DİNDE REFORMCULARIN SAPIKLIĞI

   Dinde reform… Dinde yenilik ve değişim. Fazlurrahman modeli… Light İslam…

   İlmihal Müslümanlığına karşı Kur’an Müslümanlığı. Münzel (indirilmiş) İslama karşı, diyalog ve hoşgörü çerçevesinde yeni bir İslam… gibi cereyanlar tutarlı ve cidi midir?

   Uydurulmuş bir İslam çıkartmak isteyenlerin gayeleri nelerdir?

   1923’te İsviçre’de Lozan müzakereleri sürerken, kapalı kapılar ardında, içlrinde hahambaşı Hayim Naum’un da bulunduğu bir heyet:
   Türkiye’de Mümkünse İslamı kaldırmak, değilse reforme etmek, temelinden değiştirmek hususunda birtakım kararlar aldıkları, tavsiyelerde bulundukları, protokoller yaptıkları konusunda rivayetler vardır.

   Son yıllarda ortaya atılan dinde reform, yenilikçi, tarihsellik, Light İslam hareketinin temelleri Lozan’ın gizli protokollerine dayanmaktadır.

   Amerika, kendi idaresinde, kendisine tabi bir “Birleşmiş Ortadoğu” projesini gerçekleştirmek için çalışıyor. Bu maksatla oryantalistler, uzmanlar, araştırıcılar çalışıyor, çareler ve çözümler araştırıyor, stratejiler planlıyor. Türkiye’de Light İslam, tarihsel İslam diye yeni bir din çıkartılacak, İslam dünyasına model olarak gösterilecek, her yola baş vurularak bu model benimsetilecek, kabul ettirilecek ve dünyada bir Pax Amerikana-Judiaca devri başlayacak…

Bu hayaller gerçekleşir mi?

   Böyle bir şey mümkün değildir. İslam dinini hükümleri kıyamete kadar değiştirilmeden baki kalacaktır. Kitabımız, Allah (Celle Celaluhu)’nün koruması altındadır.
Fakat ne yazık ki, son otuz-kırk yıl içerisinde Türkiyemizde; Kur’an’a, Sünnete, Şeriata, fıkha aykırı bir takım bidat cereyanları ve fırkaları ortaya çıktı. Bunların bazılarını sayalım:

1-MEZHEPSİZLİK
   İyi bilinmelidir ki mezhebsizlik, dinsizliğe köprüdür. Fıkıh mezheplerinin yıkılması Ehli Sünnet Müslümanlığının yıkılması demektir. Bu sebeple mezhepsizliği sapıklık olarak göreceğiz.

   Nitekim Zahid el-Kevseri: “Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür” buyurmuştur. Çağımızın büyük suni alimi Said Ramazan el-Buti: “İslam şeriatını tehdit eden en tehlikeli bidat mezhepsizliktir” adıyla bir kitap yazmıştır.

   Bazı şahıslar. “Asr-ı saadette mezhep var mıydı? Yoktu… O halde mezhep bidattir..” diyorlar. Hiçbir Müslümanın bu gibi safsatalara kanmaması gerekir. Asr-ı Saadet’te Mushaf da yoktu, sonradan bir araya getirilip yazıldığı için, bu gün elimizde bulunan Kur’an nüshalarına da mı bid’at diyeceğiz. Haşa!

   Mezhepler, ilk asırlarda Kur’andaki ve O’nun tefsirini yapan sünnetteki hükümlerin metodik bir şekilde bir araya getirilmesidir.

   Mezhepsizlik son yıllarda ortaya çıkan büyük ve yıkıcı bir bid’attir. Birtakım hafif akıllılar, fıkıh olmazsa Şeraitin de olmayacağını, Şeriat elden gidince dinin sadece bir isim ve resimden ibaret kalacağını anlayıp idrak edemiyor.

   Hukukta bir “Ceza hukuku”, bir de “Ceza Kanunu” vardır. Bir ülkede Ceza kanunu olmazsa orada Ceza Hukuku boşta, havada kalır. Cezaların tatbiki, suçluların cezalandırılması, hakların verilmesi, adaletin yerine getirilmesi, yargının icrası için cza kanunu şarttır. İslam dininin hükümlerinin bilinmesi ve hayata uygulanması için de mutlaka bir İslam fıkhının olması gerekir, işte mezhepsizler bunu anlayamıyor.

   Mezhepsizler, “Niçin dört mezhep? Mezhepler kalksın ve birlik olsun” diyorlar. Mezhepler kalkınca birlik olmaz, korkunç bir anarşi olur. Dört mezheb yerine binlerce, hatta yüz binlerce mezheb çıkar. Ümmet içinde birlik ve beraberlik kalmaz. Müslümanlar dini konularda çekişip tepişmeye başlar ve sonunda sıkıntıya düşer.

   Bazı kimseler müctehid olmadıkları halde ictihada yelteniyorlar. Kur’an-‘ı tefsir etmek hususunda yeterli bilgiye, ilme, ehliyet ve icazete sahip olmadıkları halde müfessirlik yapıyorlar. Allah (Celle Celaluhu)’nün ayetlerine kendi heva, re’y ve hevesleriyle yanlış manalar veriyorlar.

   Dini ilimleri okumamış, yeterli dini kültü olmayan cahil ve mukallid kimselere: “Kur’an’dan ve hadisden kendiniz hüküm çıkartınız” denilerek, dini sahada anarşiye yol açacak telkin ve teşviklerde bulunuyorlar. Bu şahıslar dini tahsili olmayan, ehliyet ve icazeti bulunmayan bütün cahil ve yetersiz Müslümanların Kur’an’dan hüküm çıkartabileceklerini iddia ederek, dinde anarşi ve bozulma meydana getirmek istiyorlar. Allah (Celle Celaluhu) hidayet versin. Amin…

2- KUR’AN MÜSLÜMANLIĞI
   Bazı kimseler, kendi kafasına, re’yine, hevasına göre “Kur’an Müslümanlığı” diye bir din çıkarmıştır. Bu kimseler, İslam’ın temel hüküm kaynaklarından üçünü inkâr etmekte, sadece Kur’an’ı esas aldığını söylemektedirler. Peki Kur’an’ın yorumlanmasında hangi metodu takip etmektedirler?

   Bu şahıslar: “Her Müslüman kutsal kitaptan kendi kafasına ve anlayışına göre hüküm çıkartabilir, onu yorumlayabilir” diyorlar. Ne kadar hatalı ve sakıncalı bir zihniyet ve metod! Evet, Kur’an-ı Azimüşşan elbette bütün Müslümanların kitabıdır, hidayet kaynadır. Ancak, ondan hüküm çıkartmak, O’nu tefsir etmek her müslümanın yapabileceği bir şey değildir. Tefsir ve hüküm çıkartma işi ve vazifesi; ehliyetli, liyakatli, icazetli müctehidlerin, müfessirlerin işidir.

   Abdullah ibn-i Abbas (Radıyallahu anh)’den rivayete göre Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Kim Kur’an hakkında ilme dayanmadan söz söylerse yani, Kur’an-ı kendi kafasına göre yorumlarsa cehennemdeki yerini hazırlasın” buyurmuştur. (Tirmizi, Tefsir:1, No:2951)

   Müslümanlar elbette Kur’an-ı Azimüşşanı okuyacaklar, tefsir tercüme ve meallerini inceleyecekler, bu kıraatten yararlanacaklardır. Kue’andaki kıssalardan, öğütlerden, uyarılardan ders, ibret, hisse alacaklardır. Ancak kesinlikle kendi heva ve reyleriyle kutsal kitaptan hüküm çıkartmaya yeltenmeyeceklerdir.

(…)
MEALCİLER!
   Zamanımızda ‘Mealciler’ adı verilen yeni bir fırka çıkmış olup, bunlar Arapça bilmedikleri halde Kur’anın Türkçe tercüme ve meallerini okuyarak din, fıkıh, şeriat hükmü çıkartmaya yeltenmektedirler.

   Din tahsili görüp din alimi olmayan cahil kimselerin dini konularda tartışmaları, işkembe-i Kübralarından konuşmaları, kendi nefis ve hevalarına göre fetva vermeleri, görüşlerini bildirmleri, dini konularda “Bana göre böyledir” şeklinde haddi aşmaları, İslam toplumu için büyük bir felaket, kaos ve kargaşadır. Şeytanın bu tuzağına düşmemeliyiz.

   Kur’an hepimizin kitabıdır ama, ilmi olmayanların ondan hüküm çıkarmalarına cevaz verilmemiştir. Kur’an-ı Kerim’de: “De ki! Hiç bilelerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer 9) buyrulmaktadır.

   “Halbuki onun tevilini Allah (Celle Celaluhu) dan başkası bilmez. İlimde yüksek payeye erenler ise, “Biz O’na inandık. Hepsi Rabbimiz katındandı” derler. (Bunları) salim akıllardan başkası iyice düşünemez.” (Ali İmran 7)

   Zamanımızda birtakım kimseler kendi rey, heva ve hevesleriyle Kur’an tercümeleri, mealleri, tefsirleri yazmışlar, bunları okuyan Müslümanların zihinleri karmakarışık olmuştur.

   1950’li yıllarda ehliyetsiz bir zat “Türkçe Kur’an” adıyla bir tercüme çıkartmıştır. Kur’an Arapçadır. “Türkçe Kur’an” demek yanlıştır, günahtır. Arapça metin, nazm-ı ilahidir, Türkçesi ise filan kulun ondan anladığı, çıkardığı manadır, lafız olarak kul sözüdür.

(…)
İLMİHALİ YOK SAYMAK İÇİN TEPİNENLER
   Bir şahıs ter ter tepiniyor: “İlmihal Müslümanlı bozuktur. Ben size Kur’an Müslümanlığını öğretiyorum” diyor. Şimdi Müslümanlar bu şahsın peşinden mi gitsinler, yoksa ilimde, ucu Resullerin Seyidi olan Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e dayanan nurani bir silsileye bağlı olan icazetli din alimi, dersiam Ömer Nasuhi Bilmen’e mi tabi olsunlar?

   Ömer Nasuhi Bilmen’in “Büyük İslam İlmihali” veya onun gibi başka bir ilmihal her Müslümanın başucu kitabı olmalıdır. İtikada, temizliğe, ibadetlere, ahlaka ait temel dini bilgileri muteber ilmihallerden öğrenilmelidir.

MEZHEPSİZLİK DİNSİZLİĞE KÖPRÜDÜR!
   Mezhepsizlik İslam dinini ve Şeriatını tehdit eden en tehlikeli bid’attir. Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür.

   Berberlik, terzilik, aşçılık gibi mezlekler ve işler bile ruhsatla, izinle yapılıyor. Bir hastaya damardan iğne yapmak ihtisas isteyen bir iştir. Kur’an ve hadislerden din ve şeriat hükmü çıkartmak bu işlerden bin kere zor, veballi, nazik bir iştir. Her önüne gelenin İctihad yapmasını, Kur’andan hüküm çıkarmasını arzu edenlerde hiç vicdan, akıl, izan, mantık yok mudur?

MEZHEPSİZLİK MÜSLÜMANLAR PARÇALAR!
   Mezhepsizler, bidatçiler, reformcu ve yenilikçiler yüzünden Müslümanlar paramparça oldu. Her kafadan ayrı bir ses çıkmaya başladı. Müslümanlar içinde din birliği ancak fıkıhla, mezheple sağlanır. Bir İslam topluluğunda, bir İslam ülkesinde Müslümanlar dini konularda tartışırlarsa tefrika çıkar ve sonunda hepsi birden zelil ve rezil olurlar. Düşmanlarımız bizim birlik olmamızı istemiyor, bizim kardeşlerimizle çekişip tepişmemizi istiyor. Onların ekmeklerine yağ sürmeyelim.

(…)

KUR’AN İLE YETİNMEYE ÇALIŞANLAR
   Şimdilerde “Kur’anla yetime” çağrılarıyla toplumu Kur’andan ayrı düşürecek bir yönelişe, sünnet gibi bir yorumdan onu soyutlamaya çalışanlar görülmektedir. Kur’an yanlısı olduklarını iddia eden bu kişiler, Kur’an’ı, sünnet gibi en güvenilir ve evrensel nitelikli çerçeve yorumundan ayrı olarak ele alıp anlatmaya kalkışan keyfi İslam arayışı içindeki kimselerdir.

SÜNNETLE KARŞI ÇIK!
   Hazreti Ali (Radıyallahu Anh) hazreti Abdullah b. Abbas (Radıyallahu Anhuma)yı Haricilerle münazara ve görüşmeye gönderirken: “Onlara ayetlerden delillerle karşı çıkma, Sünnetle karşı çık” talimatını vermişti.

   Hazreti Ali (Radıyallahu Anh)ın bu talimatının anlamı bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Çünkü hariciler zaten bazı ayetleri kendilerine göre tevil ederek başkaldırmışlar, Müslümanlardan ayrılmışlardı. Sünnetteki çerçeveyi onlara hatırlatmak, Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin anlayış ve uygulamalarını önlerine koymak, kimbilir belki düştükleri yanılgıdan onları kurtarabilirdi. Hazreti Ali (Radıyallahu anh) işte bu tesbit ve ümit içinde o talimatı vermiş olmalıdır.

   Bu günde durum aynıdır. Sünneteki yorum çerçevesi ve uygulama örnekleri dikkate alınırsa, en azından usul hatası yapılmamış ve ayetlerin tevilinde yanılgıya düşülmemiş olur. Aksi halde yorumları disipline etmenin imkanı yoktur.

   Bize göre asıl acı olan, Kur’an’a karşı çıktığı için alçaltılmış olan değil, belki keyfi yorumlara gidebilmek maksadıyla “Kur’andan başka delil yoktur” deyip kendi aklınca yorumlayarak aynı duruma düşmektir…

   Bu nokta üzerinde yeniden, ısrarla ve dikkatle durmak ve meseleyi ciddiyetle müzakere etmek gerekmektedir.

Mehmet Talu – Arifan Dergisi
www.ihvanlar.net

PAYLAŞ