Efendi Hazretlerimizin sarık takke sakal hassasiyeti

   Efendi Hazretlerimizin hafızlık hocası Mehmet Rüştü Aşıkkutlu Hocaefendi, talebesi hakkında bakı ne buyuruyor:
   “Mahmud Efendi bambaşka bir adam, askere gitmemiş delikanlılara sakal bıraktırıyor, gencecik kızlara, yeni gelinlere çarşaf giydiriyor. Biz bunları yapamıyoruz. Bunun gibi diğer hususlarda da gecesi gündüzü İslam’a hizmetlerle dolu.
   Çok büyük adamlar gördüm ama hepsinde bir eksiklik var. Ama bu Mahmud efendiye bakıyorum da, her tarafı tamam.”
Gönüller sultanı Mahmud Efendi Hazretleri hiçbir kimseyi sarıksız, sakalsız, takkesiz olması nedeniyle dışlamamış, ondan uzak durmamıştır. Ama irşad vazifesini eline aldığı günden beri gittiği her yerde, bulunduğu her mekanda erkeklerin sakal bırakması, bol giyinmesi, takke takması ve sarık sarması hususunda uyarmıştır.

    Mesela kendinizi etrafınızda insanların toplandığı, size hizmet için yarıştığı bir Hocaefendi olarak düşün. Türkiye’nin bir ucu Kars’tan elinizi öpmeye gelen insanlar var. Biz ne yaparız? Aman bu misafirdir, aman şimdi hemen buna bir şey söylersek yanlış anlar, darılır, gücenir, kalbi kırılır. Aman hoş karşılayalım, aman memnun edelim ki bizim kapıya bağlansın… Birçoğumuz belki aklımızdan o an bunları geçiririz.

   Efendi Hazretlerimiz kulların değil Allah’ın rızasını gözettiği için belki bir daha göremeyecekmiş gibi hemen bir şeyler vermeye çalışır. Sakal, takke, cübbe, Kur’an eğitimi, ilim öğrenme vs. o an, o kişiye ne lazımsa izah eder ve mümkünse yapması için söz alarak bırakır.

HACI BABA
   Bakın bu konuda bir misali Efendi Hazretlerimiz sohbetlerinde nasıl anlatıyor: Medine-i münevverde iken bir gün, Ravza-i Mutahhara’da ikindi namazımızı kılmış, kaldığımız yere dönüyorduk, önümüze bir hacı baba çıktı. Selamlaşmamızdan sonra, ona sakal bırakmasını söyledim. “Hanım razı olmaz” dedi. Bende az sonra gelen hanımına işin önemini anlattım.
   Hanımı :“madem istiyor bıraksın, beni karıştırmasın” dedi. Hacı baba yinede bırakmadı.

   Gördüğünüz gibi mekan önemli değil. Vereceği çok şey var O’nun, yeter ki alacak biri olsun. Efendi Hazretlerimiz, kendi tabiri ile Hacı babayla yolda karşılaşıyor ve oracıkta Emri bil Maruf farzını yerine getiriyor. Adamın ne düşüneceği önemli değil. Önemli olan tebliğ vazifesini yerine getirmek.

   İsmailağa’da Efendi Hazretlerimizin cemaate çıktığı dönemde talebelik, hocalık yapanlar, cemaate devamlı gelenler çok şahit olmuştur. Şimdi bile yaşayan tarihlere sorun anlatsınlar.

   Efendi Hazretleri gözlerinin iyi görmediği zamanlarda da elini öpenlerin yüzünü ve başını yoklar, sakalı yoksa sakal bırakmasını, başı açıksa takke takmasını ister.
   Allah’ın sevdiği kul olmak öyle bir şey ki, söylediği söz karşısındakinin kalbini kırmak şöyle dursun insanı öyle bir coşturuyor ki, Efendi Hazretlerinin yanında sakal bırakmaya söz verip, takke takıp, sarık sarıp da devam eden binlerce insan var.

    Yakın zamanlarda da büyük alim Avvame’ye herkesin içinde sarık takmasını emretmiştir.

http://www.elbiseleri.org/player/player-214593271912087.swf

NEDEN BU KADAR ÜZERİNDE DURUYOR
   Hep şöyle bir soru çıkar karşımıza: “Efendi Hazretleri sakal, takke, sarık, cübbe, şalvar, kadınların çarşaf giymesinde neden bu kadar ısrar ediyor?”

   Bunu anlayabilmemiz için yakın tarihimize bir göz atmamız gerekiyor.

   Osmanlı’nın sonralarına doğru bu kisvelerde batı hayranlığının eseri görülmüş ise de Osmanlı’nın yıkılıp, Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle “kılık kıyafet devrimi” adı altında İslam kıyafetleri yok edilmeye çalışılmıştır. Yani ilk iş milletin giyimi, kuşamıdır. O halde şöyle bir soru sorulabilir: “Neden ilk iş olarak kılık-kıyafet değiştirildi?”

   Düşünün, bir devrim yapmışsınız. Kendinize göre amaç; devleti daha ileri götürmek ve geliştirmek ise bunun kıyafet ile ne alakası olabilir ki? Ama ne yapmışlar, ilk olarak milletin altındaki şalvarı, başındaki takkeyi, sarığı almışlar. Bu uğurda İskilipli Atıf gibi nice insanların canına da kasdetmiş ve idam etmişler. Hatta yeni çıkan bilgilere göre İskilip’li Atıf Hoca’yı asıp, cesedine şapka giydirmişler.
  İskilipli Atıf Hoca verdiği sarık mücadelesinin önemini “başındaki sarık da çaput, şapkada çaput. Onu çıkarıp bunu taksan ne olur” diyen Kel Ali lakaplı hâkime: “Arkanızdaki bayrakta çaput, İngiliz bayrağı da çaput. Bunu indirip onu assanız ne olur?” sözleriyle tarihi bir bir ders vererek anlatmıştır.

   25 Kasım tarihlerinde Kayseri’de Şeyh Ahmet Efendi dört arkadaşının yönlendirmesi ile büyük bir yürüyüş yapıldı, 300 kişi tutuklandı. Şeyh Ahmet Efendi dört arkadaşı İstiklal mahkemesinde yargılanarak idama mahkûm edildi.

   25 Kasım günü Sivas’ta duvarlara şapka aleyhine afiş ve bildiri asılması nedeniyle şehrin bütün muhtarları tutuklandı; suçsuzluğu anlaşılanlar beraat etti; ulemadan İmamzade Mehmet Necati Efendi ile Abdurrahman Efendi idama mahkûm edildi.

   Rize’de on gün kadar süren olaylar sonucu 143 kişi tutuklandı; içlerinden 8 kişi idama mahkûm edildi.

   Maraş’ta ise Camii-i Kebir etrafında toplanıp “Şapka İstemeyiz” diye bağıranlar tutuklandı, 5 kişi idama mahkûm oldu.

   İstanbul’da özellikle Fatih semtinde yaptıkları konuşmalarla halkı isyana teşvikle suçlanan çok sayıda kişi tutuklandı ve sanıklar Ankara’da yargılandı

KIYAFET İÇİN İDAM VE HAPİS
   Dünya tarihinde eşi ve benzerine az rastlanan bir olay. Ama çok büyük bir olay. İnsanlar giydiği elbiseler yüzünden yargılanmış.

   Hani yakın tarihle yüzleşmekten bahsediyorlar ya, tarihin bu kısmını ele alan birisi çıkar mı acaba?

   Devlet memurlarına şapka giyme zorunluluğu getiren bakanlar kurulu kararnamesinin çıktığı 2 Eylül 1925 günü çıkarılan din adamı dışındaki kişilerin cübbe ve sarık giymeleri yasaklanmıştı. Buna aykırı davranışlar, bir yıla kadar hapisle cezalandırılacaktı[5]. 1934 yılında ise din adamlarının dini kıyafetlerini sadece ibadet yerlerine giymelerine dair bir yasa çıkarıldı. Hükümetin meclise sunduğu yasa önerisinin gerekçesi şöyleydi:
   “Din ile devletin ayrılığını ve dini değerlerin devlet hayatı dışında sırf vicdani bir nitelikte kalıp memleketin devlet hayatında dinin hiçbir etkisi olmamasını, yani laiklik esasını devrimin ve rejimin ana ilkesi tanımış olan Cumhuriyet hükümeti bu yolda attığı adımların doğal bir sonucu ve gereği olarak ruhanilerin dini kıyafetlerini ancak ayinler sırasında taşıyıp, ayinler dışında herhangi bir bireyin taşıyabileceği kıyafetlerde bulunması konusunu gerekli görmüştür”

UĞRUNDA CAN VERİLEN SÜNNET
   Bu sarık, sakal, cübbe, çarşaf gibi İslam nişanları, ısrar edenleri idam etmek uğruna kaldırılması icab eden şeyler. Demek ki, bu sarık uğruna can verilmesi gereken bir sünnet. İskilipli Atıf Hocamızdan bunu öğreniyoruz. Ve bu mücadelenini kutsal bir mücadele olduğunu, savunma yazan Atıf Hoca’ya rüyasında seslenen Resulüllah Efendimiz haber veriyor: “Biz seni bekliyoruz, sen savunma yazıyorsun”

YÜRÜRKEN EMRİ MARUF YAPMAK
   Efendi Hazretlerimiz buyururlar ki: “sizin bu halinizle yürümeniz bile emri maruftur” Sultan ne güzel söylüyor. Çünkü cübbeli, sakallı bir insan İslam alametlerini taşıdığı için görenlere bir mesaj veriyor. Çarşaflı bir kardeşimiz kendisini gören har açık bayana: “İşte asıl örtünmek böyle olur” diyor. Hatta bazı kardeşlerimiz kendisini sorgulayıp “bu çarşafı neden giyiyorlar, en sıcak günde bile çıkarmıyorlar” diye düşünerek araştırıp gerçeklere ulaşabiliyor ve tesettüre girebiliyor.

   Okullardaki başörtüsü yasağını ele alalım. Genç bayanların okuması veya örtünme şekli ayrı bir konudur ama sadece bir başörtüsüne bile tahammül edemiyorlar değil mi? Neden? Çünkü bu bir mesaj verir de yanında, arkasında oturan, kantinde karşısında olan başka öğrencileri de etkiler diye…

ÇOK BÜYÜK İŞ
   15. Asrın Müceddidi Mahmud Efendi Hazretleri kâfirlerin İslami kıyafete olan düşmanlığını “Bu sarık var ya, bütün dünya buna düşmandır. Ve sizin üzerinizdeki çarşafa da düşmandır. Bunlar Mevla’nın sevdiği kıyafet olduğu için bunlarda heybet var. Bunlar olunca Allah (Celle Celaluhu) görünmeyen hazinesinden yardım ediyor. Bunlar gidince Mevla (Celle Celaluhu) elini çekiyor.” sözleri ile beyan ediyor.

   Her defasında Cemaati gayrete getirerek “kimseden korkmayacaksınız, yani utanmayacaksınız” buyurmuşlardır. Cemaati ve müslümanları ikaz etmiş, İslami kimliğimize sahip çıkmamızı, bol giyinmeyi, cübbe, sarık, sakal gibi sünnetleri ihya etmeyi tavsiye etmiştir.

ÖNEMİNİ KAFİRLER KADAR ANLAYAMADIK
   Hani Rahmetli Erbakan’ın bir sözü vardır: “Hans anladı, Hasan anlamadı”diye. İşte bu sakal, sarık, cübbe, çarşaf gibi İslam nişanlarının önemini, değerini kâfirler ve din düşmanları anladı da bizim Müslümanlar maalesef anlayamadı.

   Bu kıyafetlere düşmanlık eden İslami bir kesim var ki onu hiç karıştırmayın. Kalp temiz olsun fitnesiyle bu kisveyi yok etmenin peşindeler. Sakal bırakan ve hafif çarşafa meyilli bir müslüman gördüler mi “bak bizde böyleyiz, ama daha iyi tebliğ yapıyoruz, hem önemli olan kalptir, bizden daha mı iyi müslümansın” gibi ifadelerle zihnini bulandırmaya çalışıyorlar. Kâfirlerin, din düşmanlarının ekmeğine yağ sürüyorlar. Belki de onların yapamadığını yapıyorlar.

www.ihvanlar.net

PAYLAŞ
Etiketler