Hadisler Korunmuş mudur?

 Kur’an-ı Kerim Zikri (Kur’an’ı) biz indirdik, ve mutlaka onu koruyacak olan da biziz” (hicr 9) ayetiyle sabittir ki Allah’ın korumasındadır. Hiçbir harfinde, kelimesinde bir eksiltme veya fazlalaştırma yapılamaz. Yapılamadı da…
   Peki, hadisler yani Hazreti Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem)in hadis ve sünneti korunmuş mudur? Bunun için bir gerekçe var mıdır?
AÇIKLANMASI EMREDİLİYORSA KORUNACAK DEMEKTİR…
   Bu hususta Kur’an-ı Kerimin aklını kullananlara verdiği müthiş bir mesaj vardır. Şimdi o mesaja dikkat çekeceğiz.
    Hicr 9. ayette Kur’an’ın korunmasından bahsederken ayette direkt olarak “Kur’an” buyrulmuyor. “Kur’an” yerine “zikir” ifadesi geçiyor. Bunun bir sebebi var.
   Nahl Suresi 44. Ayette ise Kur’an-ın açıklama yetkisinin Peygamberimize verildiği buyrulurken de Kur’an yerine “zikir” ifadesi geçiyor.
   “Sana da zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye.” (Nahl/44)
   “Zikri açıklaman için, Zikri biz koruyacağız”
   Burada çok derin bir mana var.
      Zikrin korunduğu ve zikrin açıklanması emrediliyor. İki hususta kıyamate kadar geçerli ise (ayet geçerli olduğuna göre) açıklaması ve uygulaması da kıymaete kadar geçerli olması lazımdır.
   Çünkü korunacak bir şeyin şayet açıklanması emredilmişse o açıklamaların da korunmuş olması gerekmektedir. Yoksa açıklanmasının emredilmesinin ne manası kalır?
   Yani hadis/sünnet sadece o döneme ait bir husus olsaydı kıyamete kadar geçerli olacak bir Kitapta “Peygamberin açıklaması” emredilmezdi.
 VERDİĞİ HÜKME RAZI OLUN, İTAAT EDİN
   Bunun yanında yine Resul’e itaat ve ihtilaflardaO’na müracaat edilmesinin emredilmesi Kur’an ile beraber Resul’ün beyanlarının da korunacağına işaret eder:
   “Münafıklara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an) ve Peygambere (hadis) gelin” dendiği zaman onların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.” (Nisa 61)
    “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde, mü’minlerin sözü ancak ‘işittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.” (Nur 51)
    “Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab 36)
   “Kim Resul’e itaat ederse gerçekte Allah’a itaat etmiş olur…” (Nisa 80)
   “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65)
Tüm bu ayetler birlikte ele alındığında hadis ve sünnetin de dolaylı yoldan korunacağının işaretini görmüş oluruz.
KUR’AN İLE FARKI NEDİR?
Bu noktada değinilmesi gereken husus şudur: Kur’an’ı Kerim harf, kelime yani lafız olarak korunmaktadır. Ancak hadisler için böyle bir şey söz konusu değildir. Hadislerin lafzı değişebilir, eksik olabilir. Önemli olan şey ifade ettiği manadır.
   Kur’an’a ilave yapılamaz, eksiltme yapılamaz. Ancak hadislere ilave veya eksiltme yapılması mümkündür.
   Kur’an ayeti uydurulamaz, uydurma sözleri hadis olmadığı halde hadis diye nakledenler vardır…
   işte tam bu noktada hadislerin nasıl korunduğu, sahih olarak bilinen hadislerin de uydurma olabileceği sorusu akla gelir. Kısaca değinelim:

NASIL KORUNDU?

   Hadis-i şerifler önceleri Kur’an ayetlerine karışır endişesiyle yazılmıyordu. Daha sonra Resulüllah Efendimiz hadis nakletmeyi serbest bıraktı. BURADAN BAKABİLİRSİNİZ
   Böylelikle hadis konusunda da sahabeler zihinlerini zorladılar ve Resulüllah’tan duydukları herşeyi “ilmi saklamamak” için gelecek nesle aktardılar.
HADİSLERİN YAZILMA TARİHİ RESULÜLLAHA YAKIN
    Öncelikle şunu söylemekte fayda var. Hadisler sistematik bir şekilde araştırılıp yazılmadan önce mütalaa ve müzakere yoluyla zaten birbirine aktarılıyordu. Yani inkârcıların iddia ettiği gibi sanki o günlere kadar hadis diye bir şey yokmuş da sonradan uydurmuşlar gibi bir şey yok, bu saçma bir iddiadır. Hadis-i Şerifleri notlar halinde bulunduranlar varsa da ekseri olarak hadisleri ders verme verme, mutala ve icazet yoluyla aktarılırdı.
   Hadis naklinde sıralama şöyle olmuştur:
(Hicri 1-110 Sahabe> 110-180 Tabiin>180-220 Tebe-i Tabiin> 220-260 Etbâu etbâı-tabiin> 260-300 etbâu etbâı etbâ-ı-tabiin
   Hadislerin yazılmasında tedvininde ilk üç neslin büyük önemi vardır.
   Peygamberimiz zamanında iman etmiş ama O’nu görememiş olanlara ve Sahabeleri görenlere Tabiin denir. Tabiin neslinden Said b. Müseyyeb, Ubeydullah b. Utbe, Urve b. Zübeyr, Ebubekir b. Abdurrahman, Harice b. Zeyd, Süleyman b. Yesar, Kasım b. Muhammed b. Ebi Bekir, Medineli 7 fakih olarak tanınmaktadır. İbrahim en-Nehaî, Salim b. Abdullah, Muhammed b. Sirin, Hasan-ı Basri, İbn Ömer’in azatlısı Nafi, İbn Şihab ez-Zühri de tabiin neslinden hadis ilmine hizmetleriyle tanınan alimlerdir.
   Tebe-i Tabiin; tabilerden sonra gelenlerdir. İlmi açıdan onlardan ders alanları kasdetmiş oluyoruz. Önemli bir kısmı sahabe torunu veya tabii çocuğudur.
   Tebe-i Tabiin nesli; tabiiler döneminde başlatılan yazılı rivayet, isnad faaliyeti, ravilerin tenkidi alanlarında konulmuş kuralları ve terimleri geliştirerek devam ettirdiler. Başta Ma’mer b. Raşid’in Cami eseri, İmam Malik’in Muvattaı olmak üzere bir kısmı günümüze kadar ulaşan bir çok hadis eserinin tasnifini gerçekleştiren nesildir. İbn Cüreyc, Said b. Ebi Arûbe, Reb’ b. Subeyh, Süfyan es-Sevri, Hammad b. Seleme, Abdullah b. Mubarek, Cerir b. Abdülhamid, Velid b. Müslim ve Süfyan b. Uyeyne hadis eseri telif ettiği kaynaklarda geçen tebe-i tabiin alimleridir.
   Halife Ömer b. Abdülaziz’in Medine valisi Ebubekir b. Muhammed b. Hazm’a gönderdiği talimatla resmi tedvin işlemini başlatmasıyla birlikte yazılı hadis metinlerinin çoğalmıştır. Hicri ikinci asrın ilk yarısında tedvin işi öyle yaygınlaşmıştı ki hemen her muhaddisin bir konuda hadis cüzü bulunmaktaydı.
   Yani zaten şifahi olarak nakledilen hadisler 2. Asırdan itibaren yazılı olarak nakledilmeye başlamıştı.
   Hadis-i şeriflerin yazım aşamasına alınması ile Peygamberimiz’den ve hadis alan sahabesi arasında çok kısa bir zaman olması hadislerin önemini artırmaktadır. Bir çok hadis-i şerifte âli isnat dediğimiz şekilde hadis-i nakleden ile Resulüllah arasında 3 ravi vardır. Bazılarında 5 ravi vardır.
   Yani biz 1400 yıl sonra ancak bize aktarılan kadarıyla bir hadisin sıhhatini araştırıyoruz. Bize ne kadar zor ise onlar için de o kadar kolaydır.
   Şunu da ekleyelim, hadislerin resmi olarak yazılmaya başlamasıyla birlikte ehil olmayanlarda işin içine girmeye başlamışlardır. Onlar hadisi ravisinden değil de sayfalardan almaktaydılar. İşte hadis alimleri bu tehlikenin farkına varmış ve bir çok alt konu barındıran “Semâ ve Kıraat, İcazet, Münavele ve Mükatebe, İ’lam, Vasiyyet ve Vicade,” gibi tedbirler almıştır.
TAKVA ÜST SEVİYEDE
   Peygamberimizin nuru daha sıcaklığını koruduğu o devirde İslam şeriatı tatbik edilmekle birlikte takva  zirvedeydi.
   Şuan sözde “dini korumak” adına hadis düşmanlığı yapılıyor ya, onlar bu dini korumak için daha hassastılar.
   Yani kısacası onlar İslamın, Kur’an’ın, Sünnetin, Şeriatın tam manasıyla yaşanması için mücadele edildiği bir zaman diliminde mücadele ediyorlardı.
   Onlar kendilerine İslamdan taviz verilmesi için baskı yapıldığı zaman zindanlarda işkenceler altında can vermeyi tercih ediyorlardı da taviz vermiyorlardı.
SON DERECE TİTİZLİK
   3. maddeye paralel olarak hadis alımında ve aktarımında da müthiş bir titizlik örneği göstermişler. Mesela hadis nakleden kişiye kimden aldığını soruyorlar şayet hadisi aldığı kişi hayatta ise kilometrelerce yolu o günün şartlarıyla kat ederek rivayet edilen hadisi yaşayan en yakın tanığından almak için sefere çıkmışlar.
   Ve herkesten hadis nakletmemişler, her aldıkları hadisi de kitaplarına koymamışlar. Rivayetlerin tümünü şartlarına göre eleye eleye öyle bir eser koymuşlar ki ortaya işte o yüzden ismi “sahih” olmuş.
HADİS HAFIZLIĞI, HAFIZA ve İCAZET
   Kur’an-ı Kerim nasıl korundu? Hafızlık yapısı ile değil mi? Hiçbir dinde olamayan “hafızlık” müessesesi ile. İşte hadisler de aynı yöntemle korunmuştur.
   O dönemde hafızalar bu gün gibi körelmiş değildi. Hafızayı körelten bunca boş iş ve meşgale yoktu. Yıllar sonra bile İmam-ı Şafi’nin okuduğu satırı ezberleyebilmesi, İmam-ı Muhammed’in bir hafta hafız olması meşhurdur.
   Ancak yine de herkes hadis nakletmez, erbabına bırakırlardı. Aynen Kur’an hafızları olduğu gibi hadis hafızları da vardı. Kur’an nasıl hafızlık müessesiyle korunmuş ise hadislerin korunma şekillerinden en mühimi hadis hafızlığıdır.
   Hadis hafızlığı daha zor bir daldı. Çünkü hadis hafızı yüzbinlerce hadisi Nakledenlerin sırasıyla Resulüllah’a kadar ravileri, ravilerin yaşantılarını, hallerini, durumlarını ve hadislerin konularını bilmek zorundaydı.
    İşte hadislerin dolaylı yoldan korunmuş olmasının en büyük göstergelerinden birisi de budur.
   Hadisler aynı şekilde erbabından ders olarak alınmak ve tedrisatını bitirenlere icazet verilmek suretiyle de sağlam bir şekilde nakledilmiş, erbabı olmayanların bu alana girmemeleri sağlanmıştır.
ŞARTLAR ORTAYA KOYDULAR
   Yukarıda dediğimiz onlar yaşantılarıyla örnek, öncü takva zatlar olduklarından, Resulüllah’ın söylemediği bir sözü nakletmekten sakındıkları için çok titiz davranıyorlardı. Bu sebeple sahih hadis ilminde tavizsiz kurallar koydular. Bir hadisin sahih olabilmesi için taşıması gereken şartlardan ilk olarak İmam-ı Şafi söz etmiştir. İmam-ı Şafi sahih hadis tanımında ravilerin adalet ve zabt vasfını ön plana çıkartır. Humeydi ise isnadın muttasıl olmasını ön plana çıkartmıştır.
   Bazı şartlar şöyledir:
a) Ravilerin tamamının adalet ve zabt sahibi olması
b) İsnadın muttasıl olması. İsnadın muttasıl olması başından sonuna kadar ravi düşmesi bulunmaması, yani her bir ravinin hadisi bizzat rivayette bulunduğu şahıstan alması gerekir. Buhari bunun için ravinin hocasıyla bizzat görüşmesini (likâ) gerekli görürken, İmam Müslim ravi ile hocasının aynı asırda yaşamış olmalarının (muâsarât) yeterli olacağı görüşündedir.
c) Sika bir ravinin, kendisinden daha güvenilir ravilere aykırı olarak naklettiği şaz bir hadis olmaması.
d) Hadisin sıhhatini engelleyecek illetin yani gizli kusurun bulunmaması. Bu illet denilen husus ancak hadis uzmanları tarafından farkedilebilen bir kusurdur. İlletli olduğu tespit edilen hadislere de muallel hadis denir.
SONUÇ
   Netice olarak denilebilir ki, Hadis konusu Ümmetin birleştiği bir meseledir. Sahih hadisler yukarıda belirtildiği üzere bağlanan kriterler neticesinde sağlam bir şekilde bize kadar ulaşmıştır. Hadis Usulü ve İlmi başlı başına bir alandır. Bütün bunlara rağmen hadisleri “korunmamıştır” diyerek reddetmek akıllı bir Müslümanın takınacağı tavır değildir.
www.www.ihvanlar.net

PAYLAŞ