İSTANBUL’UN EN BÜYÜK EVLİYALARINDAN

Hâlid-i Bağdâdî’nin, şânını o zamanlar,
Duymuştu dünyâdaki, bilcümle müslümanlar.

Yayılınca şöhreti, her yerine dünyânın,
Bağdad’a geliyordu, insanlar akın akın.

Hem İstanbul’dan dahi, birçok âşık olanlar,
Ona kavuşmak için, Bağdad’a yollandılar.

Bu gelen insanların, şu idi tek gâyesi:
“Hâlid-i Bağdâdî’nin, olmaktı talebesi.”

Zîrâ Resûlullah’tan, fışkıran bütün “nûrlar”,
Ondan yayılıyordu, herkese o zamanlar.

İstanbul’dan Bağdad’a, taşınan insanlara,
Baktığında, Mevlânâ, kıyamadı onlara.

Emir verip hemence, Abdülfettâh Akrî’ye,
Gönderdi İstanbul’a, “feyzini saçsın” diye.

Abdülfettâh Efendi, İstanbul’a gelince,
Nuh kuyusu denilen, yere geldi hemence.

Bu mübârek velî zât, buraya vardığında,
Cümle Hak âşıkları, buldu onu ânında.

Etraftan akın akın, geliyordu insanlar,
Zîrâ ondan akardı, ilâhî feyiz, nûrlar.

Devlet ricâlinden de, vezir, paşa, kumandan,
Gelirdi akın akın, bu dergâha o zaman.

On binlerce müslüman, gelerek bu dergâha,
Bağlardı kalplerini, hepsi Resûlullah’a.

Abdülfettâh Efendi, kırk yıldan daha fazla,
Bu dergâhta böylece, hizmet etti ihlâsla.

Mevlânâ Hâlid ise, o gelince Bağdad’dan,
Otuz dokuz yıl önce, ayrılmıştı dünyâdan.

Onun ayrılığına, hiç dayanamıyordu,
Hocasına kavuşmak, aşkıyla yanıyordu.

Bin sekiz yüz altmış dört, yılı Muharreminde,
Cümle talebesiyle, helâlleşti evinde.

Ayın on dokuzunda, hem de bir Cumâ günü,
Kur’ân’ı dinler iken, teslim etti rûhunu.

Âlim ve evliyâlar, sözbirliği hâlinde,
Şunu bildirdiler ki: “İstanbul dahilinde,

Binlerce evliyâdan, eshâbın hâricinde,
Üçü, en büyüğüdür, bu velîler içinde.

Bu üçünden biri de, Abdülfettâh Akrî‘dir,
Kabri, âşıklarının, istifâde yeridir.

İkisi de şunlardır, bu üç büyük velînin,
Murâd-ı Münzâvî’yle, Tokâdî Mehmed Emîn.

Yâ Rabbî, bu üç büyük, velînin hürmetine,
Şifâ ver hasta olan, Muhammed ümmetine.

PAYLAŞ