Cihad ruhu, bayrak yere düşmez

   Gerek vatan müdafaasında gerek Ehli Sünnet yani İslam müdafaasında öyle bir ruha sahip olmalıyız ki, bize bu dini Resulüllah’tan geldiği şekilde aktaran alimlerin davasını yani bayrağını en öne taşımalıyız ve düşürmemeliyiz.
   Sahabe-i Kiram efendilerimiz bedenen bu cihadı yapmaktaydılar. Bu gün ise din tehlikede. Hem de hoca kılıklı münafıkların sinsi faaliyetleriyle imanî bir tehlike söz konusu. Bizler de fikren ve her türlü imkanlarla mücadele etmek zorundayız.
   Sahabe efendilerimizin Mute’deki gayretlerini okuduğumuzda gözleriniz yaşarır ve cihad ne demek, gayret ne demek anlarız. Gelin kısaca bir hatırlayalım:
   Hicretin sekizinci senesi idi. İslâm ordusu Zeyd bin Harise’nin kumandasında 15 bin kişilik bir askerle Mûte’de Rum ordularıyla savaşacaktı. Düşman ve İslam orduları harp meydanında hazır oldular. Nihayet Resûlüllah’ın verdiği beyaz bayrak Zeyd bin Harîse’nin elinde olduğu halde savaş başladı.
   Zeyd bin Harise, düşman üzerine öylesine dalışlar yapıyordu ki, 15 bin kişilik islam ordusuna karşı savaşan 100 bin kişilik düşman askeri ummadıkları bir kuvvetle karşı karşıya olduklarını anladılar. Fakat müslümanlar az olduklarından ancak bir kişi bir manga düşmanla dövüşmek mecburiyetinde kalıyordu.
   Birkaç dakika sonra Zeyd bin Harise şehit düştü. Atından düşen Zeyd’in bayrağını hemen Cafer bin ebi Talip alarak düşman üzerine olanca şiddetiyle saldırmaya başladı. Bayrağın Cafer’in eline geçtiğini gören kafirler, korku içinde sağa sola kaçışmaya başladılar. Onlar kaçıyor hazreti Cafer kovalıyordu. Harp bütün şiddetiyle devam ederken tenha bir yerden Abdullah bin Revaha’nın gür sesi bütün eshap tarafından işitildi. Abdullah bin Revaha (Radıyallahu anh) şöyle nida ediyordu:
— Ey müslümanlar, Ey Resûlüllahın eshabı! Biz evlerimizden çıkarken şehid olmak ve islâmm izzetini yüceltmek için çıkmadık mı? Biz ölürsek, şehid olup irtihal eden kardeşlerimize kavuşuruz. Galip gelirsek Mûte’ye islamm bayrağını diker dünyada ve ahirette şerefe kavuşuruz, diyerek eshaba bir kat daha moral verdi.
   Hazreti Cafer girdiği küffar askerlerini pırasa gibi doğrarken arkadan bir düşman askeri sağ kolunu bir kılıç darbesiyle düşürdü. Sağ elindeki islam bayrağını bu defa sol eline alan Cafer Hazretleri o haliyle bile düşmana karşı koymaya devam ediyor ve mücadeleyi sürdürüyordu. Biraz sonra bir kılıçla da Cafer’in (Radıyallahu anh) sol kolunu kestiler. Fakat o hâlâ bayrağı bırakmıyor koltuğunun altında muhafaza etmeye çalışıyordu. Fakat artık takati kalmamıştı. Atından aşağı düşerek şehadet şerbetini içti.
   Hazreti Cafer’in şehid edildiğini duyan Abdullah bin Ravaha elinde yemekte olduğu et parçasını bir tarafa fırlatarak:
— Cafer öldükten sonra bana yaşamak yakışmaz diyerek, bayrağı kaptığı gibi oda düşman saflarına hücuma geçti. O da Hazreti Cafer gibi çok üstün kılıç kullanıyordu ve her vuruşta bazan iki bazen bir kafir kellesini kesip canını cehenneme yolluyordu.
   Müslümanların zayiatı çok büyük olmuştu. Nihayet Abdullah da şehid oldu. Bu sefer bayrağı Hazreti Halid almıştı. O gecenin karanlığından istifade ederek askerlerin yerlerini değiştirdi. Sabah savaşa sağdaki askerleri sola soldakileri de sağa alarak başladı.
   Bu harp taktiği düşmanın aklına gelmemişti. Onlar müslümanlar’a yeni takviye kuvvetler gelmiş zannederek çareyi kaçmakta buldular ve savaş alanını terkettiler. Böylece Halid bin Velidin kumandasındaki İslam askeri 100 bin kişilik düşmana galip gelmiş zafer 15 bin kadar müslümana nasip olmuştu
www.ihvanlar.net

PAYLAŞ
Etiketler