Neden Hicri Yılbaşı ve Hicri Takvim?

Yüce Allah buyuruyor:
   Kuşkusuz gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah katında, Allah’ın Kitabında ayların sayısı on ikidir. Onlardan dördü (Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Receb) haram (saygın) aylardır. İşte dosdoğru hesap budur. Onlarda (günah işleyip) kendinize yazık etmeyin. (Tevbe – 36)

   Yüce Allah gökleri (yıldızları, güneşi, ayı) ve yeri (dünyayı) yaratırken, bu hesap doğrultusunda onları yörüngelerine oturtmuş ve yörüngelerindeki dönüşlerini de bu hesaba göre düzenlemiştir.

   Bu ham hesaba göre ayın dünyanın etrafında bir defa dönmesine kamerî ay ve on iki defa dönmesine de kamerî yıl denir. 

Kamerî aylar: Muharrem, Safer, Rebîülevvel, Rebîülâhir, Cemâziyelevvel,
Cemâziyelâhir, Receb, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkâde ve Zilhicce’dir.

   İşte aylarla ilgili dosdoğru hesap budur. Bunun dışındaki uygulamalar (takvimler) Allah katında geçersiz olduğundan, Hac, oruç, zekât, kurban, sadaka-i fıtır ve bayram namazı gibi ibâdetler, bu ayların belirli günlerinde yapılır. Ayrıca Mevlid-i Nebevi (Peygamberimizin doğumu), Regâib, Mirac, Berat ve Kadir gibi mübarek geceler de bu ayların belirli gecelerinde kutlanır.

   Hac ve oruç gibi ibâdetleri kamerî ayların dışında başka takvimlere göre düzenlemek küfür yani kâfirliktir. Mevlid-i Nebevî, Regâib, Mîrac, Berat ve Kadir gibi mübarek geceleri ve özellikle Peygamberimizin doğum gecesini kutlu doğum haftası adı altında İslâm dışı Roma takvimine göre kutlamaya kalkışmak da, Peygamberimiz Hz. Muhammed’e saygısızlık, İslâm’dan sapma ve hıristiyanlığa kaymadır.

Hicrî yılın başlangıcı ve hicrî yılbaşı!
   Araplar Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’den sonra sapıtıp putlara (heykellere) tapınmışlarsa da kamerî aylar konusunda Hz. İbrahim’in dinine bağlı kalmışlardı.

   Önceleri farklı zamanlarda meydana gelen önemli olayları tari başlangıcı olarak kullanırlarken, fil olayından sonra hepsini terk edip sadece fil olayını tarih başlangıcı olarak kullanmaya başlamışlar. Örneğin, fil olayından bir yıl önce doğdu ve fil olayından iki yıl sonra öldü gibi.

   Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye hicretinden sonra fil olayı önemini kaybetmiş, onun yerine Hicret, Bedir, Uhud, Hendek, Mekke’nin fethi, Veda Haccı ve Peygamberimizin ölümü gibi olaylar ön plana çıkmış ve bunlar tarih başlangıcı olarak kullanılmaya başlanmıştır.

   Ancak İslâm Devleti kısa zamanda Arap Yarımadasından taşıp üç kıtada hızla yayılmaya başlayınca, bu farklı tarih başlangıçları halk ilişkilerinde, ticarette ve resmi yazışmalarda belirsizliklere ve farklı anlamalara neden olmaya başladı.

   Hz. Ömer hicretin on yedinci yılında sahabelerle bu konuyu görüşüp müzakere etti ve Peygamberimizin hicret ettiği yılın Muharrem ayını tarih başlangıcı olarak kabul ettiler.

Neden hicret olayı tercih edildi?
   Hicret olayı ile Mekke müşriklerinin baskı, zulüm ve işkencelerinden kurtulan müslümanlar, Medine’de hem dinsel özgürlüğe hem de azınlık cemaat yapısından, tam bağımsız bir devlet yapısına kavuştular. Mekke’de inananlara ve “Allah bir” diyenlere korkunç işkenceler yapılırken, Medine’de “Allahu Ekber, Allahu Ekber” diye açıkça ezanlar okunuyor, cemaatle namaz kılınıyor ve sahabeler doyasıya Peygamberimizin sohbetini dinliyorlardı.

   Hicret olayı ile İslâm’ın önü açılmış, putlar kırılmış, engeller aşılmış ve fetihler dönemi başlamıştı. Sapık dikta rejimlerinin yıkılması ile zâlim diktatörlerin baskısından ve ağır vergi yükünden kurtulan insanlar İslâm’a koşuyor ve gönüllü olarak İslâm ordusuna katılıyorlardı.

   O dönemin efsanevi iki süper gücü olan Roma ve İran orduları, İslâm
ordusu karşısında bozguna uğramış ve İslâm Hz. Ömer’in zamanında dünyanın tek süper gücü olmuştu.

   İşte bu gibi nedenlerle hicret olayını tarih ve yılbaşı başlangıcı olarak kabul eden sahabeler, ayrıca hicret olayının dinsel özgürlüğün ve fetihlerin simgesi olduğuna da vurgu yapmışlardır.

   Hicrî yıl, ayın dünya çevresindeki dönüşü esasına dayandığı için, milâdi yıldan yaklaşık on gün kadar daha kısadır. Bu nedenle Ramazan ayı her yıl on gün önce gelir ve müslümanlar yılın her mevsiminde oruç tutmuş olur. Eğer oruç milâdi takvime göre, örneğin her yıl Haziran ayında olsaydı, Kuzey Yarımkürede yaşayan müslümanlar sürekli yılın en uzun ve en sıcak günlerinde ve Güney Yarımkürede yaşayan müslümanlar da yılın en kısa ve en soğuk günlerinde oruç tutacaklardı.

www.ihvanlar.net – Ahmet Tomor Hocaefendi

PAYLAŞ