KARDEŞLİK

AYET-İ KERİMELER
   Al-i İmran / 103. Hep birlikte Allah’ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.  Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz.

    Hucurat / 10. Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete eresiniz.

   Tevbe / 119. Ey iman edenler! Allah’dan korkun ve doğrularla beraber olun.

   Haşr /  9. Ve onlardan önce  o yurda yerleşen imana sarılanlar kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarına erenlerdir.

HADİS-İ ŞERİF
   * Ebü Saîd (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kimin yanında fazla hayvan varsa, onu hayvanı olmayana versin. Kimin de fazla azığı varsa onu azığı olmayana versin.”    Resülullah, bazı mal çeşitlerini bu suretle saymaya devam etti. Öyle ki, bizden hiç kimsenin (yol sırasında) herhangi bir fazlalıkta hakkı olmadığı düşünvesine vardık.” 

   * Hazreti Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) gazveye çıkmak arzu etti ve: “Ey Muhâcir ve Ensâr topIuluğu! Kardeşlerinizden öyleleri var ki ne malları var ne de aşîretleri. Herbiriniz, iki veya üç kişiyi yanına alsın” dedi.”    (Hazreti Câbir devamla der ki): “Bu tamim üzerine ben iki veya üç kişiyi yanıma aldım. (Yol boyu) devemde, diğerlerinin sırası gibi benim de bir (binme) sıram vardı.”  

   * İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): “Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından herbirini mevâliye kıldık…” (Nisa, 33) ayetindeki mevaliye tabirini varisler olarak tefsir etmiştir. Keza ayetin devamında geçen “yeminlerinizin bağladığı kimselere haklarını verin” ibaresindeki “yeminlerinizin bağladığı kimseler” tabiriyle ilgili olarak da şu açıklamayı yapmıştır: “Mekkeli muhacirler Medine’ye geldikleri vakit, muhacir bir kimse Medineli bir ensari’ye -Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın aralarında tesis ettiği kardeşlik sebebiyle- kendi kan yakınlarından önce varis olurdu. Ancak: “Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, her birine varisler kıldık…” (Nisa 33) ayetiyle bu muamele neshedildi. Kelâm-ı ilâhi’de geçen “yeminlerinizin bağladığı” tabiriyle ifade edilen “muâhattan gelen kardeşlik hukuku” birbirinize yardım, rifâde (hacılara toplanan yardım, destek), bir de nasihat ve hayırhahlığa münhasırdır. Artık hukuki olan tevarüs kalkmıştır. Ancak kişi ihtiyari olarak vasiyette bulunabilir.”   

   * Hazreti Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: “Ümmetim beş tabakadır: İlk kırk yıl, hayır ve takva ehlidir. Bunu takip edenler yüzyirmi yılına kadardır. Bunlar merhamet sahibi, sıla-i rahme değer veren kimseler olacak. Sonra yüzaltmış yılına kadar olanlar birbirlerine sırt çevirirler, aralarındaki (kardeşlik bağlarını) koparırlar. Sonra da birbirlerini öldürme devri gelir. O devirde kurtuluş isteyin, kurtuluş!”  Hazreti Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ümmetim beş tabakadır. Her tabaka kırk yıldır. Benim tabakam ve ashabımın tabakası ilim ve iman ehli insanların tabakasıdır. İkinci tabaka kırk ile seksen yılı arasındaki (insanların) tabakasıdır, bunlar hayır ve takva ehli insanlardır…” (Hazreti Enes, sonra hadisi yukarıdaki şekilde tamamladı.)” 

   * İbnu Mes’ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Şu iki kişi dışında hiç kimseye gıbta etmek caiz değildir: Biri, Allah in kendisine verdiği hikmetle hükmeden ve bunu başkasına da öğreten hikmet sahibi kimse. Diğeri de Allah’ın kendisine verdiği malı hak yolda sarfeden zengin kimse.”   

   * İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “İki kişiye karşı gıbta caizdir: Birincisi o kimsedir ki, Allah kendisine Kur’ân-ı Kerim’i nasib etmiştir, o da onu, gece ve gündüz boyu ikame eder. İkincisi de o kimsedir ki, Allah Teâla ona mal vermiştir de o da gece ve gündüz (hak yolda) infak eder.” 

   * Hazreti Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlulah (aleyhîssalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Hasedden kaçının. Çünkü o, ateşin odunu -râvi dedi ki: Veya kuru otu- yiyip tükettiği gibi, bütün hayırları yer tüketir.”  

   * Hazreti Zübeyr (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Size ümem-i kadime hastalığı sirayet etti: Bu, hased ve buğzdur. Bu kazıyıcıdır. Bilesiniz; kazıyıcı derken saçı kazır demiyorum. O dini kazıyıcıdır. Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin ederim, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmeye yardımcı olacak şeyi haber vereyim mi: Aranızda selâmı yaygınlaştırın.”    

   * Hazreti Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: “Hased (çekememezlik) hayırları yer bitirir, tıpkı ateşin odunu yeyip tükettiği gibi. Sadaka hataları söndürür, tıpkı suyun ateşi söndürmesi gibi. Namaz, mü’minin nürudur. Oruç ateşe karşı perdedir.”

   Birbirinde fânî olma seviyesinde kardeşlik, dış dünyada te’sir icra edecek en müessir faktörlerden biridir. Birbirinin fazilet ve meziyetleriyle iftihar etme ve onları aynen kendindeymiş gibi kabullenme, cemaata ait fertleri de birbirlerine sımsıkı kenetleyecek ve içlerindeki hamle ruhunu kamçılayarak, kıvılcım halindeki istidat ve kabiliyetleri tutuşturup birer kor haline getirecek ve ilâhî rahmetin sağnak sağnak inmesine vesile olacaktır.

   Vifak ve ittifak içinde birbiriyle bütünleşmiş ve tek vücut haline geliniş bu cemaatın ruh ve gönlüne Cenâb-ı Hakk’ın nusret ve yardım eli uzanacak ve onu hep müsbete, güzele ve doğru tarafa çevirecektir, dolayısıyle de cemaatın yanılma payı en asgariye inmiş olacaktır. Niyetleri halis olduğu için, belki bu yanılmalar da onlara sevap kazandıracaktır. Fakat birbirinden kopuk çizgide bulunanlarda, aynı çizgide olmalarına rağmen bu dediklerimizin tahakkuku mümkün değildir. Hele bir de çizgide inhiraflar, dolayısiyle de ihtilaflar baş gösterirse bir daha içinden çıkmak mümkün olmayan fasit daireye girilmiş olur. Böyle bir fasit daireye giriş ise, hedefe sırtını dönüp koşan insan gibi, her attığı adım onu esas gaye ve hedeften uzaklaştırır.

   Mü’min, mesleğinin muhabbetiyle yaşamalı ve başkalarının hata ve kusurlarıyla meşgul olmamalıdır; başkalarını yıkmak, çürütmek ve kösteklemek yerine, varsa onların güzelliklerini sergilemelidir.
   Başkalarının kusurlarıyla meşgul olan, kendi kusurlarını göremez ve kendi güzelliklerini de gösteremez. Ayrıca, basit bir kusur görüp de hemen tenkid etmenin aynısıyla mukabeleyi netice verdiği çok vâkîdir.

GERÇEK SEVGİ
   Bir gün sormuşlar ermişlerden birine; “Sevginin sadece sözünü edenlerle,onu
yasayanlar arasında ne fark vardır?”
   “Bakın göstereyim” demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden gönlüne indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış.Hepsi oturmuşlar yerlerine.Derken tabaklar
içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından derviş kasıkları denen bir metre boyunda kasıklar gelmiş..Ermiş bu kasıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz diye bir de şart koymuş.
   Peki demişler ve içmeye teşebbüs etmişler.Fakat o da ne? Kasıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına.En sonunda bakmışlar beceremiyorlar,öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine “simdi,” demiş ermiş,”sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe..”
   Yüzleri aydınlık,gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa.Buydun deyince,her biri uzun boylu kasığı çorbaya daldırıp,sonra karsısındaki kardeşine uzatarak içirmiş.Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
   “İşte” demiş ermiş,”Kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse,o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz,ve Sunu da unutmayın; gerçek pazarında alan değil veren kazançtadır daima…”

PAYLAŞ