KİTAP DİLE GELİP: “RABBİN BEN MİYİM?” DEDİ

 

  Abdülmecid Şirvani, Evliyânın büyüklerinden. Şirvan’da doğdu. Doğum târihi belli değildir. Künyesi Ebü’l-Mehamid, lakabı, Nurullah’dır. Babası Şeyh Veliyyüddîn Şirvan bölgesinin en büyük velîsi idi. İlim, fazîlet, şüpheli şeylerden sakınma ve takvâda çok yüksekti. Devamlı insanlara vâz ve nasîhat eder, ders verirdi. “İnsanların en hayırlısı, onlara faydalı olandır.” hadîs-i şerîfinin açık bir nümûnesi idi.

   Zâhirî ve bâtınî ilimlerde ilerledi. Genç yaşta Şirvan’ın Şemahı şehrine gitti ve burada ders vermeye başladı. Kendisi bu yıllarını şöyle anlatmaktadır:

   Şemahı’da talebelere bir şeyler anlatmak husûsunda çok gayret sarfediyordum. Zâhirî ilimlere olan rağbetim ve onları öğrenme husûsundaki şevkim öyle artmıştı ki, gecelerimin çoğunu kitapları mütâlaa ve okumakla geçirirdim. Bir mübârek gecede, mütâlaa ettiğim kitap hareket edip şöyle konuştu:
   “Ey Abdülmecîd! Ben senin Rabbin miyim ki, gece gündüz bana bakıyorsun? Var git, bu bağlılığını Rabbine yap. Bu bağlılığı Rabbine yapman daha münasiptir.”

   Kitaptan gelen sesi duyunca, onu bir kenara bıraktım ve dağlara gittim. Oralarda bir mağara buldum. O mağarada, tam dört sene gece-gündüz Allahü teâlâyı zikr ile meşgûl oldum. Bu esnâda bana kerâmetler ihsân edildi. Abdest almak için dışarı çıktığım zaman, yırtıcı ve vahşî hayvanlar bana saldırmaz ve benden kaçmazlardı. Hattâ bana yaklaşırlar, abdest aldıktan sonra biriken suları içerlerdi. Bâzı yerlerde uçardım. Bir ânda bir vâdiden diğer vâdiye geçerdim. Bu hâlleri, asıl maksad zannedip böyle kemâle erileceğini düşünüyordum. Bu sebepten, tasavvuf yoluna girmek isteyene bir mürşid, yol göstericinin lâzım olmadığı şeklinde yanlış bir düşünce içerisindeydim.

   Ben bu hâl içerisinde iken, Şirvan mıntıkasının mürşid-i kâmili, büyük velî Şehkubâd hazretleri, talebeleri ile bulunduğum mağaraya yakın nehrin kenarına gelip yerleşmişler, ibâdet ve zikirle meşgûl oluyorlardı. Onların zikrettiklerini görüp, kalbimde berâber zikretmek düşüncesi hâsıl olunca, şeytan kalbime vesvese vererek: “Tâbi oldukları şeyh ümmîdir okuma yazması yoktur. Ona uyanların çoğu da câhil kimselerdir. Bunlar arasına karışmaktansa, kendi başına oturup riyâzet, nefse karşı gelme ve nefs muhâsebesi yapmak, vahşî ve yırtıcı hayvanlarla yakınlık kurmak daha iyidir.” dedi.
   Fakat bu sırada Allahü teâlânın tevfîk ve inâyeti yardıma yetişti ve kendi nefsime; “Zâhirleri ile İslâmın emir ve yasaklarını yerine getirmeye çalışan, gece-gündüz Allahü teâlâyı zikreden şu insanlara sû-i zanda, kötü düşüncelerde bulunmak yakışmaz. Hele onların hâllerini bir gör. Mümin olan, insanların hâllerini ve hareketlerini görmeden karar vermez.” diyerek, onlara yakın bir yere gizlendim. Hâl ve hareketlerini, ne yaptıklarını iyice gördüğüm zaman, kalbimden önceki tereddüt ve şüphelerin hepsi gitti. Sonra yanlarına varıp, bir kenara oturdum. Mûtad zikirleri bittikten sonra, Kelime-i tevhîd söylemeye başladılar. Ben de elimde olmadan Kelime-i tevhîd söylemeye başladım. Ansızın bende vecd, kendinden geçme hâli meydana geldi, düşüp bayıldım. O zaman talebeleri, beni Şehkubâd hazretlerinin huzûruna götürmüşler. Biraz sonra kendime gelip gözümü açınca, başımı Şehkubâd hazretlerinin dizinde buldum. Derhâl Mevlânâ Şehkubâd’ın elini öptüm. Beni talebeliğe kabûl etmesini ricâ ettim. Talebeliğe kabûl edince, emrettiği şekilde hareket etmeğe başladım. Ondan sonra benden, önceki keşf ve kerâmetler kayboldu. İçimde öyle bir ilim hâsıl oldu ki, o mağarada yalnız başıma nefsimi terbiye etmekle çok hatâlı bir yolda olduğumu anladım.

   Şehkubâd hazretleri, bir ânda beni içerisinde bulunduğum o karanlık durumdan çıkarıp, himmetleri ile kalbimi temizledi. Eğer hocam Mevlânâ Şehkubâd’ın sohbetleri ile şereflenmeseydim, Allahü teâlâ korusun çok aşağı derecelerde kalacaktım.

PAYLAŞ