içerisinde kaldığım için şaşırdım dedim ki: ‘Ne yâni Efendi Hazretlerimiz sizden sonraki şeyh Hasan Efendi değil mi?’ Bunun şâhitleri de var yanımda. O zaman Efendi Hazretlerimiz: ‘Ben kimseye söz vermedim. Ben kimseye demedim.’ buyurdu. Kaşları da çatıktı.”

Cübbeli Ahmet Hoca: “Evet.”

Sultanoğlu: “Çünkü tekrar tekrar ben sordum yâni kime bildireyim? Sizi aramamı özellikle söyledi. Hilâfet felan vermediğini zâten ondan sonra çok defâ söyledi.”

5) Mehmet Kaya Şöyle Anlatmaktadır:

O gün Resul Hoca’yı ben getirdim oraya. O akşam ben de oradaydım. Efendi Hazretlerimiz’e hastânede oturduğu yerde, Resul Hocamız sordu: “Efendi Hazretleri siz yerinize birini tâyin ettiniz mi?” dedi. “Yok.” dedi Efendi Hazretleri.

Ondan sonra Resul Hoca: “Peki sizden sonra ne olacak?” dedi. Efendi Hazretleri: “Nasip neyse o olur.” buyurdu.

Arada bâzı konuşmalar oldu. Sonrasında Resul Hoca tekrar sordu.

Efendi Hazretlerimiz: “Yok, yok.” buyurdu.

Ben buna şâhitlik ettim. Allâh bizi şâhit etti.

Bu şâhitliğimizi dünyâda âhirette gizleyecek durumumuz da yok. Öyle bir şey zorlama olması mümkün mü?! Öyle zorlama olsa biz oradayız görürüz, ben öyle bir şey hissetmedim, öyle bir şey de görmedim.

6) Resul Bölükbaş Hoca Efendi’nin Torunu Şöyle Anlatmaktadır:

Hastâne olayında biz de oradaydık, ben ve hanımım vardı, Cübbeli Hoca’nın hanımı ve Sultanoğlu da vardı.

Hocamla berâber Rize’de dersteydim. Efendi Hazretleri’nin yanındaki Şefik Kocaman Hoca hastâne olaylarının kayıtlarını alıyordu. Kim vardı, kim yoktu diye not alıyordu.

Öyle zorla baskı altında konuşturuldu vs. olmadı. Öyle bir şey yok. Biz orada, yan taraftaydık. Biz hemen yan tarafta, Efendi Hazretleri’nin yan tarafındaydım.

İstişâre yapıyordunuz siz. Bizzât yanınızdaydık. Ondan sonra Efendi Hazretlerimiz’in yanına gidildi.

Orada öyle denildiği gibi herhangi zorlama yok. Öyle bir şey olur mu?!

Ben hatırlıyorum yâni o dönem yaşım 20-22 felan(dı), yan tarafta oturdunuz. Böyle bir şey (yâni) aranızda istişâre yaptınız “Efendi Hazretleri’ne soralım.” diye.

O hastânenin misâfir ağırlama gibi bir bölümü vardı. Oradan Efendi Hazretleri’nin yanına geçildi. Ondan sonra da soruldu. Ben şâhidim. “Şâhit değilim.” diyemem ki!

7) (Hastânede Videoyu Çeken) Hasan Barçın Hoca Efendi Şöyle Anlatmaktadır:

Şimdi benim şâhit olduğum olay şu; Resul Hocam aynı videodaki gibi soruyu sordu. Efendi Hazretlerimiz: “Yok, yok.” buyurdu. “Nasip ne olursa o olsun.” Bunu da buyurdu.

(Resul Hoca:) “Yarın bizi toplantıya çağırdıklarında ne diyelim Efendi Hazretleri?” dedi. (Efendi Hazretlerimiz de:) “Benim böyle dediğimi deyin.” buyurdu.

– ÜÇÜNCÜ FASIL –

– EFENDİ HAZRETLERİ’NİN SON ŞEYH OLDUĞU VE YERİNE KİMSEYİ BIRAKMADIĞINA DÂİR BEYANLARINA ŞÂHİT OLAN DİĞER BÂZI İHVÂNIN ŞEHÂDETLERİ –

1) (İrşad Dergisi Mart 2004 Sayısındaki Röportajında) Mustafa Bilici Hoca Efendi Şöyle Anlatmaktadır:

Nasıl ki bizim Peygamberimiz (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) en son geldi. En son gelmekle Hâtemu’l-Enbiyâ oldu. Efendi Hazretlerimiz de en sondur. İmâmu’l-Evliyâ’dır. Anlatamam onu.

Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû)nun kendisinden sonra baş vekîl olarak tâyin ettiği Hasan Efendi’ye yardımcı olarak görevlendirdiği ve onun vefâtından sonra sâdece onun baş vekîl olacağını bildirdiği “Gagaşum” lakaplı Mustafa Efendi Hocamız (Rahimehullâh) Mart 2004 yâni hastâne videosundan 3 sene önce Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû)nun son şeyh olduğunu beyân ederken birileri bugün nasıl sahte şeyhler uydurabiliyor?!

Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû)nun baş vekîl tâyin ettiği bu zât Hasan Efendi’nin ve kendisinin ne makamda olduklarını anlamadı da Efendi Hazretlerimiz ile bir kere dahî oturmamış çoluk çocuk mu bunu anladı?!

İrşad Dergisi / Mart 2004 Sayısının İlgili Sayfası

Yâsîn Alsancak’ın (Mustafa Bilici Hoca Efendi’nin Bu Sözüne) Şâhitliği:

2008 yılında ben okuyordum, her sabah namazına İsmâîlağa Câmii’ne geliyordum. Bir sabah hatme yapılırken Mustafa Efendi buyurdular ki: “Nasıl bizim Peygamberimiz (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) son peygamber ise Efendi Hazretlerimiz de bu silsilenin son şeyhidir. Bu silsilenin 36. halkasıdır. 37. halka ise Mehdî (Aleyhisselâm) olacaktır.” dedi.

Bizzât buna şâhidim, Allâh da dediklerime şâhittir. Hatmede Mustafa Efendi’nin yanında Hasan Efendi de vardı.

2) (Kumrulu Medreseleri Hocası Fatma Temir Hoca’nın Babası) Hasan Çelik Efendi Şöyle Anlatmaktadır:

Ben, Efendi Hazretlerimiz’i ziyârete gitmiştim. Görüşünce bana: “Hasan Efendi, sana bir şey diyeceğim. Ne diyorsam doğrudur! Ben rahatsızlandım, hastalandım. Hastâneye yatma durumum olunca herkes dedi ki ‘Efendi Hazretleri ölüyor.’ Herkes şeyh olmaya başladı. Hasan Efendi, ben kimseye vazîfe vermedim, haberin olsun!

Bunlar kendi kendilerine şeyh oluyorlar. Hâdise bu, ilk defâ sana söylüyorum.” dedi. Beni çok severdi, bana güvenirdi.

Arayan kişi: “Sen, Efendi Hazretleri’nin oğluna söylemişsin bu durumu.” (deyince şöyle dedi:)

Onlar çocuk, çocuk adamlar yâ! Efendi Hazretleri’nin bana karşı çok acâyip bir sevgisi vardı. Çok ama çok ama! En sırları bana söylerdi!

Efendi Hazretleri bana dedi ki: “Ben hastalanınca öleceğimi zannettiler. Herkes şeyhliğini îlân etmeye kalktı. Onların isimlerini söylemeye gerek yok. Haberin olsun ben kimseye vazîfe vermedim. Onlar kendi kendilerine şeyh oluyorlar.”

Arayan kişi: “Hasan Amca ‘İsimlerini vermeye gerek yok.’ dedin ya, bu senin sözün mü, Efendi Hazretlerimiz’in sözü mü?” (deyince şöyle dedi:)

Yok, Efendi Hazretleri (bu kelimeyi) bana söylüyor.

3) İhsan Kaya Âbi Şöyle Anlatmaktadır:

Efendi Hazretlerimiz’in en eski ihvanlarından İhsan Kaya âbimiz ilerideki beyânından anlaşılacağı üzere konuşmasına şöyle başladı:

Efendi Hazretleri’nin oğlu Ahmet Hoca beni aradı ve ‘Sen Hasan Efendi’yi şeyh kabûl etmiyor musun?’ dedi, ben de ona: ‘Nasıl kabûl edeyim?! Bizzât hastânede Efendi Hazretleri’nin şöyle buyurduğunu işittim.’ diye (şöyle) anlatmaya başladı:

Mustafa (Bilici) Hocam: Efendi Hazretleri Vakıf idâresi karar aldı, siz yaşlandınız, sizin yerinize Hasan Efendi.” (deyince) o da buyuruyor ki: “Ben yaşlandım daha bunamadım, görev istenmez, görev verilir.”

Sonra beyt okuyor, ağlıyor ve bu göğüs var ya göğüs, böyle kalkıyor vuruyor. Gözünden yaşlar akıyor.

Ben Kur’ân’a -hodri meydan- el basıyorum. Kemâl Efendi de sağ, hocamız, o da orada(ydı). Anladın mı?! Ben bu(nu) canlı (yaşadım) hastânede; Acıbadem Hastânesi’nde. Anladın mı?!

Ben orada(yken) Efendi Hazretleri’nin oğlu beni aradı. Ben de ona 2005’te dedim ki: “Hocam ben size ‘İsmâîlağa büyük kursta ders vermeyin, babanızın yanında olun, şeyinizi (masrafınızı) ben karşılayayım.’ dedim (ama siz:) ‘Babam beni istemiyor.’ (dediniz.)

Şimdi ben de kendisine dedim ki aradığı zaman “Hocam ben size 2005’te böyle söyledim. Siz bana ne dediniz?”

Dedi ki aynen onun üzerine “Babam istemedi beni.”

(Ben:) “Peki hocam.” dedim.

İki yiğenim oradaydı. İlyas (Kaya) oradaydı, ben de oradaydım.

Mustafa Hocam böyle söyledi, konuştum hiçbir cevap vermedi. Tamam durum böyle hocam yâni. Bunu hiç kimse (inkâr edemez). (Bu meselenin böyle olduğu husûsunda) ben Kur’ân’a el basarım. Kemâl Efendi hocamız da sağdır, hastânedeydi 2007’de.

“İstersen Hasan Efendi’ye gidelim.” dedim ona. “Hasan Hocam sağ, istersen (gidelim).” dedim. “Kemâl Efendi’ye gidelim.” (dedim ama tüm) bunlara da cevap vermedi (Ahmet Hoca).”

4) (Seyfettin İnanç’ın Âbisi) Ahmed İnanç Hoca Efendi Şöyle Anlatmaktadır:

2001 umresinde Medîne-i Münevvere’de Efendimiz (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)i Ravza-i Mutahhara’yı ziyâretten sonra oteldeki hatm-i şerîf sohbetinde Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurdu:

“Bizzât Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem): ‘Sen (bu silsilede) son mürşidsin.’ buyurdu.”

Bunu ben kulaklarımla Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû)dan duydum.

5) Muhammed İslamoğlu Hoca Efendi, Efendi Hazretleri’nin Kendisinden Sonra Şeyh ve Halîfe Bırakmadığı Konusundaki Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:

a) Şimdi heyet bizi topladı. Aklınıza hemen hangi hoca geliyorsa (orada). Recep Hoca, bu fakir, Ömer Hoca, Ahmet İslamoğlu, (Mustafa) Ekin Hoca Mahmut Eren var. (Muhammed) Yelkenci var. İstanbul dışı bölge başkanları var. Toplandık, bizi heyet çağırdı İsmâîlağa’ya.

Şimdi gözümün önünde. Odadayız, sedir gibi bir şey var. Recep Hoca ortada, sağında Hasan Efendi, solunda Mustafa Efendi rahmetlik.

Recep Hoca konuşmaya başladı ve dedi ki: “Arkadaşlar şu anda Hasan Efendi’nin sözcüsüyüm. Benim konuşmalarım, onun konuşmalarıdır. Aslında benim yapacağım şu konuşmayı Hasan Efendi yapacaktı. Fakat beni sözcü seçti. ‘Benim adıma sen konuş.’ dedi. Şimdi karârımızı söylüyoruz, Hasan Efendi ve heyet adına. Hasan Efendi hakkında Efendi Hazretlerimiz’in daha önce (baş) vekillik hakkında yapmış olduğu beyanlar, son sözüyle berâber nesh olmuştur.”

Bunu anlıyor musunuz? (Yâni ne demektir bu? Şu demektir ki:) “(Efendi Hazretlerimiz’in) son sözüyle berâber nesh olmuştur. Artık bundan sonra Hasan Efendi vekillerden herhangi bir vekildir. Bu kapı kapanmıştır. Artık bu konu kapanmıştır. Tarafımızdan böyle biline. Anlaşıldı mı? Nokta!”

Bizi çağırdılar. Bunu îlân ettiler. Bundan sonra ne oldu? Bu unutulur mu hiç ya Allâh aşkına?! Şimdi peki bu konuyu hiç heyet dile getirdi mi?!

Bu nasıl unutulur?! Bu nasıl sümenaltı yapılır (da gizle-
nir)?! Bu nasıl değerlendirilmez?! İşte şaşkınım, şaşkınım, çok şaşkınım!

b) 2008’de ne hikmetse Hasan Efendi tekrar Recep Hoca’yı çağırmış. Recep Hoca, Ali Polat, Selahattin Hoca (var). Demiş ki: Efendi Hazretleri’ne tekrar bir gidin. Bakalım bir şeyh var mı kendisinden sonra?”

Aslında 2007’de bitti her şey. İşte tekrar olacak ya. Giderler. Sözcü Ali Polat sorar: “Efendim böyle böyle.”

Efendi Hazretleri buyurdu ki: “Ben kimseyi bırakmadım.”

Sonra gelirler Hasan Efendi’ye anlatırlar. O da der ki: “Oh! Ben de rahatladım.”

6) Selahattin Atamtürk Hoca Efendi, Efendi Hazretleri’nin Kendisinden Sonra Şeyh ve Halîfe Bırakmadığı Konusundaki Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:

Efendi Hazretlerimiz Çavuşbaşı’ndayken çok gittiler geldiler ya hani, hastâneye de gittiler resmî yazı alalım diye.

O çok gündemde olduğu zamanda Efendi Hazretlerimiz: “Ben kimseye söz vermedim, ben kimseyi bırakmadım, bunu da gidin söyleyin.” dedi. Biz de geldik, İsmâîlağa’da ben vardım. Hasan Efendi kendi vardı. Ali Polat da vardı. Sözcümüz de Ali Polat’tı.

Söz aldı ve: “Efendi Hazretlerimiz böyle böyle dedi, bize de iletmemizi istedi, biz de geldik size söylüyoruz. Bu hususta artık ağzımıza fermuarı çektik. Bu iş bitmiştir.” dedi.

Hasan Efendi de: “Ben zâten bir şey iddiâ etmiyordum ki. Zâten benim harcım değil, haddim değil. Ben zâten yapamam ki.” dedi. Böyleydi hâdise.

7) Hızır Efendi’nin “Efendi Hazretleri Son Şeyhtir, Vazîfeyi Hazret-i Mehdî’ye Teslim Edecek.” Dediğine Şâhitlik Edenler

a) Veysel Arıkan Hoca, Hızır Efendi’nin “Efendi Hazretleri Son Şeyhtir, Vazîfeyi Hazret-i Mehdî’ye Bırakacak.” Dediğine Dâir Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:

Bir gün bir adam geldi, sarıklı cübbeli (biri). (Hızır) hocam da bahçede çapa yapıyor, ben de dersteyim. “Hızır Efendi ile görüşeceğim.” dedi.

O dönemler de Efendi Hazretlerimiz’in rahatsız olduğu dönemler. “Selâmün aleyküm.” (dedi, ben de:) “Aleyküm selâm.” (dedim.)

“Hocam ben Efendi Hazretlerimiz’den sonra şeyhi felanca görmek istiyorum.” dedi. İsmi mühim değil. (Hızır Hocam) geldi geldi adamın yanına, kazma da vardı elinde, koltuğunun altına koydu. “Sen kimsin?!” dedi ona.

“Sen mürîd misin?!” dedi. (O:) “Evet.” dedi. “Ya sen ne kadar ahlâksız adamsın.” dedi ya.

“Sen ne kadar utanmaz adamsın.” dedi ya. “Mürîtsin (he), bu yetkiyi sana kim verdi?! Hem o iş evlâdiyelik değil ki erbâbiyelik.” dedi ya.

Ondan sonra şöyle göğsüne vurdu, aynen böyle “Benim şeyhim bu sancağı Mehdî (Aleyhirrıdvân)a teslim edecek.” dedi. Böyle defolup gitti adam.

b) Muhammed Yelkenci Hoca Efendi Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:

Bu Çukurbostan’da Hızır Efendi’nin talebesi (hâfızlık hocası) Veysel (Arıkan) vardı.

Ben ondan bunu duydum. Anma toplantısına beni çağırmışlardı. Bir konuşma yaptırmışlardı. O zaman ben bunu dillendirmiştim. Orada bana demişti onu.

Hızır Hocam böyle buyurmuştu: “Benim şeyhim, emâneti Mehdî (Aleyhisselâm)a teslim edecek.”

Ben bunu böyle bilip, bunu söylüyorum ben.

c) Hüseyin Tiryaki Hoca Efendi, Hızır Efendi’nin 1996 Senesinde Katıldığı “Mektûbât” Dersinde Onun “Arkadaşlar Efendi Hazretlerimiz Son Halkadır, Mührü(dür). Bu İş Hazret-i Mehdî’ye Teslim Edilecek.” Dediğine Şâhitliğini Şöyle Naklediyor:

Selâmün aleyküm kıymetli hocalarım! Yıllar önce Hızır Efendi Hocamız yatsı namazı müteâkip ihvâna, talebelere “Mektûbât” ve tefsîr, fıkıh dersleri okurdu. Bizler de katılırdık, hoca arkadaşlarımız iyi bilir.

İşte o zaman Efendi Hazretlerimiz’in durumu soruldu. Hızır Efendi Hocamız cevap olarak söylemişti.

Ben de âcizâne genelde not alırdım “Mektûbât”ımın yanına, kayıt olarak aldığım nottur. İhvâna duyurulur!

8) Hüseyin Avni Hocamız Efendi Hazretleri’ne Râbıta İznini Efendi Babamız’ın Sağlığında Verdiği ve Efendi Hazretleri’nin Halîfe Bırakmadığı Husûsunda Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:

Yaklaşık 30 sene önce bir rüyâ görmüştüm. Alî Hayder Efendi Babam’ı gördüm. O yüksek bir yerde konuşuyordu, âyetler okuyordu. O sırada kalabalık bir cemâatle onu diniyorduk.

Biz onu dinlerken aklımdan şöyle geçiyor: “Yâni Efendi Hazretlerimiz var. Bizim şeyhimiz! Ama Alî Hayder Efendi Babamız sağken Efendi Hazretlerimiz’e râbıta yapıyoruz. Bu nasıl oluyor?” diye içimden geçirdim, sonra kendi kendime o rüyâ hâlinde cevap verdim. “Olsun, Efendi Hazretleri ve biz hepimiz berâberce Alî Hayder Efendi Babam’ın evlatlarıyız.” dedim.

(Sonra) rüyamdan uyandım. Sonra Efendi Hazretlerimiz’e gittim ve bu rüyâmı sordum. Efendi Hazretlerimiz: “Sen vâkıayı gördün, olanı gördün.” dedi.

Alî Hayder Efendi Babam vefâtından yaklaşık iki sene kadar önce beni çağırdı: “Ben yaşlandım. İhvâna hizmet etmekte zorlanıyorum. Artık bundan sonra ihvâna tarîkat tâliminde bulunacaksın. İster sana râbıta yapsınlar, ister bana yapsınlar fark etmez.” (dedi.)

Yâni buradan şunu anlıyoruz; Efendi Hazretleri’ne râbıta yapılma izni, Alî Hayder Efendi Babamız’ın hâl-i hayâtında verildi. Benim şâhitliğim bu. Buradan anladığımız şu; Efendi Hazretleri’ne râbıta yapılmasına izin verilmesi Alî Hayder Efendi Baba’dan sâbit.

Ona râbıta yapılmasına izin vermiş. Duyuyoruz işte (bâzıları) Efendi Hazretlerimiz’e râbıta yapılmıyordu, sonradan kalpler ona meyletti.” (diyorlar.)

Bu doğru olmaz. Yâni Efendi Hazretlerimiz’e râbıta yapılmıyordu da daha sonra kalpler ona kaydı. Bu yanlış bir şey! Eğer bir şeyh, birisine râbıta izni vermezse, gönlümüz ona kayarsa bu, olur demek değildir!

Efendi Hazretleri Bana “Halîfem Yok, Vekiller Var.” Buyurdu

Bunların yanı sıra “Sizin halîfeniz var mı?” diye sordum. Efendi Hazretleri: “Yok, vekiller var.” buyurdu. Yâni halîfenin olmadığını buyurdu.

Efendi Hazretlerimiz’in (âhirete) irtihallerinden sonra yerinde bulunan Hasan Efendi râbıta mevzûunda kendisine sorulan sorulara “Hayır.” deyip Efendi Hazretleri’ne bu işin devâm edeceğini söyledikten sonra hiç kimseye bir şey düşmez.

Böyle bir şey yapmaya kalkarsam bunu terbiyesizlik sayarım. Bu husûsu kurcalayanlar, fitne çıkarmak isteyenler, ihvân arasında ihtilâfın zuhûr etmesini bekleyenler ve Hasan Efendi’den sonra belli maksatları olan kimseler olmalı. Ben bunun başka îzâhını bilemiyorum.

Kim kendisini nereye koyacak ve hangi salâhiyetle hangi tasarrufta bulunacak?! Çok acı şeyler bunlar.

Bunlar cemâatin dışındaki insanların bile üzülmesine sebep olan şeyler, sonra birileri bir şey söyleyecek, cemâatimizi bir yerlere sürükleyecek. Bu bana göre hâinliktir.

9) İsmâîlağa Eski Bölge Başkanı Alî Haydar Çetintürk Hoca Efendi, Efendi Hazretleri’nin Kendi Yerine Şeyh Bırakmadığına Dâir Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:

(Âdem Şener Hoca’nın ev sâhipliğini yaptığı Kuzuluk Kaplıcaları’nda diğer bölge başkanlarıyla toplantı yapıldığı günlerde) o akşam hastâneden telefon geldi ve bizi hastâneye çağırdılar.

Âdem Hoca Efendi’nin tuttuğu küçük bir otobüs ile yola çıktık. Yolu yarılamışken hastâneden telefon geldi.

(15 Ekim 2007) hastâne kurşunlandı. “Gelmeyin, geri dönün!” dediler, arkadaşlar ile berâber Kuzuluk’a geri döndük.

Daha sonra (bu târihten birkaç gün sonra) hastânede Efendi Hazretlerimiz’in etrâfında toplandık. (Ekim 2007)

Mustafa Sultanoğlu: “Hadi konuşun.” dedi. Sözcü olarak Ali Polat Hoca aynen şöyle dedi: “Efendi Hazretlerimiz, siz yerinize Hasan Efendi’yi bıraktınız mı?”

Efendi Hazretlerimiz sert bir ifâdeyle elini kaldırarak “Hayır.” dedi.

Ali Polat Hoca tekrar sordu: “Peki başka birisini bıraktınız mı?”

Efendi Hazretlerimiz yine aynı tavırla elini kaldırdı. Bir müddet oturduktan sonra oradan ayrılıp, dağıldık.

Heyet 2 veyâ 3 gün sonra bunu açıklamak için, bölge başkanlarını İsmâîlağa’ya âcilen çağırıp, bizi topladı. (Ekim 2007)

Heyet, Hasan Efendi Hocamız’ın huzûrunda(ydı), bir hoca efendi: “Arkadaşlar, hastânede Efendi Hazretlerimiz yerine kimseyi bırakmadığını söyledi.” diyerek hakka şâhitliğini dile getirdi.

O zaman Mahmut Eren Hoca dedi ki: “Bunu bir de Hasan Efendi’ye sormamız gerekmez mi?!”

Muhammed İslamoğlu Hoca Efendi sert bir şekilde elini kaldırıp “Ne diyorsun sen?!” diyerek tepki gösterince sustu. İsmini verdiğim şahıslar sağdır. Sorulup sağlaması yapılabilir.

Hasan Efendi Hocamız’ı hepimiz seviyoruz ama bu sevgi bizi hakka şâhitlik yapmaktan alıkoymamalıdır. Bütün bölge başkanları da buna şâhittir.

10) Ali Kara Hoca Efendi’nin “Efendi Hazretleri’nin Hazret-i Mehdî’ye Bırakacağı” Hakkındaki Sohbeti:

Yol kıyâmete kadar açıktır. Bunun başında Peygamberimiz (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) ile ashâb-ı kirâm, sonunda da Mehdî (Aleyhisselâm) ile Îsâ (Aleyhisselâm) var. Arada dostları var. Zincirleme devâm ediyor. O yüzden Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in büyüklüğünü anlayın, bu işi Mehdî (Aleyhisselâm)a ulaştıracak, inşâallah ümîdimiz öyledir.

O zaman anlayın ki ne büyük bir insanmış. O zaman kafayı eğeceksiniz, utanacaksınız. “Tüh! Biz bunu tanıyamadık.” diyeceksiniz.

Bu nasıl bir yoldur? Sünnet-i seniyyeyi kılı kırk yararcasına yaşayan insanlar, mârifetullâhı taşıyan insanlar, Allâh’ın gizli sırlarını muhâfaza eden kişiler, bunların değeri biçilmez, bunları anlayamayız. Biz bu akılla, mantıkla bunu anlayamayız.

Bir ihvân hanım son şeyh hakkında şüphelenince ona rüyâsında “İlk önüne çıkan videoya bak.” dediler, o da uyanır uyanmaz telefonuna bakınca önüne Ali Kara Hoca Efendi’nin bu sohbeti çıktı.

Siyerci bir hoca hanım vardı, bizim orada da sohbet veriyordu. “Sonra Hasan Efendi’ye râbıta yapılır.” diye işleri karıştırdı.

Ondan sonra (evvelce ona bağlı olan ve şu anda Hayder’de kadınlara hizmet eden hoca hanım) 2000 kişilik cemâatiyle (siyerciden) ayrıldı.

Sonra o ayrılan hoca hanım yazmış ki: “Biraz şüphelendim. Cübbeli Hoca’yı da seviyorum, dinliyorum ama başımızdaki siyerci hocamız da o tayfadan, o da Ahmet Ustaosmanoğlu Hoca’nın hanımına bağlı, görüşleri belli. Ortalık karışınca, ben de ne yapayım ne edeyim, Cübbeli Hoca’yı dinliyorum ama bir şüphe de geldi; ‘Efendi Hazretleri’nden sonra şeyh var mı yok mu? Mehdî işi felan.’ diye.

Sonra rüyâda dediler ki bana: ‘Sen uyandığın zaman son gelen mesajı aç ve dinle.’

Ben de uyanınca açtım. Biri Ali Kara Hoca’nın bu sohbetini atmış. Açıkça Allâh bana göstermiş.”

 

11) (Adapazarı İhvânından ve Efendi Hazretlerimiz’in Değerlilerinden Bahattin Arkan’ın Oğlu) Murat Arkan İsimli Bir Kardeşimiz, Efendi Hazretlerimiz’in Râbıtanın Vefâtından Sonra da Kendisine Devâm Edeceğini Tasdik Ettiğine Dâir Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:

“Bir seferinde rahmetli babam Bahattin Arkan (Rahimehullâh), Efendi Hazretlerimiz’e şöyle bir kelime kullandı: ‘Efendi Hazretlerimiz şâyet siz bir gün benden önce rahmetli olursanız, ben râbıtayı yine size devâm edeceğim.’

Efendi Hazretlerimiz babama dönerek tebessüm etti ve ‘Hükûmet! Sen işini bilirsin.’ dedi. Efendi Hazretlerimiz bâzı insanlara ve babama ‘Hükûmet’ derdi. Bu yaşadığımız olaylara bir nebze katkıda olur mu diye üzüldüğüm için bu açıklamayı yapmak zorunda hissettim kendimi.”

12) Hüsâmettin Vanlıoğlu Hoca Efendi, Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in “Biz Şeyh Yetiştiremiyoruz.” Buyurduğuna Dâir Şâhitliğini Şöyle Anlatmaktadır:

“Şimdi Efendi Hazretleri haftada bir gün o câminin yanındaki medresede, ‘Taş medrese’ diyoruz oraya. Oradayken biz, haftada bir gün talebelere ‘Mektûbât’ (okumak) için gelirdi.

Ben okurdum bir mektup, Efendi Hazretleri anlatırdı. Öyle yine bir gün talebeler ile toplanmıştık, yazındı, böyle okuduk mektubu. Mektup bittikten sonra talebe arkadaşlar sınıflara çekildiler. Bire biriz yâni.

Efendi Hazretleri o zaman dedi ki: ‘Yâ Hüsâmeddin Efendi, Allâh’a şükürler olsun, elhamdülillâh hoca yetişti, ufak ufak hoca yetiştirmeye başladık ama şeyh yetiştiremiyoruz.’

‘Talebeye, tarîkatı anlat ama hiçbir talebeye ‘Tarîkata gir.’ deme. Bu gönül işidir.’ dedi.”

13) Şûrâ Heyeti Adına Onların Her Birinin Hazır Bulunduğu Toplantıda Hüsâmeddin Hoca Efendi “Efendi Hazretleri’nin Son Şeyh Olduğu ve Râbıtanın Hazret-i Mehdî’ye Kadar Ona Devâm Edeceği” Konusunu Şöyle Açıklamıştır:

Kıymetli kardeşlerim! Bundan yaklaşık 13 yıl önce Efendi Hazretleri’nin de huzûrunda Cübbeli Hoca’nın da Efendi Hazretleri’ne sorduğu üzere; Efendi Hazretlerleri’ne o târihte benim “Şûrâ” denen 10 kişiden oluşan heyete sözcü olmam söylenmişti, Efendi Hazretlerimiz de kabûl etmişti.

İhvân-ı Kirâma Mühim Bir Duyuru!

Kıymetli kardeşlerim! Mâlûmunuz olduğu üzere şeyhimiz Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in vefâtının hemen akabinde yerine kendisinden sonra kimi bıraktığı husûsunda o Yüce Ğavs’ın sarîh beyânına muhâlif farklı bir görüş ortaya atıldı.

Ancak “Mevrid-i nassta ictihâda mahal yoktur.” kāidesi fehvâsınca 2007 yılında merhûm Resul Hocamız’ın:

“Yerinize kimseyi bıraktınız mı?” sorusuna şeyhimiz Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in görüntülü bir şekilde kendi sesli beyânıyla “Yok yok.” diye verdiği cevap bu hususta nas teşkîl etmekte olduğundan ve bu konu on küsûr şâhidin; kimisinin sesli, kimisinin de görüntülü beyânıyla tescîl edildiğinden artık bu noktadan sonra şeyhimiz Mahmûd Efendi Hazretleri’nin yerine şeyh veyâ halîfe bıraktığını söylemek şeyhimiz Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e yapılacak en büyük iftirâdır.

2007 târihinden sonra ise şeyhimiz Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in kendisinden sonra bir halîfe bıraktığına dâir hiçbir beyânı olmamıştır, aksine birkaç kişiye kendisinden sonra kimseyi bırakmadığı husûsunu özellikle tekrâr etmiştir ki bunlar da hâlâ hayatta olup ses kayıtları mevcuttur.

Hâl böyle olunca şeyhimiz Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’den sonra râbıtanın kime devâm edeceği konusu zâten temelinden sâkıt olmuştur. Zîrâ şeyh ve halîfe bırakılmadıysa elbette râbıta yapılacak kimse kalmamış demektir.

Yine bildiğiniz vechile; İsmâîlağa heyeti merhûm Hasan Efendi Hocamız’ın beyanlarına dayalı olarak onun hayâtı müddetince râbıtanın Efendi Hazretleri’ne devâm edeceğini açıklamışlar ve bunun aksini söyleyenlerin kendilerine iftirâ ettiğini söyleyecek kadar da ileri gitmişlerdi.

Nitekim Hasan Efendi’nin defnedileceği sabah 11:30 sularında İsmâîlağa heyetinden Ali Polat’ın yaptığı açıklamada Hasan Efendi döneminde râbıtanın bizzât Hasan Efendi tarafından yapılan beyanla Mahmûd Efendi Hazretleri’ne devâm edeceği, kendisinin de ona râbıta yaptığını beyân ettiği ve bu konuda farklı bir şeyin yapılmasının söz konusu olmadığı ifâde edilmişti ki bu fakir de, Muhammed Yelkenci, Fâtih Kalender ve Mustafa Ekin hoca efendilerle birlikte bunu dinleyenler arasındaydı.

Peki hâl böyle iken Hasan Efendi’nin defnedileceği sabah ne değişti de Efendi Hazretlerimiz’e tam bir muhâlefet içine girilerek bir günde râbıtanın yeni bir kimseye yönlendirilmesi tâlimâtı verildi. İşte bu husus birçok hoca efendinin İsmâîlağa Vakfı ve heyeti ile bağlarını koparmasına sebep olmuştur.

Şu da bilinmelidir ki; İsmâîlağa heyetinin Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in sağlığında ona muhâlif bâzı kararlar aldıkları, vekillik vermediği kimselere vekillik verdikleri, vekîl ettiği bâzı kimseleri azlettikleri ve sarık konusundaki emirlere muhâlefet ettikleri bilinen hâdiselerdir.

Bu ve benzeri hâdiseler üzerine en az 13 sene kadar önce Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e gidilerek bu heyete karşı 10 kişilik bir heyet oluşturulup yeni heyetin her meseleyi kendisine sormaları ve aldıkları cevâbı ihvâna duyurmaları husûsunda izin istenildiğinde kendisinin bunu tensîb ettiği ve hattâ ismini “Şûrâ” olarak kendi lafzı ile beyân ettiği ve bu fakîri de o Şûrâ’nın sözcüsü olarak tensîb buyurduğu özelde bilinmekte idi.

Ancak râbıta gibi önemli bir husus; şeyhimiz Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e devâm ettiği sürece fitne çıkmasın diye bu konular devamlı tehîr edilmişti.

Geldiğimiz noktada Efendi Hazretlerimiz’in vasiyetlerinin ve râbıtasının bozulduğu ortaya çıkınca artık durmanın mânâsı kalmadı.

Yine Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in defâatle tekrâr ettiği beyânı vechile; merhûm Hasan Efendi ve Mustafa Efendi hocalarımızdan sonra başvekîli cemâatin seçeceği bildirilmiş ve bu husus kamuoyunda defâatle paylaşılmıştı. O zaman heyet başta olmak üzere buna hiç kimse îtirâz etmemişti.

Gelgelelim Mustafa Efendi Hocamız’ın önce vefât etmesi, Hasan Efendi Hocamız’ın da merâmını anlatacak tâkatte olmaması istismâr edilip başvekîli cemâatin seçmesi vasiyetine de muhâlefet edilerek tarîkat-ı aliyye ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bâzı kişiler tarafından Hasan Efendi’nin bir şey söylediği iddiâsıyla ortaya başvekil tâyini şöyle dursun, râbıtalı şeyh olarak birinin çıkarılması bardağı taşıran son damla oldu.

Bu îtibarla; binlerce âlim, fakîh, vekîl ve temsilci yetiştirmiş olmaları hasebiyle ihvân-ı kirâmın ekseriyetinin kendilerine hürmet edip sözlerini hüsn-ü kabûl ile telakkî ettiği Şûrâ’mızın hocaları yüz binlerce ihvân ve muhibbân adına Efendi Hazretlerimiz’in: “Başvekîli cemâat seçer.” emrine imtisâlen, Alî Hayder Efendi Babamız ve şeyhimiz Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhümâ) Hazretlerimiz tarafından merzî ve makbul olduğu açıklanmış olan Denizlili İbrâhîm Efendi’yi cemâatin başına başvekil olarak intihâb ettiler.

Kendisi de aslâ şeyh veyâ halîfe olmadığını, râbıtanın Hazret-i Mehdî’ye kadar Mahmûd Efendi Hazretleri’ne devâm edeceğini sarîh beyân ile ifâde etmiştir ki isteyen bunun kaydına ulaşabilir.

İşte şu anda Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in tensîbi vechile; sayıları 10’a bâliğ olan hoca efendilere niyâbeten yaptığım bu konuşma vesîlesi ile tekrâren ve açıkça ifâde ediyoruz ki; şeyhimiz Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in: “Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) tarafından benim bu silsilede son mürşid olduğum bildirildi.” kavl-i şerîfi, yine böylece: “Bu yol benden sonra Hazret-i Mehdî’ye görünüyor.” kavl-i hakîmi, ayrıca benim de kendisinden duyduğum vechile: “Biz çok hoca yetiştirdik ama bir şeyh yetiştiremedik.” beyân-ı şerîfi mûcebince îtikādımız şudur ki; şeyhimiz Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz Nakşibendî-Müceddidî ve Hâlidî tarîkatının İsmet Ğarîbullâh Büyük Şeyh Efendi’den gelen silsile-i aliyyesinde son şeyhtir ve kendisinin de beyânı vechile; râbıtası vâsıtasıyla bu yol Hazret-i Mehdî’ye kadar ulaşacaktır.

Şûrâ kurulmadan önce de, Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in vefâtından sonra da ifâde ettiğimiz husus aynen budur.

Bu îtikād bizler nezdinde hiçbir değişikliğe uğramamıştır. Şûrâ kurulduktan sonra da topluca aldığımız karar budur. Şûrâ hocaları bu konuşmayı yaptığım mecliste hâzır bulunmaktadır. Bu konuda farklı hiçbir açıklamamız söz konusu olmamıştır ve olmayacaktır.

Cümle müminlere ve muhibbâna ve hâssaten ihvân-ı kirâma îlânen duyurulur!

Allâh-u Te‘âlâ cümlemizi 15. asrın müceddidi Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in Allâh ve Rasûlünün rızâsı üzere tecdîd buyurduğu bu nurlu yolun Hazret-i Mehdî’ye kadar ulaşması husûsunda hâdim eylesin, hizmetlerimizi makbûl, meşrû, marzî ve müessir eylesin. Bu yoldan inhirâf eden kardeşlerimize de âcilen hakka rucû müyesser eylesin. Âmîn!

Bu bildiriye imzâ atan Şurâ-i Müceddidiyye heyeti şu hoca efendilerden oluşmaktadır:

Ahmed İslamoğlu Hoca Efendi

Âdem Ulaş Hoca Efendi

Fâtih Kalender Hoca Efendi

Hüseyin Avni Kansızoğlu Hoca Efendi

Hüsâmeddin Vanlıoğlu Hoca Efendi

İsmâîl Hünerlice Hoca Efendi

Muhammed İslâmoğlu Hoca Efendi

Muhammed Yelkenci Hoca Efendi

Mustafa Ekin Hoca Efendi

Ömer Mahmûdoğlu Hoca Efendi

– DÖRDÜNCÜ FASIL –

– RÂBITANIN MAHMÛD EFENDİ (KUDDİSE SİRRUHÛ) HAZRETLERİ’NE DEVÂM ETMESİ HAKKINDA HOCA EFENDİLERİN ŞÂHİTLİKLERİ –

Bu konu hakkında Cübbeli Ahmet Hoca Efendi’nin şâhitliği:

Muhammed Keskin Hoca diyor ki: ‘-Ben o tarafı unutmuştum- sen oturdun oturdun, -bâzı bir saat iki saat oturuyordum, râbıta yapıyordum, devamlı Efendi Hazretleri’nin yatağına sıfır huzûrunda dururdum-, ondan sonra müsâade aldın çıktın, merdivenden inerken ‘Dur ben bir şey soracağım.’ dedin.

Seninle kol kolaydık, birden fırladın, geri döndün, şimdi biz de kapıyı kapatmıştık, ben de: ‘Yâ mübârek! Bir saat iki saattir oturuyorsun, sorsaydın yâni şimdi çıktın bir daha döndün geri.’ diye içimden de böyle geçirdim.’ diyor.

Şimdi o deyince hatırladım, ben o ayrıntıyı unutmuştum. Sonra diyor: ‘Ben oradaydım, ben duydum.’ diyor. Sonra ben bir daha oturdum Efendi Hazretleri’nin yanına sordum.

Ben dedim: ‘Sizin gibi nefsini tezkiye etmiş insan pek göremiyorum, bu kadar vekilleriniz var ama ‘Bir an nefsiyle baş başa kalsa hatar var, ona râbıta yapana tehlike gelir.’ diyor kitapta.’

Bunları hep söyledim ben Efendi Hazretleri’ne, yâni o yazdırdı bana ‘Râbıta’ kitabını.

‘Burada bir tehlike var Efendi Hazretlerimiz.’ dedim. ‘Bu size devâm etse.’ dedim.

‘Devâm etse’ ne demek?! Yâ bu zâten Mehdî’ye kadar.’ demek, burada ‘Mehdî’ye kadar.’ demenin bir lüzûmu yok ki.

Allâh-u Te‘âlâ buyuruyor ki: ‘Namaz kılın.’

Ne zamâna kadar? Ne demek yâni? Hangi emir, süre konulursa sürelidir, süre konmayan hükümler umûmîdir, bu bir kāidedir yâni o zaman her şeyde ‘Ne zamâna kadar, kaç tâne?’ Böyle mi soracağız yâni böyle bir şey sorulmaz ki.

Ancak Hazret-i Mehdî’nin kesin büyüklüğü sâbit, hadîs-i şerîfler ile hatâsızlığı sâbit, ancak Hazret-i Mehdî’ye ulaşır, oradan sonra diyemem, çünkü orada hadîs-i şerîfler var.

Hazret-i Mehdî ile İmâm-ı Âzam’ın mezhebi kalmıyor, müctehitlerin mezhebi kalmıyor, bütün tarîkatlar bitiyor ve hepsi Hazret-i Mehdî’de toplanıyor, o durumda onu konuşmaya gerek var mı artık?!

Şimdi ben ‘Size devâm etsin.’ deyince durdu durdu, bu sefer ben biraz mahçup da oldum yâni şimdi Efendi’den sonrasını sormuş olduk gibi düşündüğümden, üstümde de cübbe kalındı, terlemeye başladım.

Orada iki saat oturduk terlemedim yâni bu konu hassas bir şey, ne buyuracak, böyle bir şey oldu, sıkıntı bastı beni, kalktım geri geri gidiyorum, hani Efendi Hazretleri’ne yüzüm dönük hâlde.

Tam o anda böyle kaldırdı parmağını. ‘Sen onu iyi düşündün.’ dedi. ‘Allâh ilhâm etti sana.’ dedi.

Ben de: ‘Efendi Hazretleri! Ben sizden sonra sağ kalırsam bunu ihvâna duyuracağım.’ dedim. Buyurdu ki: ‘Doğru yaparsın, güzel yaparsın.’”

Bu Konu Hakkında Muhammed Keskin Hoca Efendi’nin Şâhitliği

Cübbeli Ahmet Hoca: “Râbıta-ı şerîfin bundan sonra Efendi Hazretlerimiz’e yapılması husûsunu açıklar mısınız değerli Muhammed Keskin Hocam.”

Muhammed Keskin Hoca: “Evet mühim bir soru sordunuz, onu da cevaplayayım; tarîkat kolumuzdaki râbıtanın artık bundan böyle Efendi Hazretlerimiz’e yapılmaya devâm edeceği husûsu bendeniz Muhammed Keskin’in de şâhitlik edeceği üzere Cübbeli Ahmet Hoca Efendi’nin dediği gibidir, hoca efendinin sözünü etmiş bulunduğu Efendi Hazretlerimiz ile aralarında geçen konuya ilişkin diyaloglar benim de şâhitliğimde gerçekleşmiştir.”

 

– İKİNCİ BÂB –

– MAHMÛD EFENDİ HAZRETLERİ’NİN SON ŞEYH OLDUĞUNA ÎTİRÂZ EDENLERİN DELİL DİYE UYDURDUKLARI SAFSATALARA CEVAPLAR –

– BİRİNCİ FASIL –

– EFENDİ HAZRETLERİMİZ’İN: “BENDEN SONRA HALÎFE BIRAKMADIM.” VE “RÂBITA BANA DEVÂM EDECEK.” SÖZLERİNİ “RİSÂLE-İ KUDSİYYE” İLE ÇATIŞTIRANLARA REDDİYE –

Cübbeli Ahmet Hoca Bu Hususta Şunları Konuşmuştur:

Bir Allâh dostunun gözünden düşmekten Allâh cümlemizi muhâfaza eylesin. Çünkü Mevlâ Te‘âlâ dostlarıyla iş yapıyor. Allâh-u Te‘âlâ: “Bana sizi ulaştıracak vesîle arayın.” buyuruyor.

Rabbin şeyhini sana vesîle yapmış. Sen dînini, îmânını, her şeyini ondan öğrenmişsin. Şimdi sen ona akıl öğretemezsin.

Yok “Nâkıs kalırmış,” yok “Risâle-i Kudsiyye” okuyorsun. Ey Muhyiddîn! Kime “Risâle-i Kudsiyye” okuyorsun?! Adam, Efendi Hazretleri’ne “Risâle-i Kudsiyye” okuyor. Efendi Hazretleri bir şey buyuruyor, (adam kalkıp) diyor ki: “(Bu) ‘Mektûbât’a aykırı.”

“Mektûbât”ı sana kim öğretti?! Mahmûd Efendi Hazretleri. Yâ sen ne konuşuyorsun?! Bu kafa, Sa‘lebe kafası.

Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) bir hadiste bir şey söylese, adam kalksa Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e “Kur’ân’da böyle yazmıyor.” dese. (İşte bu da) aynı mantık.

Kur’an’ı sana kim öğretti?! Peki, âyetlerde öyle âyetler var ki, hadîs onu neshetti mi? Evet, etti. Daha ne konuşuyorsun?!

Dörde kadar evlenmek serbest ya, şimdi bir kadınla evlendin, ikinci de teyzesiyle evlenmek istiyorsun, âyete sorsan haramlar kapsamında geçmiyor.

(Nisâ Sûresi’nin 23. âyetinde evlenilmesi haram olanları) sayıyor, sayıyor. (24. âyette ise) “Bunun dışındakiler hepsi size helâl (kılındı).” diyor ama Allâh sana ne diyor? “Sâde Kur’ân’la hüküm verme.”

﴿ وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ

“Rasûlüm ne verdiyse onu alın.” (el-Haşr Sûresi:7) (buyuruyor).

Ben sana bu kadar âyet gönderiyorum ama bir de onun iki misli hikmet gönderiyorum (buyuruyor). Kur’ân’la yetinmiyor.

(Cumâ Sûresi’nin 2. âyet-i kerîmesinde:)

﴿ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ

“Peygamber onlara kitap öğretecek” diyor, orada durmuyor “Sünnet öğretecek.” diyor, Rasûlüne yönlendiriyor.

Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor:

«لَا يَجْمَعُ بَيْنَ الْمَرْأَةِ وَعَمَّتِهَا وَلَا بَيْنَ الْمَرْأَةِ وَخَالَتِهَا.»

“Bir kadınla evlendinse onun halasını da, teyzesini de ikinci eş olarak alamazsın.” (Mâlik, el-Muvatta’, rakam:1108, 2/532; el-Buhârî, es-Sahîh, rakam:4820, 5/1965; Müslim, es-Sahîh, rakam:1408, 2/1028; en-Nesâî, es-Sünen, rakam:3288, 6/96; eş-Şâfi‘î, el-Müsned, 1/273)

Âyete baksan helâl kapsamında ama hadîs onu îzâh ediyor, îcâbında neshediyor, tahsîs ediyor. Neshediyor, niye? Hadîs Allâh’tan başkasından gelmiyor ki. Hadîsi de kim getiriyor? Cebrâîl (Aleyhisselâm) getiriyor. Hadîs de vahiy.

Ama sen Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)i Allâh’tan ayırırsan, sen hadîsi Kur’ân’dan ayırırsan, sen: “Kur’ân’a baktım böyle bir şey görmedim, Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)in bu yetkisi yok.” dersen, aynı kafa şu anda da Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e (karşı uygulanıyor).

‘Mektûbât’ta böyle diyor.” (diyerek Efendi Hazretleri’ne îtirâz ediyor.) Hâlbuki “Mektûbât”ı anlamıyor, Efendi Hazretleri “Mektûbât”a muhâlif bir şey konuşmuyor.

“Kābiliyet yok evlâdım. Mürşid-i kâmil yetişmedi. Biz şeyh yetiştiremedik. Onun için halîfelik kimseye vermedim.” diyor.

Ne diyecek?! Olmayanı mı uyduracak Mahmûd Efendi Hazretleri?! Yâni “Mektûbât”ta bundan başka ne diyor? “Risâle-i Kudsiyye” ne diyor? “Noksan adama bağlanırsan , öldürücü zehirdir, avuyu yersin.” diyor.

(Bu hususta Efendi Hazretlerimiz “Risâle-i Kudsiyye Tercümesi”nde şöyle buyuruyor:

İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bir mektûbunda şöyle buyuruyor: ‘Kâmil ve mükemmil bir zâta kavuştuktan sonra mürîde bütün murâdını ona bırakmaktan başka bir şey düşmez. Zîrâ kendi durumu artık yıkayıcı elindeki meyyit(in yâni ölünün kendisini yıkayana teslim olması) gibidir.

Tâlibin (ve mürîdin) isteğini gevşeten, ateşini söndüren en kötü şey, nâkıs olan, yolu bitirmemiş olan kimseye teslim olmaktır. Nâkıs demek; sülük ve cezbe ile yolu tamamlamayıp kendisine şeyh, mürşid ismini veren kimse demektir.

Nâkıs şeyhlerin sohbeti ‘Semm-i kātil (öldürücü zehir)’dir. Böyle birine teslim olan felâkete gider. Anlatıldığı gibi böyle biri ile sohbet yüksek kābiliyet sâhipleri için bir düşüş getirir. Onu zirveden çukura indirir.

Meselâ bir hasta, mütehassis olmayan, icâzeti bulunmayan bir tabîbin ilacını içerse, iyi olmak şöyle dursun, hastalığı artar.

İyi olmak kābiliyeti de bozulur. Bu alınan ilaç her ne kadar ilk anda ağrıyı dindirip sancıyı hafifletir ise de hakîkatta mazarratın (ve zararın) ta kendisidir. Bir hasta hakîkî bir tabîbe giderse, bu tabib önce o ilacın zararlarını gidermeye çalışır, ondan sonra da hastalığı tedâviye başlar.’” (el-İmâmü’r-Rabbânî, el-Mektûbât, mektûb rakamı:61, 1/73; Mahmûd Ustaosmanoğlu, Risâle-i Kudsiyye Tercümesi, 2/514))

(İsmet Ğarîbullâh (Kuddise Sirruhû) Hazretleri “Risâle-i Kudsiyye”de bu hususta şöyle buyuruyor:

خُصُوصَا مُرْشِدِى عُقْبَادَهْ اُولْسَهْ كَمَالْ اَهْلِى اَكَرْ بِرْ شَيْخ بُولُنْسَهْ

اٰكَا جَائِزْ اُولُورْ تَـسْلِيمْ اُولُنْسَهْ مُريِدْ اُولْسُونْ هَمَانْ قَبُولْ اُولُنْسَهْ

“Husûsâ mürşidi ukbâda olsa,
Kemâl ehli eğer bir şeyh bulunsa.

Ona câiz olur teslim olunsa,
Mürîd olsun hemen kabûl olunsa.”

Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz bu beyitleri şöyle şerh etmiştir: “Bâhusus (bir kimsenin şeyhi) âhirette olsa (vefât etmiş olsa), eğer mânevî olgunluğa ermiş başka bir şeyh bulunsa o şeyhe intisâb etse câiz olur. O bulunan şeyh efendi kabûl ederse, hemen ona mürîd olsun.

Bir kimse, şeyhi vefât ettikten sonra başka bir kâmil şeyh bulsa, ona bağlanabilir. Bağlanmayıp âhiretteki şeyhine râbıta etmeye devâm da edebilir.

Allâh’ın dostları bizi nasıl düşünüyor, bize nasıl akıl veriyorlar, vakitler zâyi olmasın, ömür boşa gitmesin diye nasıl büyük tenbihler veriyorlar.” (Mahmûd Ustaosmanoğlu, Risâle-i Kudsiyye Tercümesi, beyt rakamı:362, 2/455))

Görüldüğü üzere Mustafa İsmet Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri, şeyhi vefât edenin yeni bir şeyhe intisâbını o şeyhin kemâl ehli olması şartına bağlıyor. Kemâl ehli demek “Mâneviyatta zirveye ulaşmış kâmil ve mükemmil şeyh” demektir.

Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin, kendisi hakkında “Hasan Efendi gevşek adam, bir şey beceremez. Oğlu çarşafın aleyhine konuşarak dîni yıkmış, kendisi Of’a gitmiş. Yanında şerîat yıkılsa hiç emr-i bi’l-ma‘rûf yapmaz.” buyurduğu merhum Hasan Efendi hocamız velî kullardan olsa bile mürşid-i kâmil olma sıfatına sâhip olabilir mi?! Hidâyetine vesîle olduğu bir kişi gösterilebilir mi?!

Hele bir de kendisine iftirâ edilerek yerine bıraktığı iddiâ edilen Fikri Doğan gibi, Efendi Hazretlerimiz’in, kendisi hakkında: “Ben Fikri’yi böyle bilmezdim, sözümü dinlemiyor. Bu zamâna kadar (o imamken) mihrap boştu.” buyurduğu ve bu sebeple mürşidine kin tutarak on üç sene ziyâretine bir kere dahî gitmemiş, ayrıca Berâat Gecesi bile afv edilmeyen kebâir günahlardan biri olan “Müslümanlara kin tutma ve küs durma” vasfına sâhip olması hasebiye bâzı Müslümanlara yıllarca selâm vermeyip selâmlarını almayan bir mahrumun mürşid-i kâmil olduğunu düşünmek muhal olarak dahî farz edilemeyecek bir uydurmadır.

Şimdi “Risâle-i Kudsiyye”de geçen bu beyitte zikredilen “Kemâl ehli” sıfatı İsmâîlağa’nın şeyh diye ortaya attığı bu kişilerde aslâ mevcut olmadığı kesinleştiğine göre “Vefât etmiş şeyhine râbıta yapan nâkıs kalır.” beytinin Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz hakkında geçerli olmadığı anlaşılmıştır.

(Ne yapsın yâni?!) Efendi Hazretleri milleti helâk mı etsin?! Yâni “Yok evlâdım, ne yapayım?! Ben işi kendime ayırmak istediğimden değil, kābiliyet kalmadı.” diyor, görüyoruz ortada işte.

(Efendi Hazretlerimiz’in boğazlar komutanı diye övdüğü Avni âbimiz de bu sözü bizzât Efendi Hazretlerimiz’den işitenlerdendir.)

Eee şimdi dikkat! Büyüklere îtirâz orada kalmaz. Bu kafa “Risâle-i Kudsiyye” ile Efendi Hazretleri’ni çatıştıran, Efendi Hazretleri ile “Mektûbât”ı çatıştıran kafa, işte aynı kafa mezheplerle Kur’ân’ı, sünneti çatıştıran, hadîsle Kur’ân’ı çatıştıran ve nihâyetinde meâlci olup çıkan ve ondan sonra da “Ben Rasûlüllâh (hakkın)da da şüphe ediyorum. Kendini Allâh’ın yerine koydu.” diyen biri önümüzde!

“Mektûbât”ı tercüme edecek kadar âlim, İsmâîlağa’da ders okutmuş bir Talha Alp önümüzde örnek olarak şu anda duruyor.

Şu anda, birkaç sene içinde yaşadık, bütün medresedeki hocaları okutmuş, “Mektûbât”ı tercüme etmiş. Ama şu anda ne diyor? “Allâh’ta lafım yok ama peygamberde şüpheleniyorum. Bu peygamber de kendini Allâh’ın yerine koydu.” diyor. Allâh onu ıslâh etsin.

Şimdi bunları hiç mi örnek almayacağız?! Hiç mi ibret almayacağız?! Aşağıdan aşağıdan îtirâza başlayanların sonunda îtirazları Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e kadar geldi.

“Yapmayın, etmeyin! Çoluğunuzu çocuğunuzu bunların medreselerine vermeyin.” diyorsak, sizin îmânınızı ve neslin îmânını kurtarmak için diyoruz. Kimse köşe kapmak için bir şey yapmıyor, yapanlar ortada, iddiâcılar ortada.

Biz burada müritliğe devâm etmeye çalışıyoruz. Niye? (Çünkü) bize dediler ki: “Haddinizi bilin. Siz mürîdsiniz. Size biz en fazla vekillik vermişiz. Bizim yolumuzu muhâfaza ederseniz vekilliğiniz mübârek olur, hizmetiniz çok olur, müşteriniz bol olur, cemâatiniz artar, Hazret-i Mehdî’ye kadar bu yol yürür.” dediler. Bize böyle dedi Efendi Hazretleri.

Ama “Ben sana vekillik versem de doğru yoldan şaşarsanız vasiyetlerimi tutmazsanız nisbetim (feyiz verme irtibâtım sizden) çekilir, bereketiniz kalkar.” buyurdu.

Bu (husus), Efendi Hazretleri’nin umûmî vasiyetidir. Şimdi aynen görüyor muyuz? Efendi Hazretleri’nin sözünü tutanların bereketi ortada, sözünü bozanların bereketsizliği ortada.

Aynı bu mesele. Onun için buradan büyük bir ders çıkarın. Allâh dostuna îtirâz etmemek (lâzım). Mahmûd Efendi Hazretleri gibi tescilli bir velî, bütün dünyâ-âlem şâhitlik etmiş. Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki:

«إِنَّ اللّٰهَ لَا يَجْمَعُ أُمَّت۪ي عَلٰى ضَلَالَةٍ.»

“Şüphesiz Allâh benim ümmetimi dalâlette birleştirmez.” (et-Tirmizî, es-Sünen, el-Fiten:7, rakam:2167, 4/39-40; Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:27224, 45/200)

Dünyânın bütün âlimleri, Müceddid olarak (onda) ittifak etmiş. Böyle bir insanın konuşmalarını tartışmaya açıp da “Kandırılıyor, hastaydı, alzheimerdı.” gibi (laflar söyleyerek) böyle bir velîye (bu lafları) diyenler işte aynı kafa, işte o kafa. O kafa (var ya), korkmaz o kafa, o kafa İmâm-ı Gazâlî’ye de konuşuyor, İmâm-ı Rabbânî’ye “Ne biçim konuştu?!” diyor.

O kafa “Abdülkādir Geylânî hadiste zayıf.” diyor. “Uydurma hadisler var kitabında.” diyor ve bunlar büyük bir tehlike arz ediyor. Müslümanlar bunların sohbetlerini dinlemesin, evliyâullâhın bereketlerinden mahrum olmasınlar.

 

-İKİNCİ FASIL –

– “EFENDİ HAZRETLERİ’NDEN SONRA SİLSİLEYE ŞEYHLER YAZMAZSAK TARÎKAT KAPANIR.” DİYENLERİN YALANLARINA CEVAPLAR –

Birilerinin: “Efendi Hazretleri’nden sonra silsileye şeyhler yazmazsak tarîkat kapanır.” sözüne karşı en doğru cevap aslında Efendi Hazretlerimiz’in: “Ben yerime şeyh bırakmadım, vekillerimle bu yol Hazret-i Mehdî’ye ulaşacak, râbıta bana devâm edecek.” buyurmuş olması ve bunu diyenlere: “Esâsen vasiyeti bozulursa tarîkat kapanır.” denmesidir.

Efendi Hazretleri buyurdu ki: “Benim vekîllerim benim yolumu muhâfaza ettikleri sürece mürşid-i kâmil mesâbesindedir, bir ilde bulundukları yerde güneş gibidir.”

Bunlardan yola çıkarak “Bu kapının bâzı vekilleri diğer birçok kapının şeyhlerinden daha istikāmetli, takvâ sâhibi ve tasarrufludur.” denilebilir.

Dolayısıyla nasıl ki; silsilemizin büyükleri Sa‘deddîn Kâşgarî, Molla Câmî, Seyyid Şerîf Cürcânî gibi nice vekiller yetiştirdi ama tabî silsile işi farklı bir iştir. Ama Efendi Hazretleri gibi tasarruf sâhibi zatlar çok kābiliyetli vekiller yetiştirmiştir. Buna güvendiği için “Vekillerim yoluyla Hazret-i Mehdî’ye ulaşacaktır.” buyurmuştur.

Ayrıca “Bu kapı kapanmayacak elhamdülillâh.” diye sevindiğine dâir duâları da mevcuttur. Ka‘be’nin kapısında yaptığı duânın kabûl olduğuna dâir müjde aldığı bilinmektedir. Ancak şu anda “Sizden sonra halîfe bıraktınız mı?” sorusuna “Yok yok.” diye cevap vermesi kapının kapandığı anlamına da gelmez. Silsilenin kesildiği anlamını da taşımaz.

Çünkü “Vekillerimle bu yol devâm edecek. Hazret-i Mehdî’ye ulaşacak.” beyânı var. Bu beyân göz önünde bulundurulduğu zaman silsilede de bir inkıtâ‘ ve kesiklik olmadığı anlaşılır. Çünkü Efendi Hazretleri’ne bu yolun kendisinden Hazret-i Mehdî’ye geçeceği bildirilmeseydi böyle bir beyanda bulunmazdı.

Dolayısıyla Mahmûd Efendi Hazretleri gibi bir müceddid hem ilmî hem tasavvufi çalışmaları birlikte yürüttüğünden ve medrese faaliyetleri olduğundan, diğer tarîkatlarda meselâ Süleymancılarda şu anda tasavvuf ve tarîkat hizmetlerinin bozulması gibi kötü misaller buraya örnek teşkil etmez.

Zîrâ o zatlar Mahmûd Efendi Hazretleri gibi müceddid değildiler. Dolayısıyla medreseyle tekkeyi, şerîat ile tarîkatı cemeden Mahmûd Efendi Hazretleri gibi zatların nüfûzunun ve etkisinin diğerlerine benzemeyeceği âşikârdır. Ama burada unutulmaması gereken “Vekillerim benim yolumu muhâfaza ettikleri sürece” diye şart ve kayıt vardır.

Dolayısıyla vekiller içerisinden kim Efendi Hazretleri’nin yolunu muhâfaza eder ve şartlara riâyet ederse zâten ihvânın kalbi onlarda cem olacak ve onların da tâyin ettikleri vekillerle Efendi Hazretlerimiz’in yolu yürüyecektir. Ama bir insan şartı bozduysa burada Efendi Hazretleri sözü bozmuş anlamına gelmez veyâ onun sözünün çıkmadığı anlamını taşımaz.

Nitekim eski istihâreci de “Ölünceye kadar benim istihârecim budur.” diye Efendi Hazretleri’nin el yazısıyla bir kâğıt almıştı ki Cübbeli Hoca da bu kâğıdı görmüştür.

Sonra Efendi Hazretleri onu azlettiği zaman sözü bozan Efendi Hazretleri olmamıştır. Çünkü karşı taraf şeyhlik iddiâsı yapınca ve “Senden sonra ben şeyh olacağım.” deyince Efendi Hazretleri tarîkat bozulmasın diye onu azletmek zorunda kalmıştır.

Burada Efendi Hazretleri’nin ne kabahati vardır, ne yanlışı vardır?! Diğer olaylar da buna kıyâs edilmelidir. Efendi Hazretlerimiz bâzılarına bir kısım beyanlarda bulunmuş ama sonra bâzı meselelerde o sözlerini neshetmiştir ve neshederken de “Ben kimseye söz vermedim.” buyurmuştur.

“Ben kimseye söz vermedim.” sözünde bir tenâkuz ve çelişki var zannedilebilir. Hâlbuki Efendi Hazretleri verdiği sözleri şartlı vermiştir ve “Benim yolumu muhâfaza ettikleri.” sürece buyurmuştur. Bu meselede ise birileri bu şartları ihlâl ettiğinden Efendi Hazretleri evvelce îlân ettiği başvekillik kararını neshetmiştir.

Mahmûd Efendi Hazretleri Tarîkatı Bitirmedi!
“Mülkiyet Hakkı Bende Kalacak.” Buyurdu!

Şimdi birileri çıkmış: “‘Efendi Hazretleri son şeyhtir.’ diyenler tarîkatı kapatmış oluyor.” diyorlar.

Hâlbuki Efendi Hazretleri’nin vasiyetini bozarak ondan sonra şeyh ittihaz edenler tarîkatı bitirmiş oluyor. Tabî birileri bunu bir karanlık oyunu devreye sokmak için yapıyor, kimisi menfaati kesilmesin diye buna sessiz kalıyor, kimi câhiller de ne olduğunun farkında bile olmuyor. Şimdi sizlere Cübbeli Hoca’nın bir konuşmasını arz ediyoruz:

Haa (birileri Cübbeli) “Silsileyi koparttı.” diyor. Şimdi silsilede Efendi Hazretleri şeyh mi bıraktı da ben koparttım?! Peki Efendi Hazretleri dükkânı kapatmadı ama Efendi Hazretleri dedi ki: “Mülkiyet bende kaldı, vekillerle dükkân çalışacak.”

Hacı Bekir Lokumcusu, bilmem neyin Kuru Kahvecisi, kaç senelik yazıyor? (Meselâ) bin sekiz yüz küsur. Dükkânlar devâm ediyor mu?! Eğer o dükkânda çalışanlar, o Osmanlı döneminden kalan kahve çekme sistemi veyâ şeker ve lokum yapma sistemini hiç bozmadan aynı şeyle devâm ettiriyorlarsa tabî ben kefil olamam hiçbirine, çünkü ilk zamandaki lokumu yemediğim için, yüz sene evvelki lokumu yemeyince hep bu lokumu yersen “Lokum güzel gidiyor.” dersin yâni ama beş sene, on sene evvelkini bozuyorsa onu anlıyorum.

Çünkü ben 20 sene evvel de Mevlid’de lokum yaptırdım onlara. Diyorum “Bu eski lokum çok güzeldi, bu naylon gibi olmuş, kayış gibi çekiliyor.” diyorum.

Eee şimdi dolayısıyla ben 15-20 seneki lokumu kıyâs edebiliyorum. Ama eğer o dükkânı kuranın, o müessesenin sâhibinin usûlüne göre riâyet edip aynı sistemde yapıyorlarsa dükkânlar açık mı? Açık. Mülkiyet kimde? Kurucusunda.

Son kurucusu, bu işin sâhibi bu tarîkatın müceddidi Mahmûd Efendi Hazretleri’dir. Bunda şüphe var mı?! İhtilâf var mı?!

Bütün dünyâ gelip de ihvân olmadığı hâlde bütün ulemâ “Bu zât, asrın müceddidi, sâdece Nakşî tarîkatının değil, sâdece Hâlidiyye kolunun değil, bütün dünyânın müceddidi.” dediler mi? Dediler.

Peki ondan sonra bunların (Hasan Efendi ve Fikri Doğan gibi şeyh olarak) uydurdukları kişiler, bu tarîkatta hiçbir etkileri, sohbetleri, tesirleri, bir insanı yönlendirdikleri, bir insanı namaza başlattıkları, çarşaf giydirdikleri, bir kızı okuldan çıkarttıkları, yüz binlerce, milyonlarca Efendi Hazretleri’nin yaptığı tecdîd hizmetlerinin üzerine gölge düşürecek, baskın gelecek ve “Ben daha fazla hizmet yaptım.” diye gösterebileceğimiz (bir şey yapan) biri var mı?! Yok. Varsa söyleyin ya!

Peki o zaman dükkân kimin?! Sâhibi kim?! Alî Hayder Efendi Baba, en son sâhibi olarak kime vermiş mülkiyeti? (Ve ne buyurmuş:) “Sana râbıta yapılabilir, sen öyle bir mürşid-i kâmilsin ki, ben sağken bile sana (râbıta) yapılabilir.”

(Yâni) “O kadar büyük adamsın.” demiş ona. Mülkiyet devri yapılmış mı? Yapılmış. Peki mülkiyet Efendi Hazretleri’ndeyken, biz ne diyoruz? “Efendi Hazretleri’nin mülkiyeti.” diyoruz. Niçin? Çünkü mülkiyet sâhibi Alî Hayder Ahıshavî Hazretleri.

Alî Hayder Ahıshavî Hazretleri (Kuddise Sirruhû), Mahmûd Efendi Hazretleri’ne: “Bende ne varsa sana verdim.” demiş mi?! “Sana râbıta yapılabilir.” demiş mi?!

“Sen şeyhsin, mürşid-i kâmilsin” demiş mi? Zâten “Râbıta yapılabilir.” ne demek? “Dünyânın en büyük mürşidisin.” demek tasavvufta. Peki Mahmûd Efendi Hazretleri’ne bu sorulmuş mu? Sorulmuş. “Yerinize birini bıraktınız mı?” Bu sorulmuş. Ne buyurmuş? “Yok, yok.”

Sonra diğer hoca efendiler sormuş. Ben sordum, öbürü soruyor. “Vekîllerimle bu yol yürüyecek.” (buyuruyor.)

Yâni dükkân kapatılmadı, dükkân açık duruyor ama hangi vekiller onun gösterdiği yol üzere programı uygularsa Hazret-i Mehdî’ye kadar onlardan herkes fayda görür. Onlar da âhirette Efendi Hazretleri’nin şefâatine erer.

Ama dedi mi ki: “Bana râbıta devâm edecek, başkasına râbıta yapılmayacak?!” dedi. Bunu ben kulağımla duydum mu? Duydum. Vallâhi billâhi duydum.

Kim duydu ki “Hasan Efendi’ye râbıta yapılabilir”, “Fikri’ye râbıta yapılabilir?!” Kim duydu?! Bir kişi çıksın da “Ben duydum.” (desin).

Eee ben: “Duydum.” diyorum. Zâten “Şeyh yok, yerime kimseyi bırakmadım.” diyor. “Yerime kimseyi bırakmadım.” dedikten sonra dükkân kapanmış olmuyor. “Vekillerimle bu yol Hazret-i Mehdî’ye ulaşacak.” buyurduğuna göre dükkân devâm ediyor. İbrâhîm Efendi râbıtasına, murâkabesine devâm ediyor.

Ben râbıtama devâm ediyorum. Yüzlerce, binlerce âlim, vekîl, temsilci devâm ediyor. On binlerce, yüz binlerce ihvân, Efendi Hazretleri’ne râbıtaya devâm ediyor.

Sayıya vursak, hak yine bu tarafta. Delîle vursak, bütün deliller bu tarafta. (Onlara yarayacak ortada) hiçbir delîl yok. Haa, eğer Efendi Hazretleri: “Ben şunu yerime şeyh bıraktım.” deseydi, biz de ona tâbi olmasaydık, o zaman tilkilik yapmış olurduk. Çakallık yapmış olurduk.

Bak, onu kabûl ederim. Burada bu kadar delîl var ki Efendi Hazretleri’nin “Bırakmadım.” dediğine. Kendi sesi var zâten, Efendi Hazretleri’nin beyânı.

Eee peki, sen Efendi Hazretleri’nin “Bırakmadım.” dediği yere şeyh uydurunca tilki olmuyorsun da ben Efendi Hazretleri’nin beyânını (naklederek) “Hazret-i Mehdî’ye kadar bunu muhafaza edeceğiz.” dediğim zaman niye tilki oluyorum?!

Şeyh vardı da, Efendi Hazretleri bıraktı da ben mi duymadım?! O zaman İbrâhîm Efendi niye uymadı?! Koca evliyâullâh, kırklardan. O zaman bu Şûrâ’nın hocalarının âlimleri, Efendi Hazretleri’nin en bağlıları, bunlar niye uymadı?! Sizin elinizde kim kaldı?! Kâğıthaneli Muhittin, Şişaneli bilmem Muînuddîn.

Sizin elinizde iki tâne, üç tâne bir şey kaldı. Kim kaldı? İbda-c Sâdettin Ustaosmanoğlu, (Fikri’ye) intisâb etti. Veyâhut da “Ben sana râbıta yapıyorum’ dedi. Tamam. Zaten Sâdettinlerin râbıta yaptığı yere râbıta yapmak câiz değil yâhu.

Dolayısıyla burada silsile kopmadı. Dükkân kapanmadı. Aynı dersleri târif ediyor mu hocalarımız?! Ediyor. Bütün hanım kardeşler, derslerine devâm ediyor mu, râbıtalarına, murâkabelerine?! Bütün kız medreseleri, on binlerce talebe teheccüde kalkıyor mu?! Efendi Hazretleri’ne râbıta yapıyor mu?!

Onlarda bir tâne cinlenen yok. Bu tarafta, bağıran bağırana. Ne haberler geliyor bize? İsimler, şahıs isimleri olduğu için teşhir etmiyoruz.

Dolayısıyla, bütün dünyânın aslanlarının bağlandığı (bu) silsile (var ya), gelip birisi bunu koparamaz. “Koparamaz” ne demek? Sen neye göre dayanıyorsun?!

Burada şeyh îlân diyorsun. Eee “Çünkü ben para toplayamam.” (diyorsun.) Bunu orayı yöneten adam söyledi bana, Seyfettin söyledi bana. “Para toplamam için şeyh bulmam lâzım.” diyor. “‘Gel sana şeyhten duâ alayım.’ diyeceğim.” diyor adama. Adam da: “Tamam, şeyhten duâ alınca işim düzelecek.” diye gelecek.

Şeyh olmazsa gelmiyormuş. Şeyhten aşağı kurtarmıyormuş. Eee sen git, Edirnekapı Şehitliği’ne Alî Hayder Efendi Baba orada, İsmet Baba’ya git, İsmet Baba orada, Mahmûd Efendi Hazretleri orada, git.

Bunlar ölmediler. Hep devamlı zuhûratlarda gözüküyorlar. “Biz işimizin başındayız.” diyorlar. Herkes görüyor. Ee siz de bir tane zuhûrât bile uyduramadınız. Kaç yıl geçti, bir tâne uyduramadınız.

Hasan Efendi’yi de istismar ettiniz. O da size prim vermeyince, ondan sonra “Dur bakalım Hasan Efendi de bir an evvel ölse de Hasan Efendi’yi gömmeden evvel bu işi bozsak.” dediniz ve Hasan Efendi’nin defninden önce, râbıtayı Hasan Efendi’ye de karşı gelerek bozdunuz ve böylece ne yapmış oldunuz? Siz tarîkatı gömdünüz.

Ama bizim tarîkatımız devâm ediyor. Efendi Hazretleri’nin tarîkatı devâm ediyor. Çünkü ne var orada? İki tâne kablo var. (Ama) bir kablo ana kofraya bağlı değil. Sen oradan kablo uydurdun. Ucu açık. Her dakîka çarpılmaya müsâit.

Benim burada (ise) kablo devâm ediyor, ana kofraya bağlı. Oradan daha ilerisine bağlı, elektrik idâresine, bilmem ne idâresine.

Bizim burada kofralar çalışıyor, taktığımız fişler çalışıyor. Patlayan yok, çatlayan yok. Huzur üzere, feyiz üzere bütün ümmet devâm ediyoruz, Efendi Hazretlerimiz’in berekâtıyla. Efendi Hazretleri’nin gösterdiği yoldur. Ama orada “Kablo var.” diye aldanan (biri çıkıyor), bir (fişe) takıyor, bom (diye patlıyor)!

Bizim burada kablo devâm ediyor. Sâkin sâkin Nakşîler yürütürler işlerini. Gizli gizli ulaştırırlar Harem’e kāfileyi. Efendi Hazretleri’ne râbıta yapıp da Allâh’a ulaşamayan olur mu?! Vallâhi olmaz, billâhi olmaz, tallâhi olmaz.

Haramlardan sakınmak şartıyla (Mahmûd) Efendi Hazretleri’ne râbıta yapıp seyr-i sülükte o râbıtayla Allâh’a vâsıl olmayan yemîn ettim olmaz.

Çünkü o, Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri(ne bağlanır), o (da), Alî Rızâ Bezzâz (Kuddise Sirruhû) Hazretleri(ne bağlanır), orada kopukluk yok. Burada kopukluk var.

Ne anlatıyor Ahmet Yeter Hoca? Bunların eski bölge başkanı, şimdi Şûrâ’nın baş vekillerinden Karabük(te). Ses kaydı var. Hoca efendi ne anlatıyor?

“Gidiyorduk, Hasan Efendi’ye, soruyorlardı ‘Efendi Hazretleri’ne devâm edecek, bana râbıta olmaz.’ (diyordu.) Kaç kere Hasan Efendi: ‘Şeyh yok, şeyhlik yok.’ dedi.”

Bunların hepsini beyân etti yâ.

“Ama kapıdan çıkarken Seyfettin: ‘Arkadaşlar bu burada kalacak.’ (diyordu.)”

Eee mâdem Hasan Efendi’ye “Şeyhim.” diyorsun. Hasan Efendi: “Ben senin şeyhinim.” demedi.

Ama sen ona “Şeyhim.” diyorsun mâdem, peki o: “Ben değilim.” diyor sana da, sen niye kapıda tâlimât veriyorsun “Bu burada kalacak.” (diyorsun?!)

Mâdem senin şeyhindir, dediğini millete îlân etmen lâzım. Ben Efendi Hazretleri’nden duyduğumu dünyâya îlân ediyorum. Sen niye Hasan Efendi’ye “Şeyh” deyip de Hasan Efendi’ye hâinlik ediyorsun?!

En büyük zararı, istismârı ve hâinliği Hasan Efendi Hocamız’a yaptılar ve Hasan Efendi Hocamız’ın yüzüne de âhirette bakamazlar.

(Hasan Efendi) 20 ay uğraştı bu râbıta için, sabahına (onu) defnetmeden “Efendi’ye (râbıta) yasak.” dediler. Sen nasıl “Efendi’ye daha yapmayacaksın.” diyorsun?!

Yâni Efendi Hazretleri’nin bu kadar düşmanları vardı tabî. Bidat ehli, dinsiz, donsuz, dolu düşmanı vardı Efendi Hazretlerimiz’in. Hangisi bu kadar zarar verebildi?! Hiçbiri zarar veremedi. Kendi yetiştirdiği adamlar, emek ettiği adamlar, analarından, babalarından onlara çok acıdı, onları gözetti.

Beni de öyle. Ama ben kapının kıtmîri olarak ona vefâ borcumu ölene kadar ödemeye devâm edeceğim inşâallâh. Allâh beni muvaffak etsin. Muhâfaza etsin.

Onun için siz korkmayın. Kapı kapalı değil. Yeter ki vekillerden hangisi onun yolunu koruyor, râbıtasını koruyorsa, işte odur. Ama şimdi bak!

Sen ne yaptın? “Dükkân açık, merkez burası.” dedin. Ama şeker yaparken akîde şekeri veyâ gül lokumu, Şekerci Bekir Efendi’nin formülünü (bozdun), yâni o, içine meselâ biraz tarçın koyuyordu, bilmem ne kadar şeker koyuyordu, bilmem şöyle yapıyordu, böyle yapıyordu (ama sen onları değiştirdin).

Şimdi İsmâîlağa’da tabela duruyor. Her şey duruyor. İçeride kim var? İçeride Hüseyin Avni Hoca yok. Ömrünü orada geçirmiş Cübbeli yok. Hüsâmeddin Hoca yok. Kalender Hoca yok. Selim Köroğlu Hoca yok. Ahmet İslamoğlu Hoca yok. Muhammed İslamoğlu Hoca yok. Mustafa Ekin Hoca yok, yok, yok.

Yokları saysam sabaha kadar bitiremem. İçeride bir şey yok. Ama tabela duruyor. Adam da gidiyor, Mahmûd Efendi’nin yolu diye, yâni Şekerci bilmem kim efendinin marka değeri var ya, marka değerinden dolayı gidiyor. Ama bir bakıyor, geçen sene aldığımız şeker nerede?! Bu sene yediğimiz nâne nerede?! He tabelaya aldanan giriyor. Ama kim o tabelanın sâhibinin formüllerini bozmadan aynı ürünü üretiyorsa onun tabelası olmasa da tat onda, lezzet onda, bereket onda, tesir onda, bu işte de feyiz onda (diyebiliriz).

Anladın mı?! Şimdi onun için, dükkânın duruyor olması, tabelanın durması yetmez. Bu iş geçtikçe, o sâhibinin kāideleri devâm ediyor mu?! Etmiyor. Şûrâ’da o kāideler devâm ediyor mu, etmiyor mu?! Aynen Efendi Hazretleri sağ gibi. Hiçbir şey bozulmuyor. Peki, öbür tarafta kāideler devâm ediyor mu, etmiyor mu?!

Kafadan ilk kāide. “Râbıta bana devâm edecek.” Vâsiyet mi bu? Vâsiyet. Sâhibi mi bunu söylüyor? Sâhibi söylüyor. Yetkili mi bunu söylemeye Mahmûd Efendi Hazretleri? Yetkili.

Buradaki ne diyor? Torunu (Abdülhâlik): “Dedem bunu dese de dinlenmez.” diyor. “Yetkili değil.” (diyor)!

Eee bu (adam) İsmâîlağa kuruluşunun başında işte. Yavuz Selim Gençliği. Siz bunu kulağınızla duymuyor musunuz?!

Oradakilerin zihniyetinin bu olduğunu ondan anlamıyor musunuz?! Eğer (onlara göre) o yanlış konuşsa, ne derler ona? “Sen İsmâîlağa kuruluşu olmaktan çıktın, tabelayı çıkartın oradan, (senin bu tabelayı kullanmanı) yasak ediyoruz.” (derler.)

Hâlâ Yavuz Selim Gençliği’nde ne yazıyor? “İsmâîlağa kuruluşu” yazıyor. Peki başkanı ne diyor? “Benim dedem Mahmûd Efendi dese de geçerli değil.” diyor.

Şimdi o zaman biz şunu anlayalım. Mahmûd Efendi, şeyh miydi, değil miydi? Siz ona bağlı mıydınız, değil miydiniz? Eee “Şeyhe, ölü yıkayıcısının elindeki gibi teslim olmalı.” (el-İmâmü’r-Rabbânî, el-Mektûbâtu’r-Rabbâniyye, cild:1, mektûb rakamı:61) diye “Mektûbât”ta, her yerde okuyor muydunuz, okumuyor muydunuz?!

Şeyhine “Niçin böyle yapıyorsun.” diye îtirâz eden iflâh olmaz, dünyâ- âhiret felâh bulmaz. Bunu bütün tasavvuf kitapları, başta Şa‘rânî Hazretleri olmak üzere yazıyorlar.

 

ÜÇÜNCÜ BÂB

MAHMÛD EFENDİ HAZRETLERİ’NİN TASARRUFUNUN DEVÂMI HAKKINDAKİ DELİLLER

– BİRİNCİ FASIL –

– ÖLMEKLE VELÎLERİN TASARRUFU AZALMAZ BİLAKİS ÇOĞALIR –

Bu Kısım Cübbeli Ahmet Hoca’nın “Tarîkat-ı Aliyye’de Râbıta-i Celiyye” İsimli Eserinden Alınmıştır

1) Büyük imam Fahruddîn er-Râzî (Rahimehullâh) “el-Metâlibu’l-‘âliye” adlı meşhur kitabında ölüleri ve kabirleri ziyâret ederek onların rûhâniyetlerinden istifâdenin (mâneviyatlarından faydalanmanın) şeklini açıklarken özetle şöyle buyurmuştur:

“Bedenlerden ayrılan ruhlar bâzı yönlerden, bedenlerle alâkalı ruhlardan daha kuvvetlidir.”

Kendisi orada bunu (yâni “Bedeninden ayrı olan bir rûha yöneliş” anlamına gelen râbıtayı) açıklamıştır. (Fahruddîn er-Râzî, el-Metâlibu’l-‘âliye, 7/276-277, 443)

2) Büyük müfessir Beyzâvî (Rahimehullâh) Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)dan rivayet edilen:

عَنْ أَب۪ي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «صلُّوا عَلَيَّ فَإِنَّ صَلَاتَكُمْ تَبْلُغُن۪ي حَيْثُ كُنْتُمْ.»

 

“Bana (sâdece kabrimin yanında değil her yerde) salât(-ü selâm) okuyun, zîrâ şüphesiz sizin salâtlarınız nerede bulunsanız da bana ulaşır.” (Ebû Dâvûd, es-Sünen, el-Menâsik:99, rakam:2044, 2/169) hadîs-i şerîfinin şerhinde şöyle demiştir:

قَالَ الْبَيْضَاوِيُّ: «وَذٰلِكَ لِأَنَّ النُّفُوسَ الْقُدْسِيَّةَ إِذَا تَجَرَّدَتْ عَنِ الْعَلَائِقِ الْبَدَنِيَّةِ؛ عَرَجَتْ وَاتَّصَلَتْ بِالْمَلَأِ الْأَعْلٰى، وَلَمْ يَبْقَ لَهَا حِجَابٌ، فَتَرَى الْكُلَّ كَالْمُشَاهِدِ بِنَفْسِهَا أَوْ بِإِخْبَارِ الْمَلَكِ، وَف۪يهِ سِرٌّ؛ يَطَّلِعُ عَلَيْهِ مَنْ تَيَسَّرَ لَهُ.»

“Şu bir gerçek ki mukkades ruhlar (vefât ederek) bedenle ilgili ilişkilerinden tecerrüd ettiği (tamâmen soyutlandığı) zaman semâya yükselerek Mele-i A‘lâ (en yüksek melek cemâati) ile birleşirler.

Artık onlar için (dünyâda olup bitenleri görmelerine mâni olacak) hiçbir hicab (perde ve engel) kalmaz.

Böylece o ruh her şeyi bizzât kendi müşâhedesi ile veyâ bir meleğin bildirmesiyle görür. Bunda öyle bir sır vardır ki kendisine (nasîb ve) müyyesser olanlar ona vâkıf olabilir.” (‘Abdullâh el-Beyzâvî, Tuhfetü’l-ebrâr, 1/307)

3) Sa‘düddîn-i Teftâzânî (Rahimehullâh) “Şerhu’l-Mekāsıd” adlı eserinde şu beyanda bulunmuştur:

“İslâm’ın inanç esaslarından anlaşılan odur ki; bedenden ayrıldıktan sonra da ruh için bâzı cüzî idrâkler ve dirilerin, özellikle ölü ile arasında dünyâda tanışma bulunan kimselerin bâzı cüzî hâllerine ittılâı (vâkıf olması) sâbittir.

Bu yüzden kabirleri ziyâret ve hayırları celbedip şerleri defetme husûsunda sâlihlerin ruhlarından isti‘âne (yardım isteme) câiz olup faydası görülmüştür. Çünkü bedenden ayrılan rûhun, hem bedeniyle hem de defnedildiği toprakla bir nevi ilgisi devâm etmektedir.

Bu yüzden o toprağı ziyâret edip, ölünün rûhu tarafına yönelen (râbıta yapan) dirinin rûhuyla ölünün rûhu arasında bir nevi mülâkât (karşılaşma) ve ifâzât (feyiz alışverişi) meydana gelir.” (Sa‘düddîn Mes‘ûd et-Teftâzânî, Şerhu’l-Mekāsıd, 2/32)

4) Sultan Selim Hân’ın şeyhulislâmı olan İbnü Kemâl Paşa (Rahimehumellâh) buyurdu ki: “Dünyâda bulunan ruh, kının (muhâfazasın)daki kılıç gibidir. Ölümünden sonra ise cismânî alâkalardan (bedenin işlerinden) soyulduğu için kınından çıkmış kılıç gibi (daha faal)dir.” (İbnü Kemâl, er-Risâle fi şerhi’l-ehâdîsi’l-erba‘în, sh:41)

5) Alâüddîn Attâr (Kuddise Sirruhû)nun halîfelerinden olan Seyyid Şerîf Cürcânî Hazretleri (Rahimehullâh) “el-Mevâkıf Şerhi”nin sonlarında, “el-Metâli‘” şerhine yaptığı hâşiyelerin başlarında: “Evliyâullâhın sûret (mübârek şekil)lerinin, mürîdlerine zâhir olabileceğini (görünebileceğini), ölümlerinden sonra bile mürîdlerin kendilerinden feyiz alabileceklerini” açıklamıştır. (İbrâhîm Fasîh, el-Mecdü’t-tâlid fî menâkıbi Mevlânâ Hâlid, sh:20)

6) “el-Eşbâh” şârihi Allâme Ahmed el-Hamevî (Kuddise Sirruhû) Nefehâtu’l-kurbi ve’l-ittisâl” isimli eserinde şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz velîlerin rûhâniyetleri, cismâniyetlerine gâlip oldukları için değişik şekillerde gözükürler. Dolayısıyla hayatlarında da ölümlerinden sonra da, velîlerden tasarruf (rûhâniyetleriyle alâkalı tesirler ve iş görmeler) vukû bulur (meydana gelir).” (Şihâbüddîn el-Hamevî, Nefehâtu’l-kurbi ve’l-ittisâl, sh:81-83; Mevlânâ Hâlid Zıyâûddîn, Risâle fî hakkı’r-râbıta, Reşahât hâmişi, sh:224)

7) İmâm-ı Ma‘sûm (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin halîfesi Muhammed Murâd el-Kābilî el-Hanefî el-Münzevî (Kuddise Sirruhû) “er-Risâletü’n-Nakşibendiyye”sinde buyurmuştur ki:

“Bu sohbet (mânevî berâberlikten ibâret olan râbıta) uzaktan da yapılabilir. İstifâza (feyiz almak) da yaşlılar ve çocuklar müsâvîdir (eşittir. Hepsi de kendi kābiliyetleri nisbetinde feyiz alır). İfâza da (feyiz akıtmakta) da dirilerle ölüler eşit olarak iş görürler.

Sohbetin (velîlerle berâber olmanın) iki temel aslı vardır ki o ikisi kime verildiyse (bu mânevî yolda) ona her şey verilmiş olur, o iki şey de Nebî (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e tam mânâsıyla ittibâ ve kâmil bir şeyhe olan muhabbet (ve sevgi)dir, lâkin bu sevgi tekellüf (ve zorlama) ile (yapmacık yollarla) bulunacak bir şey değildir, aksine bu konuda yapılacak zorlamalar zındıklıktır. Zîrâ bir şeyhe olan sevgi, Allâh-u Te‘âlâ’nın dilediği kullara vereceği nîmetleri kabîlindendir.”

(Muhammed Murâd el-Buhârî el-Münzevî, es-Silsiletü’n-Nakşibendiyye, Süleymâniye Ktp., Uşşâkî Tekkesi, rakam:16-9, verak:2b; Muhammed el-Hânî, el-Behcetü’s-seniyye fî âdâbi’t-tarîkati’l-Hâlidiyyeti’n-Nakşibendiyye, sh:16-17; Mahmûd el-Âlûsî, el-Feyzu’l-vârid Şerhu mersiyyeti Mevlânâ Hâlid en-Nakşibendî, sh:255)

İşte bu noktada Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri gibi nûrunu görenin gayr-i ihtiyârî olarak kendisini düşünmekten geri kalamayacağı bir zâta râbıta yapanların sıddıklardan olacağı ama Fikri Doğan gibi meymenetsizlere zorla râbıta yaptırılan zavallıların zındıklığa sürükleneceği açıkça ortaya çıkmıştır. Zîrâ râbıtada zorlama olmaz, sahte şeyhlerin suratlarını görüp de gayr-i ihtiyârî râbıta yapacak ahmak da dünyâda bulunmaz!

Üstâdımız Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bir sohbetlerinde şöyle buyurmuştur: “Tarîkat herkesin ağzının kaşığı değildir. Kimi şeyh değilken araya sokuluyor. Efendimiz (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)in son zamanlarında yalancı peygamber çıktı. Efendimiz (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)e mektup yazdı: ‘Bu dünyânın yarısı benim yarısı senin.’ (İbnü Hişâm, es-Sîra, 2/600) diye.

Yalancı peygamber çıkar da yalancı şeyh çıkmaz mı?! Hakîkî şeyh olanlar birbirlerine fazla iddiâ etmezler, Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) ne yapıyorsa onlar da onu yaparlar. Âyet, hadîs, fıkıhla amel ederler.” (Mahmud Ustaosmanoğlu, Sohbetler, Cild:3, 16 Temmuz Perşembe 1992 târihli sohbet)

8) İsmâ‘îl Hakkî el-Bursevî (Rahimehullâh) birçok kitaplarında ve “Tuhfe-i vesmiyye” isimli eserinde bu konuyu şöyle açıklamıştır: “Sohbet (Allâh-u Te‘âlâ’nın dostlarıyla berâber olmak) iki kısımdır, sohbet-i cismâniyye, sohbet-i rûhâniyye; rûhânî sohbet, kâmil bir velînin rûhânî (mânevî) meclisine girip dilden dile (gönülden gönüle) onunla söyleşmektir.

Nitekim (aşk şehîdi) Hallâc-ı Mansûr (Kuddise Sirruhû)nun rûhu yüz elli sene sonra Şeyh (Ferîdüddîn-i) Attâr (Kuddise Sirruhû)nun rûhâniyetine tecellî etmiş (âşikâre görünmüş) ve Attâr (Kuddise Sirruhû) onun rûhâniyetinden nur almıştır.

Bu böyledir, zîrâ insanın sâhip olduğu her kemâl aslında rûha âit olduğundan sâhibi diri olsun, ölü olsun feyiz alan kişi her hâl-ü kârda rûhâniyetten müstefîd olur.” (İsmâ‘îl Hakkî el-Bursevî, Tuhfe-i vesmiyye, sh:40)

9) Yûsuf Şevkî et-Trabzônî “Hediyyetü’z-zâkirîn ve Huccetü’s-sâlikîn” isimli Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in çok îtibâr ettiği eserinde şöyle buyurmuştur:

“Bu râbıta (mânevî berâberlik) uzaktan da yapılabilir. İstifâza (feyiz almak) da yaşlılar ve çocuklar müsâvîdir (eşittir. Hepsi de kendi kābiliyetleri nisbetinde feyiz alır). İfâzada (feyiz akıtmakta) dirilerle ölüler arasında hiçbir fark yoktur.” (Yûsuf Şevkî et-Trabzônî, Hediyyetü’z-zâkirîn ve Huccetü’s-sâlikîn, sh:15)

10) Tarîkat-ı aliyyemizin son ismi olan Hâlidiyye’nin müessisi Hâlid-i Bağdâdî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bu hususta şöyle demiştir:

“Rûhun işi bedenin işine benzemez. Refîk-i A‘lâ’da (en yüce dost olan Mevlâ Te‘âlâ’nın huzûrunda) iken bedeniyle muttasıl olur (bitişip irtibat kurar). Hattâ kendi bulunduğu makāmından, kabrine selâm verenlerin selâmına cevap verir.” (Mevlânâ Hâlid, Risâle fî hakkı’r-râbıta, Reşahât hâmişi, sh:229)

11) Mahmûd Efendi Hazretleri’nin Vefât Etmiş Meşâyihın Tasarrufunun Devâmı Hakkındaki Beyânı

“Hiçbir Müslüman mürîd gider de Allâh’tan başkasını Allâh’a ortak eder mi?! Etmez. Meselâ bir mürîdin şeyhi ister sağ olsun, ister kabirde olsun ‘Şeyhim himmet et.’ derse, o himmeti şeyhden mi istiyor? Yok.

O mürîd biliyor ki; Allâh’tan başka hiçbir kimse iğne tepesi kadar nur veremez. Mürîd, himmet istemekle demiş oluyor ki: ‘Yâ Rabbi! Bu Senin dostundur, onun vâsıtasıyla bana himmet et.’

Şeyh efendi de der ki: ‘Yâ Rabbi! Bu mânevî evlâdımın işini gör.’

Mevlâ bunu dedirtmek istiyor. Hep yardımlar Mevlâ’dandır. Müridler, mürşidleri Allâh’ı bulmak için vâsıta ediyorlar. Kabirdeki meşâyih da aynıdır. Kabirdekilerle görüşenler var.” (Mahmûd Efendi Hazretleri, Sohbetler, 7/41)

12) Mahmûd Efendi Hazretleri’nin “Ben Vefâtımdan Sonra Daha Çok İş Göreceğim.” Şeklindeki Beyânı

a) Mahmûd Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû) bir sohbetinde şöyle buyurmuştur: “Bırakmam sizin yakanızı belki mezarımda da Allâh’ın izniyle uğraşırım sizinle!” (Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Duyulan Hikmetli Sözler, sh:50)

b) Muhammed Yelkenci Hoca Efendi Bu Husustaki Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:

“Şurada câminin ortasında ‘Mir’âtü’l-usûl’ okunuyor, bir defâsında Şâban Efendi Hocamız (Sellemehullâh) takrir ediyor, Efendi Hazretlerimiz buyurdu ki: ‘Şu (usûl-ü fıkha dâir yazılmış) ‘Mir’âtü’l-usûl’ü bu şekilde okumaya okutmaya devâm ederseniz sizi destekleyeceğim, ömrüm vefâ etmez de Edirnekapı’ya nakledilirsem Edirnekapı’dan destek vereceğim.’

Böyle yumruğunu kaldırarak: ‘Oradan destek vereceğim.’ buyurmuştur. Bunlar Efendi Hazretlerimiz’in kelâmlarıdır.

İyi anlamak lâzım! Rabbim (Celle Celalühû) hepimizin anlayışını tam eylesin.”

c) Efendi Hazretleri’ne Senelerce Yakın Hizmet Eden Ahmet Gülsev İsimli Bir Kardeşimiz Bu Husustaki Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:

“Câmiden geldik. Efendi Hazretlerimiz oturdu. Dedi ki: ‘Ahmed! Sana bir şey soracağım.’ Ben: ‘Buyur Efendi Hazretlerimiz.’ dedim.

Dedi ki: ‘Kılıcı kınından çıkartmadan iş görür mü?’

Ben: ‘Kılıç bu, Efendi Hazretlerimiz. Kınından çıkartmadan nasıl iş görecek?! Çıkarttığın zaman iş görür.’ dedim.

Efendi Hazretleri: ‘Bizim de rûhumuz bedende bu kılıcın kınında olduğu gibidir. Ne zaman ki kılıç kınından çıkarsa, o zaman iş göreceğiz.’ dedi.”

 

13) Alî Hayder Efendi Hazretleri’nin “Ben Öldükten Sonra Kabrimin Başını Bırakmayın, Sizi Oradan da Okutacağım.” Sözüne Binâen Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in İki Sene Kar Kış Demeden Her Gün Yürüyerek Edirnekapı Şehitliğine Gitmesi

a) Mahmûd Efendi Hazretleri’nin Bu Husustaki Beyânı

“‘Allâh’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler.’ Bu âyet Kur’ân’ın üç yerinde vardır. Bu âyetleri biz bulamazdık, hep Efendi Babam bulurdu. Sağlığında iken derdi ki: ‘Oğlum Mahmûd! Benden sonra etrâfımdan ayrılmayın. Ben sizi okutacağım.’

‘Nefahâtü’l-üns’de yazıyor: ‘Meşâyihtan birisi vefât etti, vefât ettikten sonra mürîdlerini okutuyordu.’ Siz âhireti ne zannediyorsunuz?! Her gün âhirettekiler ile görüşülüyor, konuşuluyor.’” (Mahmûd Efendi Hazretleri, Sohbetler, 5/4)

b) Kadir Temir Hoca Efendi Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:

Efendi Baba’nın vefâtından sonra Efendi Hazretleri beni de alır kabristana giderdik. Elinde tesbih olurdu, bize de: ‘Sağa-sola bakmayın.’ derdi. Gidene kadar bize Arapça kelimeler sorardı. O zaman araba olmadığı için yaya giderdik.

Efendi Baba’nın kabrine giderken İsmâîlağa’dan çıkar, caddeden sokağa girerdik. Efendi Hazretleri Nûreddîn (Cerrâhî) Tekkesi’nin orada Fâtiha okurdu, Efendi Hazretleri öğle namazından sonra orada Yâsîn okurdu.

Bir gün ona: ‘Efendi Hazretleri Yâsîn Sûresi’ni gelmeden okusak ulaşmıyor mu?! Neden her gün gidip geliyoruz?!’ diye sordum. Bana: ‘Molla Kadir! Efendi Babam bana söz verdi. ‘Benim etrâfımdan ayrılmayın. Ben sizi vefâtımdan sonra da okutacağım.’ buyurdu. Efendi Babam beni okutuyor.’ dedi.

Efendi Hazretleri iki sene her gün Efendi Baba’nın kabrine gittikten sonra haftada bir gitmeye bașladı.” (Hâtıralarla Mahmûd Efendi Hazretleri’nin Hayâtı, 1/59)

c) Ahmet Yeter Hoca Bu Husustaki Şâhitliğini Şöyle Anlatmaktadır:

“Biz Efendi Hazretleri’nin yolunu devâm ettiriyoruz ya. Mürşid-i kâmil o. Kendileri de anlatıyordu bunu ne çabuk unuttular. Bir şeyh öldükten sonra kılıç kınından çıktıktan sonra nasıl daha çok iş görüyorsa bir şeyh efendi öldükten sonra öyle daha çok iş görür. Efendi Hazretleri’nin ‘Risâle-i Kudsiyye’sinden. Onlar da bize anlatıyorlardı bunu. Ne oldu birden?! ‘Efendi Hazretleri’ne bağlı olan, râbıta yapan, nâkıs kalır, eksik kalır, bir şey olmaz, kesilir.’ (diyorlar.) Bunlar Efendi Hazretleri’ne yapılacak hakaretler mi arkadaşlar?!”

 

14) Âhirette Olan Velîlerin Tasarrufu Dirilerden Daha Çoktur

Bu hususta son söz olarak Osmanlı meşâyihının çokça naklettiği şu beyti okuyalım.

“İki âlemde tasarruf ehlidir rûh-i velî,
Dîme kim ‘Bu mürdedir bundan nice dermân ola.’

Rûh şemşîr-i Hüdâ’dır, ten ğılâf olmuş âna,
Dahî âlâ kâr eder bir tîğ kim üryân ola.”

“Velîlerin ruhları dünyâda da âhirette de iş
görmeye devâm ederler,
Sakın sen: ‘Bu ölmüştür, bundan nasıl kimseye
fayda olacak?!’ demeyesin.

Ruh Allâh-u Te‘âlâ’nın kılıcıdır ki bedenin
derisi ona kılıf olmuş durumdadır,
Bir kılıç kınından çıkarılmış vaziyette
elbetteki daha çok iş görür.”

(Muhammed Murâd en-Nakşibendî, Mâ hazar fî Şerhi Pendnâme, sh:159; Bursalı Mehmet Tâhir, Osmanlı Müellifleri, 1/12; Ziyâ Paşa, Harâbât, 2/55; Eyyüb Sabri Paşa, Mir’âtü’l-Haremeyn, -Mir’ât-ı Medîne bahsi-, 1/113)

– İKİNCİ FASIL –

– MAHMÛD EFENDİ HAZRETLERİ’NİN VEFÂTINDAN SONRA ŞEYHLİĞİNİN DEVÂM ETTİĞİNE DÂİR DELLİLLER –

Bu Kısım Cübbeli Ahmet Hoca’nın “Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler” İsimli Eserinden Alınmıştır

Birinci Delil: Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri Bu Asrın Müceddididir

Şu bilinsin ki; hicrî takvîme göre her yüzyılın başında Allâh-u Te‘âlâ bu ümmete, sünnetleri ihyâ edip bidatleri öldürerek Dîn-i Mübîn-i İslâm’ı asr-ı saâdetteki mükemmel hâline döndürecek bir müceddid göndermektedir. Nitekim Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz:

عَنْ أَب۪ي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «إِنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ لِهٰذِهِ الْأُمَّةِ عَلٰى رَأْسِ كُلِّ مِائَةِ سَنَةٍ مَنْ يُجَدِّدُ لَهَا د۪ينَهَا.»

“Şüphesiz Allâh (hicrî takvime göre) her yüz senenin başında bu ümmet için dînini yeniley(ip, onu asr-ı saâdetteki aslî hâline döndür)ecek birini (müceddid olarak) gönderecektir.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, es-Sünen, rakam:4293, 4/178; el-Hâkim, el-Müstedrek, rakam:8592, 4/567; el-Beyhakî, Ma‘rifetü’s-sünen, rakam:422, 1/208; et-Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Evsad, rakam:6527, 3/323; Şîreveyh ed-Deylemî, el-Firdevs bi-me’sûri’l-hıtâb, rakam:532, 1/148)

Günümüzde her tarîkat mensûbu doğal olarak kendi şeyhini “Kutub” veyâ “Ğavs” gibi tâbirlerle methetmekte ise de Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in dışında hiçbir velî hakkında “Müceddid” tâbîri kullanıldığını işitmedik.

Ayrıca müceddidlik makāmında şart olan “Şerîat ilimlerini ihyâ, sünnet-i seniyyeyi diriltmek ve dîne sonradan katılan bidatleri yok etmek.” gibi sıfatlar ancak Şeyhimiz Hazretleri’nde zuhûr etmiştir.

Zâten müridlerinin bir şeyh efendi hakkında verdikleri hüküm onları bağlar. Üstâdımız Hazretleri’nin müceddid olduğunu ise kendisinin mürîdi olmadıkları hâlde 42 ülkeden gelen ve tamâmı Ehl-i Sünnet olan 350 âlim adına Lübnân Akkâr müftüsü Üsâme Rifâî Hazretleri altı bin kişinin iştirâkiyle yapılan “Tekrîm haflesi (ödül merâsimi)”nde dünyâya îlân etmiş ve bütün ulemâ bunu kabûl etmiştir. (Ahmet Mahmut Ünlü, Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler, 1/576-577)

İkinci Delil: Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri Müceddidlerden Olduğu İçin Bu Yüzyılda Bütün Velîlere Feyizler Ondan Gelmektedir

İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin beyânı vechile; bu yüzyılda tüm feyizler herkese bu asrın müceddidinden gelmektedir ki onun bu husustaki beyânı şu şekildedir:

“Yüz yılın müceddidleri bin yılın müceddidi gibi olamaz. Yüz ile bin arasında ne kadar fark varsa yüz yılın müceddidi ile bin yılın müceddidi arasında da (umûmî mânâda fazîletler bakımından) o kadar fark hattâ daha ziyâde fark mevcuttur.

Müceddid o kişidir ki; onun yüz senelik müddeti zarfında Allâh-u Te‘âlâ’dan bütün ümmete ulaşan tüm feyizler kendisi vâsıtasıyla ulaşır. O zaman zarfında bulunan velîler (makam îtibârı ile) kutublar, evtâd (her biri dünyanın dört farklı cihetinde tasarruf sâhibi olan dört velî), büdelâ (kırklar diye bilinen ebdâl) ve nücebâ (üçler, yediler, üç yüzler, beş yüzler ve yedi yüzler gibi isimlerle anılan seçkin velîler) dahî olsalar hepsi sâdece ondan feyiz alırlar.” (el-İmâmü’r-Rabbânî, el-Mektûbâtu’r-Rabbâniyye, cild:2, mektûb rakamı:4)

İşte Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz asrımızın müceddidi olduğu için İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin beyânı vechile; bu asırda (yüz yılda) bütün velî zatlara feyizler ondan gelmektedir.

Dolayısıyla 1445 (bin dört yüz kırk beş) yılında bulunduğumuza göre, henüz 1500 (bin beş yüz) yılına ulaşmaya 55 sene varken feyizlerin menba‘ı olan bu zâtın râbıtasından dönenler mânevî yolda büyük bir dalâlet içindedirler.

Artık Üstâdımız Hazretleri’nin vefâtını bahâne ederek râbıtayı başkalarına döndürmek isteyenler ya onun müceddidliğini inkâr etmektedirler ya da İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirru-
hû)nun kelâmını reddetmektedirler ki bu ikisinden birinin dahî bir mürîd için mânevî yolda ne büyük tehlike olduğu îzâha muhtaç değildir! Rabbim onları da ıslâh eylesin. (Ahmet Mahmut Ünlü, Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler, 1/577-578)

Üçüncü Delil: Râbıtanın Kendisine Devâm Edeceği Hakkında Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in Açık Beyânı Vardır

Şu bilinsin ki; bu konuda Şeyhimiz (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin bize söylediği açık bir nas mevcuttur ki onun hiçbir vekîli bunu bozmaya muktedir olamaz ve kendisine râbıta yaptıramaz. Bu hususta beyânı olsa bile bizi bağlamaz.

Zîrâ bizim için esas olan kendisine intisâb ettiğimiz yegâne şeyhimiz Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin beyânıdır.

Nitekim bu fakir kardeşiniz Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’e: “Efendi Hazretleri! Bu zamanda sizin gibi nefsini tamâmen tezkiye etmiş (kötü huylarından arınmış) birini görmüyorum, kitaplarda ise: ‘Bir an bile nefsiyle meşgul olan kişiye râbıta yapan kimse helâk olur.’ buyruluyor.

Onun için sizden sonra râbıta size devâm etse nasıl olur?” dediğimde huzûr üzere bir zaman durduktan sonra:

“Sen bu işi güzel düşündün!” diye cevap buyurmuş, sonra: “Sizden sonra bunu ihvâna duyuracağım.” dediğimde ise: “Doğru yaparsın!” buyurarak bu husûsu beyân etmiştir.

Fenâfillâh makāmında olmayan bir kimseye râbıta yapan kişinin tehlikesi hakkında Hâlid-i Bağdâdî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri şöyle buyurmuştur:

«وَصَرَّحَ مُحَقِّقُو طَر۪يقَتِنَا؛ بِأَنَّ رَابِطَةَ مَنْ لَمْ يَفْنَ عَنْ وُجُودِهِ
لَا يُورِثُ الْفَنَاءَ لِلسَّالِكِ، بَلْ قَدْ تُورِطُهُ الْمَهَالِكَ.»

“Bizim tarîkatımızın muhakkikleri (meseleleri delilleriyle inceleyen büyükleri) şu husûsu sarâhaten ifâde etmişlerdir ki; varlığından tamâmen fânî olmamış bir kimseye râbıta yapmak sâlike (ve mürîde) fenâ(fillâh makāmını) kazandırmaz, bilakis gerçekten onu helâk çukurlarına düşürür.”

(Muhammed Es‘ad Sâhibzâde, Buğyetü’l-vâcid fî Mektûbâti Hazreti Mevlânâ Hâlid, sh:175; Muhammed el-Hânî, el-Behcetü’s-seniyye, sh:68)

Bu fakirin “Râbıta işi tehlikeli bir meseledir, hak etmeyen bir kişiye yapılırsa insan cinlenir, büyülenir.” şeklindeki beyanları işte bu delîle dayanmaktadır. (Ahmet Mahmut Ünlü, Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler, 1/578-579)

Efendi Hazretlerimiz bir sohbetinde “Râbıta bozulmadıkça sizi bozamazlar.” ve “Râbıta yapınca cinler yok olur.” buyurarak şu anda onun vasiyetini bozanların, ihvânı bozacağına ve cinlendireceğine şöyle temâs etmiştir:

“Râbıtanızı bozmadıkça sizi yenemezler. Râbıtanızı bozunca sizi bozarlar. Râbıta kaledir. Râbıta namazda yok ama kendiliğinden gelirse reddedilmez.

(Bir gün) Mekke’deyiz, bizim (Hacı) Bilal de orada(ydı). (O:) ‘Bana şöyle bir zuhûrât oldu.’ dedi (ve) ‘Bir adam(ın) elinde çuval, (içinde) bir sürü cin var. ‘Bunları ne yapacaksın?’ dedim. ‘İnsanlara musallat edeceğim.’ dedi.

‘Bir şey yapamazsın.’ dedim. Birden benim içim karıncalanmaya başladı, cin içime girdi. (Hemen) bir râbıta ettim, hepsi yok oldu.’ (diye anlattı.)

Râbıta edince cinler yok olur. Onun için insanın kuvvetli çalışması lâzım.” (Mahmud Ustaosmanoğlu, Sohbetler, Cild:3, 14 Mayıs Pazartesi 1992 târihli sohbet)

Dördüncü Delil: Mahmûd Efendi Hazretleri’ne Râbıta İznini Alî Hayder Efendi Baba Kendi Sağlığında Vermişti

Şu bilinsin ki; bâzılarının dediği gibi: “Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri döneminde Mahmûd Efendi Hazretleri’ne râbıta yapılmıyordu.

Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin vefâtından sonra bir iki sene daha râbıta Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne devâm etti, sonra ihvânın kalpleri kendiliğinden Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne yöneldi.” şeklindeki beyanlar gerçeği yansıtmamaktadır.

Zîrâ sika bir râvî kabûl ettiğimiz ve rivâyetlerine güvendiğimiz Hüseyin Avni Hoca Efendi, Mahmûd Efendi Hazretleri’nin kendisine şöyle anlattığını bizzât bana nakletmiştir:

“Bir kere Efendi Babam Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) beni çağırdı ve: ‘Mahmûd evlâdım! Ben artık çok yaşlandım, yeni ders alanlarla ilgilenemiyorum, sen onlara tarîkat derslerini tâlim et (öğretip anlat), ister bana râbıta yapsınlar, ister sana râbıta yapsınlar farketmez.’ buyurdu.”

İşte bu delilden yola çıkarak şunu kesinlikle diyebiliriz ki; Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin sağlığında da Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne râbıta yapılma izni verilmişti ki bu da kâmil mürşidi tarafından Mahmûd Efendi Hazretleri’nin (seyr-i sülûkte ve mânevî yolda) kemâle erdiğine ve “Fenâ-i etemm” ile “Begā-i ekmel” makamlarına ulaştığına dâir şâhitlik mânâsı taşımaktadır.

Ayrıca Kutbu’l-aktâb ve Ğavsü’l-evtâd Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin: “Mahmûdum’un elinden tutan benim elimden tutmuştur.” şeklindeki beyânı, yine böylece: “Bende ne varsa Mahmûdum’a verdim.” sözü Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri nezdinde Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in ne kadar değerli olduğunu ifâde husûsunda kâfî bir delîl teşkîl etmektedir. (Ahmet Mahmut Ünlü, Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler, 1/580-581)

Beşinci Delîl: Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’e Yapılan Râbıtanın Hazret-i Mehdî (Aleyhirrıdvân)a Kadar Devâm Edeceği

Bu fakir kardeşinizin: “Hazret-i Mehdî (Aleyhirrıdvân)a kadar tarîkat-i aliyyenin bizim silsilemizde olan râbıta Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne devâm edecektir.” şeklindeki beyânımı anlayamayanlar olmuştur. Hâlbuki bunda anlaşılmayacak bir şey yoktur. Zîrâ Şeyh Efendi (Kuddise Sirruhû) bu husûsu da evvelce beyân etmiştir.

Nitekim kendisi Hasan Çelik ağabeyimiz ve merhûm Zekeriya Özen gibi birçok ihvâna: “Benim nisbetim Hazret-i Mehdî (Aleyhirrıdvân) Efendimiz’e ulaşacak.” şeklinde beyanda bulunmuştur ki böylece ona râbıta yapanların Hazret-i Mehdî’ye kadar kesilmeyeceği ve onun nisbetinin râbıta vâsıtasıyla Hazret-i Mehdî Muhammed ibnü Abdillâh (Aleyhi Selâmullâh) Efendimiz’e kadar ulaşacağı anlaşılmış olmaktadır.

Şehîd Hızır Efendi Hocamız (Rahimehullâh) Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’in nisbetinin Hazret-i Mehdî’ye ulaşacağını defâatle beyân etmiş, birçok insan bu sözü ondan nakletmiş, hattâ kendisi hakkında yazılan bâzı kitaplarda dahî bu ifâdesi zikredilmiştir.

Ayrıca Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri birçok ihvânın bulunduğu meclislerde “Ben Edirnekapı’da yatarken de sizi râbıtamla yöneteceğim.” buyurmuştur ki bu sözü de bu îzâhımızın doğruluğunun açık delillerindendir.

Yine böylece Hüsâmeddin Vanlıoğlu Hoca Efendi’nin nakli vechile; kendisinin “Bu ‘Usûl’ (Mollâ Husrev (Rahimehullâh)a âit ‘Mir’âtü’l-usûl’ kitabı) burada (İsmâîlağa Câmii’nde) okunduğu müddetçe arkanızdayım, Edirnekapı’dan bile olsa.” şeklindeki sözü birçok hoca efendi tarafından işitilmiş ve nakledilmiştir ki bu da Efendi Hazretlerimiz’in tasarrufunun vefâtından sonra devâm edeceğinin kendisi tarafından îlân edildiğinin senedi mesâbesindedir. (Ahmet Mahmut Ünlü, Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler, 1/582-583)

Altıncı Delîl: “Vefât Etmiş Bir Şeyhe Râbıta Yapan Kimse Nâkıs Kalır.” Hükmü Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri Gibi Müceddidler Hakkında Geçerli Değildir

Bâzı tasavvuf kitaplarında özellikle “Risâle-i Kudsiyye”de “Vefât eden birine râbıta yapmak câizdir ama ona râbıta yapan nâkıs kalır.” (Mustafâ ‘Ismet Ğarîbullâh, Risâle-i Kudsiyye, beyt rakamı:402, sh:92) şeklinde geçen ifâdeler müceddid olmayan zatlar hakkındadır.

Mustafâ İsmet Ğarîbullâh Büyük Şeyh Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bu beyanda bulunduğu hâlde kendisinin de vefât eden şeyhi Abdullâh el-Mekkî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne râbıtaya devâm ettiğini:

“Çün Abdullâh benim şeyhim nişânı,
Cihanda ğavs-ı âzam oldu şânı.

Ben ondan gayrı bilmem bu cihânı,
Fedâ ettim bu vârı cism-ü cânı…”

“Anâdır rabt-ı kalbim vird-i hâlî,
Beni benden alıp buldum meâlî.”

(Mustafâ ‘Ismet Ğarîbullâh, Risâle-i Kudsiyye, beyt rakamı:408-409, sh:93) şeklinde inşâd ettiği beyitlerinden anlıyoruz ki bu risâleyi yazdığında Abdullâh el-Mekkî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin çoktan vefât etmiş olduğu bilinmektedir.

Demek ki; İmâm-ı Rabbânî, Hâlid-i Bağdâdî ve Mahmûd Efendi Hazretlerimiz (Kaddesellâhü Esrârahüm) gibi müceddid olanlar hakkında bu kāide geçerli değildir.

Zâten İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin geride zikredilen beyânından bu husus açıkça anlaşılmaktadır. (Ahmet Mahmut Ünlü, Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler, 1/583-584)

Nitekim geride İmâm-ı Rabbânî Hazretlerimiz’in “Müceddid olan zât öyle makamdadır ki onun tecdîd döneminde ku-
tup makāmında olan velîlere bile feyiz ondan gelmektedir.” şeklindeki beyânı bunu ispât etmektedir. (Sözün tafsîlâtı ve kaynağı için bakınız sh:78)

Yedinci Delîl: Nakşibendî Tarîkatı Üveysîdir, Onun İçin Vefât Etmiş Meşâyihtan da Diriler Gibi Feyiz Gelir

Hâlid-i Bağdâdî (Kuddise Sirruhû)nun en büyük hulefâsından Muhammed el-Hânî (Kuddise Sirruhû)nun beyânı vechile; bâzıları: “Bir şeyh efendi âhirete irtihâl ettikten sonra onun dünyâya yönelişi kalmaz, onun için diri olan kimselere râbıta yapmak lâzım.” diyorlar ki bunların hatâsı kendilerini kâmil zanneden nâkısların hatâsından daha şiddetlidir.

Zîrâ bu sözü söyleyenler evliyâullâhın vefatlarından sonra tasarrufta bulunabileceklerini inkâr etme vartasına düşmüş olurlar ki bu hâle düşmekten Allâh-u Te‘âlâ’ya sığınırız. Hâlbuki ehl-i tarîk arasında ittifakla sâbit olan kāideye göre; evliyâullâhın tasarrufu ölümlerinden sonra devâm etmektedir.

Nitekim Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) Hazretleri, Hâcegân tarîkatının müessisi olan Şeyh Abdülḣâlik el-Ğucdüvânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin rûhâniyetinden terbiye görmüştür ki silsilede ikisinin arasında beş vâsıta vardır. (Bundan dolayı Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne “Üveysî” denilmiştir.)

Yine böylece Ebu’l-Hasen el-Harkānî (Kuddise Sirruhû), Ebû Yezîd el-Bistâmî (Kuddise Sirruhû)ya yetişmemiş, hattâ vefâtından sonra doğmuş iken onun rûhâniyetinden yetişmiştir. (Muhammed el-Hânî, el-Behcetü’s-seniyye, sh:68-69)

Büyük Şeyh Efendi Mustafâ ‘Ismet Ğarîbullâh (Kuddise Sirruhû) Hazretleri de ilhâm-ı Hak olan eseri “Risâle-i Kudsiyye”de bu hakîkate işâret etmek üzere şöyle buyurmuştur:

“Üveysîdir tarîk-i Nakşibendî,
Beyân etmiş idim bir bir efendi.

Gelir feyz, zinde ve mürdeden anla pendi,
Kamûdan ahzolur, yok sedd-ü bendi.

Hemân tâlib olup Hakk’a gidelim,
Cemâl-i bâ kemâle seyredelim.”

(Mustafâ ‘Ismet Ğarîbullâh, Risâle-i Kudsiyye, beyt rakamı:392, sh:89-90)

Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bu beyitleri: “Nakşibendî tarîkatı, Üveys el-Karanî (Veysel Karanî) (Radıyallâhu Anh) Hazretleri’nin hâline benzer.

Nasıl ki o, Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’i görmeden, rûhâniyetinden terbiye edildi (yetiştirildi) ise, bu yolda da şeyhler, mürîdlerini uzaktan rûhâniyetleriyle terbiye ederler (mânen yetiştirirler).

Ben bunları bir bir açıklamıştım. Bu yolda feyiz, ölüden de diriden de gelir. Nasîhat anla! Rûhânî feyizlere sed ve bend (engel) yoktur, hepsinden feyiz alınır.

Hemen Allâh-u Te‘âlâ’nın feyzini arayarak hakîkî Mevlâmız’ın rızâsına kavuşalım ve kemâl sâhibi olan Mevlâ Te‘âlâ’nın cemâlini görelim.” şeklinde tefsîr etmiştir.

Dolayısıyla: “Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne râbıta yapan nâkıs kalır.” şeklindeki beyanlar ihvânı yanıltmak üzere uydurulmuş hezeyanlardan ibârettir ki Allâh-u Te‘âlâ kasıtlı bir şekilde bu görüşü yayanların şerrinden ihvân-ı kirâmı muhâfaza eylesin. Âmîn! (Ahmet Mahmut Ünlü, Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler, 1/584-585)

İsmailağacıların “Risâle-i Kudsiyye”den Delil Getirdikleri “Ölmüş Şeyhe Râbıta Yapan Nâkıs Kalır.” İddiâsına İlmî Reddiye

Bu konuda Cübbeli Hocamız’ın konuşmasına kulak verelim:

Efendi Hazretlerimiz’in yolu yürüyor sünneti yürüyor, usûlü devâm ediyor ancak şimdi burada herkesin kafasına bir karpuz kabuğu soktular. Adam şimdi diyor ki, efendim buraya dikkat! Bu zamâna kadar bu lafı pek vakit bulup konuşamadım. “Peki İsmet Garîbullâh Hazretleri “Risâle-i Kudsiyye”de diyor ki, başka (bir) yerinde ‘Mürşidin vefât etse, sen ona râbıtaya devâm edebilirsin.’ diyor.”

Buraya dikkat! Bir kelime ile çözeceğiz Allâh’ın izniyle, Efendi Hazretleri’nin himmeti ile. Diyorlar ki: “Sen şimdi burada ‘Üveysîdir tarîk-i Nakşibendî.’ (demiştin.)”

Bu (iş) şu anda iş üveysîliğe döndü. Yâni ders alan kişi Efendi Hazretleri’ni hiç görmese de rûhâniyetinden, râbıtasıyla feyiz alıyor mu? Alıyor. Eğer nâkıs kalacak olsaydın, tarîkatta, seyr-i sülûkte eksik kalacak olsaydın şu kulaklarımla vallâhi billâhi duydum. Buradan sağ çıkmayayım (eğer duymadıysam)! Efendi Hazretleri bize dedi ki: “Râbıta bana devâm edecek.”

Şimdi râbıta bana devâm edeceğini ben kulağımla duydum mu?! Son beyânı bu mu?! Bu. Ondan evvel 2007 yâ. 2007’den sesi var. Görüntüsü var, daha ne diyecek yâ?! Zâten “Yerime adam bırakmadım.” diyene “Râbıta yapılır.” der mi?!

Vekillerin başı Hasan Efendi Hocamız’dı. Yaşasaydı ondan sonra Mustafa Efendi Hocamız olacaktı. Çünkü öyle vasiyet etti (Efendi Hazretlerimiz). Ondan sonra sorduk “Cemâat seçer.” dedi. Cemâat de İbrâhîm Efendi Hocamız’ı vekillerin emîri olarak seçti kardeşim. Bütün cemâat burada. Dünyâyı geziyorum, her yer doluyor taşıyor. “Cemâat seçer.” (buyurdular.)

“Cemâat seçer.” derken sokakta seçim sandığı kurup da pazarcılara, peynircilere, çorbacılara soracak hâlimiz yok “İbrâhîm Efendi Hocamız’ı mı seçelim?” diye. Bütün ulemâ, evliyâ ittifâk etti. İbrâhîm Efendi Hocamız vekillerin emîridir, bitti! Çünkü neden? Kıdem var, ilim var, fazîlet var, takvâ var. Mahmud Efendi Hazretlerimiz’in methiyeleri var, zuhûratlar var. Yâ onlara gelene kadar bin tâne hakîkat var yâ. Mevzû bu. Şimdi ne dediler millete? “Ama ‘Risâle-i Kudsiyye’de diyor ki: ‘Mürşidin vefât etse ona râbıtaya devâm edebilirsin, velâkin nâkıs kalırsın.’”

Buradan tutturmaya çalışıyor. Buradan size ekmek çıkmaz. Şimdi adam da diyor ki: “Ben Mahmûd Efendi Hazretleri’ne râbıta yaparsam eksik kalırım. Onun için ben felancaya, fişmancaya râbıta yaparak kâmil olacağım(!)”

Peki Hasan Efendi gibi mübârek bir insan, Alî Hayder Efendi Babamız’dan kalma bir insan, Efendi Hazretlerimiz’in benden sonra vekillerin başıdır buyurduğu insan, kendisine râbıtayı kabûl etti mi?! Yirmi ay direndi, elini salladı, kolunu salladı. “Yok, yok, yok!” (dedi.) Gittiler yanına. “Senden sonra şu mu olacak, bu mu olacak?” (dediler.) “Yâhu şeyhlikten konuşmayın. Şeyh yok, şeyhlik yok.” dedi. Hanım hocalar da şâhit. Erkek hocalar da şâhit. Çünkü neden? O mübârek, sâdık idi, vefâlı idi, mürîd idi. Mürîd!

Şimdi İbrâhîm Efendi Hocamız’ın vekillerin emîri olması gibi çok büyük sıfatları var. Hâfızlığı, âlimliği, sıfatları çok. Allâh feyzine bereketine bizi nâil eylesin. Ama İbrâhîm Efendi Hocamız’ın en büyük sıfatı ne biliyor musun? Benim nazarımda onun en büyük sıfatı ne biliyor musun? Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’in sâdık vefâlı bir mürîdi olmasıdır. Mesele sadâkattir. Hasbi Efendi Hocamız (Rahmetullâhi Aleyh) öyle derdi. “Ben iki tâne şeyh, bir tâne mürîd gördüm.”

Biz de anlamazdık. “İki şeyh; biri Alî Hayder Efendi Hazretleri, biri de Mahmûd Efendi Hazretleri.” de(r)di. “Bir tâne mürîd gördüm, o da Mahmûd Efendi Hazretleri’nin Alî Hayder Efendi Hazretleri’ne bağlılığını gördüm.” derdi.

Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz’e en üstün sıfatını sorsalar ne derdi? “Alî Hayder Efendi Hazretlerimiz’e mürîd olmam.” derdi.

Bir insan mürîd olmayı beceremeden şeyh mi olacak? Hâşâ yâ. Onun için diyorlar ki “Nâkıs kalırsın.”

İşte o İsmet Garîbullâh (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin sözü müdür? “Risâle-i Kudsiyye”de sözüdür.

Tarîkatta, tasavvufta böyle bir kāide var mı? Var. Diri mürşid bulup, onu bıraktıysa bıraktığına tâbi olmak eftaldir. Var mı böyle bir kāide? Var. Ama bu ne zaman geçerli? Eğer silsiledeki mürşid-i kâmil, kendi yerine şeyh olarak bir mürşid bıraktıysa, sen de ona uymayıp eski şeyhine devâm edersen câizdir, yanlış bir şey yok ama nâkıs kalırsın.

Peki bizim konumuzda böyle bir durum var mı?! Mahmûd Efendi Hazretleri mürşid-i kâmil miydi?! Kabûl ediyor musunuz?! Şeyh miydi?! Kabûl ediyor musunuz?! Silsile-i Nakşibendiyye’nin 36. halkası mıydı?! Peki.

Yetki kimdeydi? Mürşidde değil mi?! Cenâze yıkayıcısına teslim olduğu gibi teslim olunacaktı. Ne dedi şimdi İsmet Baba? “Bende ol Hakk’a gidelim.” dedi. Bende yâni. “Kul köle ol, teslim ol.” dedi. “Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’ne teslim ol.” dedi. Bize ne demiş oluyor? “Şeyhinize teslim olun.” (demiş oluyor.)

Ee biz de Mahmûd Efendi Hazretleri’ne teslim olduk mu? Olduk. Peki “Siz yerinize birini bıraktınız mı?” diye sorduk mu? Sorduk. Rasûl Hocamız (Rahmetullâhi Aleyh) sordu.

Sekiz tâne şâhit var. Sekizi de şu anda hayatta. Sekizinin de sesli beyânı var bende. Hepinize dinlettim. Sekiz tâne şâhit var. Peki bu adamı kimin seçtiğine kaç şâhit var?! Pantolonlu, ceketli, sarıksız, tarîkatsız, dersi bile olmayan adamlar “Şâhit olduk buna.” diyor.

Hasan Efendi böyle bir şey demedi. Hiçbir beyânı yok, hiçbir şâhit yok. Hasan Efendi’nin ölüm haberi için arayana Seyfettin ne dedi? “Ona bir Fikri Hoca’nın adını söyletemedik.” dedi.

Oradaki şûrâdan kimseyi almadılar. Oradaki heyetten de kimseyi almadılar. Böyle bir gizli kapalı (iş ile) siz ne yapıyorsunuz yâ?! Bu işler gizli kapalı olur mu yâ?!

(Biz) Efendi Hazretleri’ne açıkça sorduk “Yerinize birini bıraktınız mı?” (diye), “Yok, yok.” buyurdu. Sesi, beyânı var. Bunun detayı çok. Önce de konuştu, sonra da konuştu. O zaman kayıtlar böyle düzgün değildi. O kadar alındı. Yoksa ondan evvel de konuştuk orada. Rahat rahat söyledi, hepsini beyân etti.

Şimdi Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri: “Benden sonra bizim tarîkatta silsilede şeyh ve halîfe yok.” deyince “Ne olacak Efendi Hazretleri?” diye de sorduk. “Vekillerimle bu yol yürüyecek.” buyurdu.

O zaman “Hasan Efendi ve Mustafa Efendi’den sonra ne yapacağız?” (diye) sorduk. “Cemâat olarak seçeceksiniz.” dedi.

Şu anda biz buna aynen uyduk mu, uymadık mı? Uyduk. Var mı bir yamukluk?! Mahmûd Efendi Hazretleri’nin vasiyetini iptal var mı burada? Yok.

Kendileri de Hasan Efendi’nin beyânını üç kere siteye koydular mı? Koydular. “Hiçbir değişen şey yok. Efendi Hazretleri’ne devâm edecek. Aynen eskisi gibi.” sözlerini yazdılar mı oraya? Yazdılar.

Bunu siz o sitelerde okudunuz mu? Okudunuz. Peki sonra vahiy mi geldi?! Hasan Efendi’nin ölmesini beklediniz. Defnetmeden evvel vahiy mi geldi?! Nereden döndü bu iş?!

İşte top direkten döndü. Bu arada projeler devreye girdi ve Efendi Hazretleri’nin yetiştirdiği şu anda dünyâdaki en büyük vekîli İbrâhîm Efendi Hocamız gibi Alî Hayder Efendi Baba’dan kalma, en büyük vekîline bir şey bile sormadan (böyle işler yapılır mı?!) Yâ bu râbıta Efendi Hazretleri’nden alınır mı?! Bir şey sormadan!

“Aman (hâ) sormayalım.” dediler. “Aslâ (sormayalım).” (dediler.) Hemen işi bitirdiler. Ee bitirdiniz (de ne oldu?!) Kendinizi bitirdiniz. İşi bitirmediniz. Tarîkatı da bitirmediniz. Tarîkat devâm ediyor. Kendinizi bitirdiniz.

Şimdi kardeş buradaki meselemiz nedir? Eğer Mahmûd Efendi Hazretleri yerine mürşid-i kâmil olarak halîfe şeyh bıraksaydı râbıtayı ona yapmak îcâb ederdi. Farz değildi, vâcip değildi. Tarîkatın kāidelerindendir.

Ben yine Mahmûd Efendi Hazretleri’ne devâm eder miydim? Ben ederdim. Hangi hakkımı kullanırdım? İstersen vefât etmiş şeyhine devâm edebilirsin. Hakkım vardı. O hakkımı kullanırdım. Ben aslâ başkasına râbıta yapmazdım. Ama yapana da ne diyemezdim? “Buna râbıta olmaz.” diyemezdim. Çünkü neden? Efendi Hazretleri: “Ben bunu bıraktım.” deseydi.

Şimdi “Nâkıs kalırsın.” kāidesi ne zaman geçerli? Şeyh Efendi kendi yerine silsileye yazılmak üzere “Mürşid-i kâmil ve halîfe bıraktım.” dediyse bu kāide o zaman (geçerliydi).

Mustafâ İsmet (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ni yanlış anlarsan, doğru anlamazsan, millete yanlış anlatırsan bunda benim ne kabahatim var? Tarîkatı bozan ben değilim, sizsiniz. Çünkü neden? Soruyoruz “Yerime bırakmadım.” diyor.

Yerine bırakmayınca “Nâkıs kalırsın.” diye bir şey kalıyor mu artık?! Yerine bıraksaydı ona râbıta yapmak efdal olurdu ama şimdi ne oldu?

Yerine bırakmadığı için, bizim tarîkattan bahsediyorum, öbür silsilelerden bahsetmiyorum, bizim tarîkatta şu anda Mahmûd Efendi Hazretleri’nden başkasına râbıta yapmak nedir biliyor musun? Efendi Hazretleri’nin “Sohbetler” kitabındaki kendi beyânından söylüyorum. “Semm-i kātildir, öldürücü zehirdir.” diyor. “Noksan bir şeyhe, şeyh bile olsa, eğer şeyh kâmil ve mükemmil ve mükemmel değilse.” diyor.

Bak bak kâmil yetmez, mükemmil yetmez, mükemmel olacak. “Bu üç sıfatı hâiz olmayana râbıta yaparsan öldürücü zehirdir, helâk olursunuz.” diyor. (Risâle-i Kudsiyye, 2/514)

Efendi Hazretleri’nin kendi kitabı bu. “Ben mürşid bırakmadım, yerime şeyh halîfe bırakmadım.” buyuran bir zâtın peşinden sen bir şey uydurursan, o uydurduğuna da “Râbıta yapacaksın.” dersen, ben de ne demek zorunda kalırım?

“Öldürücü zehir, avu yutturuyorsunuz millete, yanlış yapıyorsunuz. Allâh sizi ıslâh eylesin, Allâh sizi hidâyet eylesin, Allâh yola dönmenizi nasîb eylesin.” derim.

Benim burada yanlış bir şey söylediğim yok. Ve “Üveysîdir” beytinin burada çıkması, yâni ne demek? Efendi’yi görmeyenler var şimdi. Yeni ders alanlar var.

Efendi Hazretleri’ni hiç görmeseniz de tarîkatınız tamam oluyor mu? Oluyor. Dersinizi güzel yaparsanız, haramlardan sakınırsanız, takvâya riâyet ederseniz, yolu muhâfaza ederseniz Allâh’a ulaşır mısınız? Ulaşırsınız.

Ha Efendi Hazretleri’ni gördünüz, ha görmediniz. Bir şey fark etmez. Çünkü “Bu işler rûhânîdir, tarîkat üveysîdir.” diyor.

Sana daha ne diyecek? Rasûlüllâh (Sallellâhu Aleyhi ve Sellem)i görmedik. Şimdi biz cennete gidemeyecek miyiz? Ee gideceğiz işte, inşâallâh gideceğiz. Dolayısıyla göreni gördük. Tâ Alî Hayder Efendi Babamız’ı göreni gördük.

Hadîs-i şerîfte “Beni görene müjdeler olsun, göreni görene müjdeler olsun, göreni görene görene müjdeler olsun.” buyruluyor. (el-Hâkim, el-Müstedrek, rakam:7170, 7/686)

Ha Alî Hayder Efendi Babamız’ı gördük, Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’i gördük. Görenleri gördük. Sevenleri seviyoruz. Yol devâm ediyor. Velâkin kendi kafana asla ve kat‘â râbıtalı bir şeyh uyduramazsın. Bu adam “Allâh dostudur.” diyebilirsin. “Ben velî olduğuna inanıyorum.” diyebilirsin. Hürmet edebilirsin. Duâsını talep edebilirsin. Ama râbıta yapılmak meselesi (başka bir meseledir)! “Bir an nefsiyle kalsa ona râbıta yapan helâk olur.” diyor. (‘Abdülhamîd el-Fuhûlî, Âdâbü’z-zâkirîn ve Necâtü’s-sâlikîn, sh:8)

Kendisi Abdullâh-ı Mekkî Hazretleri’nin hulefâsından olup Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin Üsküdar’da medfûn bulunan halîfesi Abdülfettâh el-Akrî Hazretleri’nin teşvîkiyle eserini kaleme aldığını söyleyen Abdülhamîd el-Fuhûlî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri şu beyanda bulunmuştur: “Meşâyihtan olsa bile fenâfillâh makāmına vâsıl olmayan bir zâta râbıta etmekte hatar-ı azîm (büyük tehlike) mevcut olup mezâlik-i ekdâmı mûciptir (mürîdin ayağının kaymasını gerektirir). Hazret-i Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri bu husûsu men‘-i belîğ ile engelleme yapmıştır.” (‘Abdülhamîd el-Fuhûlî, Âdâbü’z-zâkirîn ve Necâtü’s-sâlikîn, sh:8)

Şimdi biz Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e onu dedik yâni. “Efendi Hazretlerimiz biz sizin kadar nefsinden soyutlanmış bir şeyh görmedik.” (dedik.) Tabî çok ulemâ gördük, evliyâ gördük, Efendi Hazretleri’nin vekillerini gördük ama şimdi, Efendi gibisini görmedim yâni ben şimdi. Yalan mı konuşayım şimdi?! Efendi gibisini görmedik. Hiç nefis yok. Devamlı zikir.

Uykuda (bile) murâkabe. Alnı böyle (nur gibi parıldıyor). Ya şöyle bir uyumadı yâ. Kaşlarını bir rahat etmedi yâ. Hiç insan uykuda böyle olur mu yâ? Yâ ömrüm yanında geçti be kardeşim. Bir kere şöyle (uykuda dalıp da horlamadı yâ). Yok yâ. Var mı öyle bir şey yâ?! Gavs yâhu. Haa onun için râbıta ona devâm ediyor. Anladın mı sen? Alî Hayder Efendi Baba gibi bir kuvvetli bir zattan. Ne demiş Alî Hayder Efendi Baba Hazretleri iki sene evvel vefâtından? “Mahmûd evlâdım, ihvânın işiyle artık yeteri kadar ilgilenemiyorum, çok yaşlandım.” 120 yaşına yaklaşmıştı. “Artık dersleri sen tâlim edersin. Râbıtaya gelince; ister sana yapsınlar ister bana yapsınlar fark etmez.” buyurmuş.

Seni yerine bıraksa bile râbıtaya özel izin lâzım. Öyle önüne gelen halîfede de râbıta izni yok. Râbıta ancak böyle bir güçlü yolla alınabiliyor. Öbür türlü dört kişi toplandı. İkisi oğul, birisi dâmât, birisi de imam. Ondan sonra “Biz seni şeyh seçtik. Râbıtayı da sana döndürdük. Mahmûd Efendi Hazretleri’ne de bundan sonra râbıtayı yasak ettik.” dersen bu tarîkat olur mu?! Ooo! Hasan Efendi gibi edepli hayâlı bir insan ne güzel muhâfaza etti. Hemen edepsizler iş başına geçti. Ah gidi kardeşler!

“Ehl-i ilmin meclisinde aradım kıldım taleb,
İlim en sonra imiş illâ edeb illâ edeb.”

Tarîkat edepten ibârettir. Âlemler edeple yaşıyor. Bütün nizam, intizam, güneş, ay, gezegenler bütün sistem Allâh’ın buyurduğu kurallarla yaşıyor. Edebi bozduğun zaman düzeni bozarsın. Düzeni bozduğun zaman freni patlamış araba gibi uçurumun dibini boylarsın. Nerede duracağın belli olmaz!

DÖRDÜNCÜ BÂB

İSMÂÎLAĞA HEYETİNİN EFENDİ HAZRETLERİ’NDEN SONRA ŞEYH OLARAK ÎLÂN ETTİKLERİ HASAN EFENDİ VE FİKRİ DOĞAN’IN ŞEYH OLMADIĞINA DÂİR DELİLLE

– BİRİNCİ FASIL –

– HASAN EFENDİ’NİN ŞEYH OLMADIĞI VE KENDİSİNİN DE BUNU ÎTİRÂF ETTİĞİ VE BUNUN İÇİN KENDİSİNE RÂBITA YAPTIRMADIĞI –

BİRİNCİ KISIM

BU KONUDAKİ İLMÎ AÇIKLAMALAR

Bir Halîfeye veyâ Vekîle Râbıta Yapılabilmesi İçin Kâmil Olan Mürşidinin Ona Bunu Emretmiş Olması Gerekir

Şu bilinsin ki; kâmil bir mürşidin yerine bıraktığı herhangi bir halîfe veyâ vekîl direk olarak kendisine râbıta yaptırma hakkına sâhip değildir. Bu hakka sâhip olması için kâmil olan mürşidinin ona kendisine râbıta yaptırmasına izin vermesinden öte, ona bunu emretmiş olması gerekmektedir.

Nitekim Hâlid-i Bağdâdî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin, büyük İslâm mücâhidi Abdülkādir el-Cezâirî (Rahimehullâh) gibi bâzı kābiliyetli müridlerinin terbiyesini ve irşâdını kendisine havâle ettiği büyük halîfesi Muhammed el-Hânî (Kuddise Sirruhû) bu hususta şöyle demiştir:

Şeyh Hâlid (Kuddise Sirruhû) Hazretleri ancak mürşid-i kâmil olan şeyhi Abdullâh ed-Dehlevî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin, onun (seyr-i sülûkte ve mânevî yolda) kemâle erdiğine ve ‘Fenâ-i etemm’ ile ‘Begā-i ekmel’ makamlarına ulaştığına dâir şâhitlik yaparak kendisine râbıta yaptırmasını ona emretmesinden sonra kendi mübârek sûretine râbıta yapmalarını müridlerine emretmiştir. Zâten bu makamlara erenin kendisine râbıta yaptırması câiz olur.” (Muhammed el-Hânî, el-Behcetü’s-seniyye fî âdâbi’t-tarîkati’l-‘aliyyeti’l-Hâlidiyyeti’n-Nakşibendiyye, sh:68-69; ‘Abdülmecîd ibnü Muhammed ed-Dimeşkî el-Hânî, el-Hadâiku’l-verdiyye, sh:733)

Bizim konumuzda ise Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimiz yerine bıraktığı vekillerine kendilerine râbıta yaptırmalarını emretmek şöyle dursun tam aksine râbıtanın kendisine devâm edeceğini beyân etmek sûretiyle onlara râbıta yapılmasına izin vermemiştir! (Ahmet Mahmut Ünlü, Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler, 1/579-580)

Mustafâ ‘Ismet Ğarîbullâh (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin Beyânına Göre Kendisine Râbıta Yapılabilecek Şeyhte Aranan Kemâl Sıfatının Îzâhı

Mustafâ ‘Ismet Ğarîbullâh (Kuddise Sirruhû) Hazretleri ihvânından Alî Sirrî Efendi’ye Arapça ibâre ile “Nâme-i Merğûbe” isimli bir risâle yazmıştır ki Alî Hayder Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri, şeyhleri olan Hacı Ahmed Hılmî Efendi ile Hacı Alî Rızâ Bezzâz Efendi (Kuddise Sirruhümâ) hazarâtının emirleriyle bu risâleden üç tâne yazıp şeyh efendilere tevdî etmiş, h. 1332 senesinde bir tâne de teberruken yâdigâr olsun diye kendisi için yazmıştır.

Bu fakir kardeşiniz Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri ile birlikte “Risâle-i Kudsiyye Şerhi” isimli iki ciltlik eseri tamamladıktan sonra ikinci cildin âhirine bu risâlenin önce metn-i şerîfini (sh:629-641) yazdık, daha sonra kelime mânâsını (sh:642-667) kaydettik, akabinde hulâsa-i meâlini (sh:669-682) zikrettik.

İşte Büyük Şeyh Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bütün ihvânına ithâf ettiği bu risâlesinde râbıtanın kime yapılacağı konusunda şöyle buyurmuştur:

«وَالْمُرْشِدُ النَّاقِصُ مِثْلُ الْكَامِلِ مَا دَامَ يَدُهُ يَدَ الْكَامِلِ بِاللّٰهِ إِلَّا أَنَّ الرَّابِطَةَ الشَّر۪يفَةَ لَا تَكُونُ إِلَّا لِشَيْخِهِ الْكَامِلِ بِاللّٰهِ … وَعَظَمَتُهُ يَقُومُ الْأَمْلَاكُ وَالْأَفْلَاكُ بِحُرْمَتِهِ عِنْدَ اللّٰهِ. اَلنَّاقِصُ طَالِبٌ وَالْكَامِلُ وَلِيٌّ وَالْأَكْمَلُ أَعْظَمُ أَهْلِ اللّٰهِ … وُجُودُهُ رَحْمَةٌ فِي الْكَوْنَيْنِ وَلَا يَعْلَمُ عَظَمَتَهُ أَحَدٌ إِلَّا اللّٰهُ وَالْفَرْقُ بَيْنَ كَمَالَاتِهِمْ مِثْلُ الْقَطْرَةِ بِالنِّسْبَةِ إِلَى الْبَحْرِ الْمُح۪يطِ عِنْدَ كُلِّ عَالِمٍ بِاللّٰهِ … وَيُعْرَفُ الْإِنْسَانُ الْأَكْمَلُ … وَهُوَ الْمُرْشِدُ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ … لَا يُدْرَكُ كَمَالُهُ إِلَّا بِنُورِ اللّٰهِ … وَعَلَامَتُهُ يَظْهَرُ الْمَحَبَّةُ فِي الْعَالَم۪ينَ إِنْ لَمْ يَكُونُوا مِنَ الْغَافِل۪ينَ فِي اللّٰهِ.»

“Nâkıs bir mürşidin eli kâmil billâh olan bir zâtın eli(nden alma) olduğu sürece yâni ondan halîfelik almış ise o da onun gibi (irşâd edici)dir. Ancak râbıta-i şerîfe sâdece kâmil billâh olan şeyhine yapılır ki âlemler ve felekler o zâtın Allâh(-u Te‘âlâ) nezdindeki hürmetiyle ayakta durmaktadır.

Nâkıs olan (şeyh) henüz tâliptir, kâmil olan (şeyhi) velîdir ama ekmel (ziyâde kâmil) olan zât ehlullâhın en büyüğüdür. Onun varlığı iki cihanda büyük bir rahmettir ki onun azametini Allâh-u Te‘âlâ’dan başka kimse bilemez.

Bu velîlerin (içerisinde nâkıs ve kâmil ile ekmel olanın) kemâlâtı arasındaki fark Allâh’ı bilen her zât nezdinde bahr-i muhîta (okyanusa) nisbetle bir damla gibidir.

Allâh nezdinden mürşid gönderilen insân-ı ekmel tanınabilir, ancak onun kemâlâtı sâdece Allâh’ın nûruyla idrâk edilebilir. Onun alâmeti ise onun sevgisi bütün âlemlerde zuhûr eder.

Eğer onlar Allâh-u Te‘âlâ hakkında gâfil kimselerden değilseler (bunu farkederler)!” (Mustafâ ‘Ismet Ğarîbullâh, Nâme-i merğûbe, -Mahmûd Ustaosmanoğlu, Risâle-i Kudsiyye şerhi zeylinde-, 2/636-637)

Allâh aşkına size soruyorum; bu dönemde bütün âlemlerde sevgisi ve saygısı zâhir olan, dünyânın her tarafından binlerce ulemâ ve evliyâ tarafından tâzim edilen ve asrın müceddidi îlân edilen Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri kadar sevgisi cihânı kaplamış bir zât ortalıkta görüyor muyuz ki; İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin beyânı vechile; önümüzdeki 56 sene boyunca bütün velîlerin feyizlerinin kaynağı olan bir zâtın râbıtasını bırakıp da eğyâra yönelelim.

Allâh-u Te‘âlâ cümlemizi bu yüce velînin muhabbetiyle ve râbıtasıyla yaşayıp ölmeye muvaffak eylesin, dünyâda himmetlerinden, âhirette şefâatlerinden mahrûm eylemesin ve cümlemizi âhirette Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e ve diğer silsile ricâlimize (Kaddesallâhu Esrârahüm) ilhâk eylesin. Âmîn!

(Ahmet Mahmut Ünlü, Mahmûd Efendi Hazretleri’nden Mesmû‘ Edebî ve İrfânî Şiirler, 1/586-587)

İKİNCİ KISIM

HASAN EFENDİ’NİN ŞEYHLİĞİ VE RÂBITAYI KABÛL ETMEDİĞİNE DÂİR ŞÂHİTLERİN BEYANLARI

1) Muhammed İslamoğlu Hoca Efendi, Hasan Efendi’nin Şeyh Olmadığı Konusundaki Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:

“2008’de ne hikmetse Hasan Efendi, tekrar Recep Hoca’yı çağırmış. Recep Hoca, Ali Polat, Selahattin Hoca… demiş ki: Efendi Hazretleri’ne tekrar bir gidin. Bakalım bir şeyh var mı kendisinden sonra?’

Aslında 2007’de bitti her şey. İşte tekrar olacak ya. Giderler. Sözcü Ali Polat sorar: ‘Efendim böyle böyle.’

Efendi Hazretleri buyurdu ki: ‘Ben kimseyi bırakmadım.’

Gelirler Hasan Efendi’ye anlatırlar. O da: ‘Oh! Ben de rahatladım.’ der.”

2) Selahattin Atamtürk Hoca Efendi, Hasan Efendi’nin Şeyh Olmadığı Konusundaki Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:

Efendi Hazretlerimiz, Çavuşbaşı’ndayken, çok gittiler geldiler ya hani, hastâneye de gittiler ‘Resmî yazı alalım.’ diye.

O çok gündemde olduğu zamanda Efendi Hazretlerimiz: ‘Ben kimseye söz vermedim, ben kimseyi bırakmadım, bunu da gidin söyleyin.’ dedi.

Biz de geldik, İsmâîlağa’da ben vardım. Hasan Efendi kendi vardı. Ali Polat da vardı. Sözcümüz de Ali Polat’tı.

Söz aldı ve: ‘Efendi Hazretlerimiz böyle böyle dedi, bize de iletmemizi istedi, biz de geldik size söylüyoruz. Bu hususta artık ağzımıza fermuarı çektik. Bu iş bitmiştir.’ dedi.

Hasan Efendi de: ‘Ben zâten bir şey iddiâ etmiyordum ki. Zâten benim harcım değil, haddim değil. Ben zâten yapamam ki.’ dedi. Böyleydi hâdise.”

3) Hasan Efendi Râbıta Sorusuna Bakın Nasıl Cevap Verdi:

Hasan Efendi (Rahimehullâh) bir cumâ çıkışı İsmâîlağa Câmii’nin bahçesinden geçerken birisinin: “Bütün hocalar size râbıta yapılmasını söylüyor bu doğru mu?” diye sorması üzerine konuşamadığı için elini kaldırarak buna îtirâz ettiği ve kendisine râbıta yapılmasını kabûl etmediği sâbit olmuştur.

Dileyen aşağıda bildirilecek adresten bunun videosunu izleyebilir.

4) Kamil Şenocak Hoca Efendi, Cübbeli Hoca Efendi ile Yaptığı Bir Telefon Konuşmasında Hasan Efendi (Rahimehullâh)ın Kendisine Râbıta Yapılmasını Reddettiğine Dâir Şâhitliğini Şöyle Açıklıyor:

Cübbeli Ahmet Hoca: “Selâmun aleyküm.”

Kâmil Şenocak Hoca: “Aleyküm selâm.”

Cübbeli Ahmet Hoca: “Ellerinden öperim. Ben Cübbeli, hocam.”

Kâmil Şenocak Hoca: “He hoca efendi, ben de senin gözlerinden, ellerinden öperim.”

Cübbeli Ahmet Hoca: “Estağfirullâh. Ben ellerinden öperim. Seni çok yormayayım. Lütfi Hoca aradı beni, dedi ki: ‘Hasan Efendi’ye gittik babamla berâber ve râbıta işini sorduk. Bana ‘Olmaz.’ dedi. Böyle bir şey. Sen hatırlıyor musun hocam?”

Kâmil Şenocak Hoca: “Ya şimdi beni doktora götürdü de ‘Hasan Efendi’yi bir ziyâret edelim.’ dedim. İsmâîlağa’nın karşısındaydı evi dâ.”

Cübbeli Ahmet Hoca: “Evet.”

Kâmil Şenocak Hoca: “Çıktık oraya, yatak değildi de böyle bir şey vardı, uzun bir şey, ona böyle yatıyordu mübârek, konuşamıyor. Elini öptük oturduk yanına, biraz İsmâîlağa’dan da vardı ya birkaç kişi. Tanımıyordum onları bilmem. Onlar dedi ona ki: ‘Râbıta sana yapılacak. Öyle diyorlar. Yapalım mı?’

İki elini de kaldırdı yukarı böyle. Kulakları duyuyordu. İki elini de kaldırdı yukarı. Yâni ‘Kabûl etmiyorum.’ demek. Öyle gördük orada işte, onu gördük.”

Cübbeli Ahmet Hoca: “Elhamdülillâh. Yâni o mâşâllâh muhâfaza etti hoca efendi. Sen bir şey buyuruyor musun bize?”

Kâmil Şenocak Hoca: “Hoca efendi, benim velînîmetim, şeyhim Efendi Hazretleri’dir ve ona devâm ediyorum (râbıta yapmaya).”

Cübbeli Ahmet Hoca: “İhvân da râbıtayı ona devâm etmeli, değil mi?!”

Kâmil Şenocak Hoca: “Evet tabî. Ben ondan ayrılamam.
Her şeyim Efendi Hazretleri’dir.”

Cübbeli Ahmet Hoca: “Tabî. Ona ne şüphe?! İsmâîlağa râbıtayı bozdurdu. Zâten İbrâhîm Efendi: ‘Râbıta Efendi Hazretleri’ne devâm edecek.’ diyor. Biz onun için ona tâbi olduk.”

Kâmil Şenocak Hoca: “Evet, olur işte. Benim şeyhim Efen-
di Hazretleri. Zâten benim de ömrüm tamam, hastayım. Konuşamıyorum.”

Cübbeli Ahmet Hoca: “Biz seni yormuyoruz, ellerinden öpüyoruz. Sağ ol, vâr olasın.”

Kâmil Şenocak Hoca: “Efendi Hazretleri (Rahmetullâhi Aleyh) büyük bir velînimet bir şeyh efendi. Ondan sonra müceddid ol-
du. Bak dünyâ toplandı. Müceddid seçemediler.

Neyi seçtiler? Efendi Hazretleri’ni seçtiler. Bak. İmâm-ı Rabbânî’den sonra gelen müceddid Efendi Hazretleri oldu. Olmadı mı?!”

Cübbeli Ahmet Hoca: “Elhamdülillâh. Evet, evet, evet. İmâm oldu, evet. Müceddid oldu.”

Kâmil Şenocak Hoca: “(Efendi Hazretleri:) ‘Şeyhliğim, Hazret-i Mehdî gelene kadar devâm edecek.’ demedi mi?!”

Cübbeli Ahmet Hoca: “Allâh râzı olsun. Ellerinden öpüyoruz hocam. Sağ ol, vâr ol hocam. Selâmun Aleyküm”

Kâmil Şenocak Hoca: “Aleyküm selâm ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.”

5) Mehmet Talu Bu Husustaki Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:

Mehmet Talu (25 Nîsân 2024): “Râbıta husûsu, mâlum Hasan Efendi’nin isteği üzerine ona râbıta yapılmıyordu. Onun takdîrinde: ‘Bana yapılmasın.’ (buyurmuştu.)

Ben bile ‘Biraz da yeni ihvân şey yapsın.’ diye sorduğumda ‘Yok, Efendi Hazretleri’ne yapılacak.’ buyurmuştular.”

6) Muhammed Fâtih Ustaosmanoğlu Hasan Efendi’ye Râbıta Yapılmadığını Şöyle Açıklıyor:

“Râbıtalarımızı bize ne şekilde emredildiyse o şekilde yapıyoruz. Efendi Hazretlerimiz’e yapıyoruz. Onun aksini iddiâ eden yarın âhirette iki elimiz onun yakasında olacak, iki elimiz! Aksini iddiâ ediyorsa biri.”

7) Seyfettin İnanç Hasan Efendi’nin Kendisine Râbıta Yapılmasını Kabûl Etmediğini Şöyle Açıklıyor:

“Mâlum Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû) vefâtı ile heyetimiz Hasan Efendi Hazretlerimiz’in huzûruna gitti. Dediler: ‘Efendim! İhvân ‘Râbıta kime yapılacak?’ diye soruyor.’

Hasan Efendi Hazretleri buyurdular ki: ‘Eskisi gibi değişiklik yok, yeni bir şey yok.’

Yâni râbıta Mahmûd Efendi Hazretlerimiz’e yapılacak. Ve o gün biliyorsunuz heyetimiz bir yazı yazdı ve resmî sayfamıza da koyduk dedik ki: ‘Hasan Efendi Hazretlerimiz’in emri üzere râbıta Efendi Hazretlerimiz’e devâm edecek.’

Bunda kesinlikle hiçbir değişiklik bugüne kadar yapılmış değildir. İkinci bir açıklama söz konusu değildir. Türkiye genelinde ders değiştiren hiçbir vekîlimiz ders değişirken ‘Hasan Efendi’ye râbıta yapılacak.’ dememiştir, demez de, diyemez. Çünkü (hüküm) budur.”

8) Râbıta Konusunda İsmâîlağa Heyetinin Hasan Efendi’yi Dinlemediği Hakkında Eski Bölge Başkanı Ahmet Yeter Hoca Şâhitliğini Şöyle Anlatıyor:

“Besmele hamdele salvele. Kıymetli kardeşlerim, Allâh-u Tebârake ve Te‘âlâ ve Tekaddes Hazretleri bizleri hak ve hakîkat üzere olmaya muvaffak eylesin.

Bu açıklamaları burada yapmamıştık daha önce. Ama şu anda maalesef zarûret hâsıl oldu.

Türkiye’nin her tarafında bu doğrular anlatılmadığı zaman insanların hakkı ve hakîkati görmesi mümkün değil. Bakın biz şu anda İbrâhîm Efendi önderliğinde Şûrâ hocalarımızla berâber yeni bir yol îcâd etmiyoruz yâ, Efendi Hazretlerimiz’in yolunu, onun tarîkatını muhâfaza edip yolunu devâm ettiriyoruz.

Bunun karşılığında kıymetli kardeşlerim birtakımları çıktı. İsmini zikretmeye bile hakîkaten kendim utanıyorum yâni. Şimdi siz de anlayacaksınız. O kadar yanlış, o kadar hatâlar, kendi bulundukları bir yer neyse orası, baş olmak sevdâsı nasıl bir şey ki, o insana her şey yaptırıyor.

Şimdi arkadaşlar bu olaylar ne zaman çıktı oraya bakıyoruz. Bakın ben her şeyi sâdece ve sâdece İsmâîlağa’nın kendi yayınlarından size anlatacağım.

Bu işin ilk çıkmasının sebebi nasıl başladı? Arkadaşlar biliyorsunuz son zamanlarda İsmâîlağa râbıtayı Hasan Efendi: ‘Eskisi gibi Efendi Hazretleri’ne yapsın.’ dediği hâlde vekillere el altından ‘Hasan Efendi’ye de yapılır.’ diyorlardı. Ben bölge başkanıydım. El altından diyorlardı ki: ‘Hasan Efendi’ye de yapılabilir.’ Oysa ki Hasan Efendi ne buyuruyordu?!

Arkadaşlar İsmâîlağa’daki bu heyettekiler kendi bulundukları yeri sözlerini doğrulamak için yalan söylemekten çekinmeyen insanlar en son bölge başkanı toplantısına katıldığım zaman da orada heyet var ve 17 tâne bölge başkanı. Başka hiç kimse yok.

Oradan Efendi Hazretleri’nin oğlu çıktı aynen bağırarak. Kimse inkâr edemez. Ben bunları rahatlıkla söylüyorum. Duysunlar bile. Babam dedi ki: ‘Sizin sözünüz benim sözümdür. O yüzden Hasan Efendi’ye râbıtayı sormaya gerek yok.’

Şeyh ise sorulur mu sorulmaz mı arkadaşlar? Oradan birisi îtirâz etti. Baştan sorduk yine sormamız gerekiyor.

Arkadaşlar çıktık ne diyorlar biliyor musunuz arkadaşlar bölge başkanlarına? ‘Hasan Efendi’nin râbıtayı Efendi Hazretleri’ne yapılacağı söylemesini, bizi reddettiğini sakın vekîllere söylemeyin.’

Niye? Çünkü el altından ‘Hasan Efendi’ye yapılsın.’ diyorlar. Arkadaşlar Hasan Efendi’yi şeyh kabûl etmiş olsalar Hasan Efendi’yi dinlemesi gerekir mi gerekmez mi onların?!

Adam diyor ki: ‘Efendi Hazretleri öldükten sonra biz gidip râbıtanın kime yapılacağını Hasan Efendi’ye sormakla yanlış yaptık.’ bak bak. (Kendilerinin iddâsındaki) şeyh efendiye danışılmayacakmış.

Kim karar verecekmiş? Şeyhten daha üstün bir heyet karar verecekmiş. Aynı şekilde arkadaşlar vekillerin tamâmı bölge toplantısında öyle dedi.

‘Hocam karârı şeyh mi veriyor, yâni büyüklerimize karşı edepsizlik olmasın da yoksa heyet mi karar veriyor?’

Vekîller aynen bunu söyledi Geyve’deki toplantıda. Aynen söylenen söz bu: ‘Cübbeli’ye inat, biz buradayız.’

Birine düşmanlık arkadaşlar, hakkı görmekten engelliyor. Ben Cübbeli’den bir delil getirdim mi hiç arkadaşlar?! Sâdece onların sitesinden ve kendi yaşadıklarım.

Bize, bölge başkanlarına ve vekillere ‘Hasan Efendi’ye râbıta yapılır.’ diyorlar. İşin içinde ben (varım), eğer bölge başkanı olmasaydım ben de gitmiştim gümbürtüye. Çünkü vekiller onların sözü Efendi Hazretleri’nin sözü gibi biliyorlar.

Düşünsenize toplantıdan çıkıyoruz ve ‘Sakın Hasan Efendi’nin tekrar kendisine râbıta yapılmasına izin vermemesini vekillere duyurmayın.’ diyorlar. Niye? Kendi yalanları ortaya çıkacak diye.”

9) Âsuman Hoca’nın, Hasan Efendi’nin Kendisine Râbıtaya İzin Vermediğine Dâir Hasan Efendi’nin Kızından Şâhitliği:

“Herhâlde benim sesimi kaydediyorsunuz öyle geliyor bana, ben onu sordum Efendi Hazretleri’nin gelinine dedim ki: ‘Yâni buradan şu mu çıkıyor? Böyle düşünüyor insanlar. Hasan Efendi’ye râbıta yapılamaz mı yâni Hasan Efendi bu konuda hiçbir şey söylemedi mi?’

Bana dedi ki Efendi Hazretleri’nin gelini ‘Babama sordular.’ Babam dedi ki: ‘Her şey eskisi gibi devâm edecek.’ Yâni Efendi Hazretleri’ne râbıta devâm edecek.’ dedi.”

(Âsuman Hoca’nın ses kaydı mevcuttur, kadın olduğu için ses kaydı kullanılmamıştır.)

PAYLAŞ

YORUM YAZIN