Mehmed Said Hatipoğlu’nun hadis ilimlerine ve muhaddislere karşı saygısızlığı

HATİPOĞLU’NUN (MEHMET SAİD) HADİS İLİMLERİNE VE MUHADDİSLERE KARŞI SAYGISIZCA YAKLAŞIMI

Ankara İlahiyat’ın Emekli Hadis Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Said Hatipoğlu’nun, Mehmet Görmez’in İDE’sindeki yeni dönem açılış dersinde yaptığı konuşmasından kısa bir video sosyal medyaya düşmüştür. Hatipoğlu bu kısa videoda, hadise ve hadis ilimlerine olan “oryantalist” bakış açısını, ne yazık ki talihsizce tekrar etmektedir.

Öyle ki Hatipoğlu söz konusu konuşmasında, Ahmet b. Hanbel’in Müsned’inde gelen bir hadisi şerifi, Yahudi Müsteşrik Goldzier’in bakış açısına göre değerlendirmekte, bunu açıkça ifade etmekte ve İslam alimlerinin ittifakla “sahih” kabul ettikleri Buhari ve Müslim hadislerini, muhaddislerimizi ve Hadis Usulü ilimlerini yerin dibine batırmakta, İslam alimlerinin hadisi anlayamadıklarından söz etmektedir. Bu bağlamda, Yahudi Müsteşrik Goldzier’in, hadisleri İslam alimlerinden daha iyi anladığı iddiasıyla adeta övgü dizmektedir. Güya, ele aldığı bir hadisi şerifle ilgili gerçeği, muhaddislerimizden ve hadis ilimlerimizden öğrenemediğini, hocası Tayyib Okiç’in yönlendirmesiyle Goldzier’den öğrendiğini sitemle ifade etmektedir.

(Bkz. https://twitter.com/osmanncavus/status/1196413445022912513?s=12 ).

Hatipoğlu’nun kısa videodaki talihsiz iddialarının yanlışlığını ve bunların gerekçelerini maddeler halinde şu şekilde sıralamak mümkündür:

1-Hatipoğlu’nun sözünü ettiği hadisin anlamı şöyledir:

Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v)’in, “Kureyş’ten (gençlerden, çocuklardan, tecrübesizlerden) oluşan bir kabile ümmetimi helak edecektir” sözü üzerine sahabe; “O zaman bize ne emredersiniz ya Rasülellah?” diye sorar. ‪Peygamber (s.a.v.) de, (Ümmetim) onlardan uzak dururlarsa (iyi olur)” şeklinde cevap verir.

(Buhari, Menâkıb, 25, 4/177, No: 3604; Müslim, Fiten, 74, 3/2236, No: 2917; Ahmed, 2/301. Bkz. Buhari, Fiten, 3; Nevevi, el -Minhâc Şerhu Müslim, 18/248; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 7/511; 14/9; Aynî, Umdetü’l-Kârî, 15/53, 54).

2-Ravi, Ebu Abdurrahman Abdullah, babası Ahmed b. Hanbel’in, ölüm hastalığındayken hadis hakkında söylediği şu açıklamayı ekler:

Bu hadise bir işaret koy (yani araştırılsın), zira bu Nebi (s.a.v.)’den gelen (bazı) hadislerle örtüşmemektedir. Yani [Hz. Peygamber (s.a.v.)’in], ‘kulak verin, itaat edin ve sabredin’ hadisini kastetmektedir.” (Ahmed, 2/301).

Aşağıda genişçe temas edeceğimiz üzere Hatipoğlu, Ravi Abdullah b. Ahmed’in bu açıklamasını, Goldzier’den edindiği bilgiye dayanarak “bu hadisin silinip atılması olarak” anlamaktadır.

3– Hatipoğlu’nun videoda ifade ettiği, “senediyle metniyle hadisin Buhari ve Müslim’de de aynısı var” sözünden, sanki, Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah’ın söz konusu açıklamasının da Buhari ve Müslim’de mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Halbuki Buhari ve Müslim’de gelen hadiste, ravi Abdullah’ın bu açıklaması mevcut değildir. Aksine Buhari ve Müslim’deki hadis, “(Ümmetim) onlardan uzak dururlarsa (iyi olur)” ifadesiyle son bulmaktadır.

Bunun yanında, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’indeki hadisle, Buhari ve Müslim’deki hadis, bütün olarak aynı olmadığı gibi senetleri de farklıdır. Hatipoğlu ise, -Buhari ve Müslim’i örselemek amacıyla, “Müsned’deki hadisin metin ve senediyle birlikte, Buhari ve Müslim’deki hadislerin aynısı olduğunu” söylemektedir. Müsned hadisi ile Buhari ve Müslim’in senetleri arasındaki farklılığı aşağıda izah edeceğiz.

4-Müsned’deki rivayetin senedi, “Abdullah, babası Ahmed, Muhammed b. Ca’fer, Şu’be, Ebu’t-Teyyâh, Ebû Zür’a ve Ebu Hureyre” şeklindedir. (Ahmed, II/301).

Buhari’deki rivayetin senedi, “Muhammed b. Abdurrahim, Ebu Ma’mer İsmail b. İbrahim, Ebu Üsame, Şu’be, Ebu’t-Teyyâh, Ebû Zür’a ve Ebu Hureyre” şeklindedir. (Buhari, Menâkıb, 25, No: 3604).

Müslim’deki rivayetin senedi ise, “Ebubekir b. Ebi Şeybe, Ebu Üsame, Şu’be, Ebu’t-Teyyâh, Ebû Zür’a ve Ebu Hureyre” şeklindedir. (Müslim, Fiten, 74, No: 2917).

İmamların hocaları istisna edildiğinde, Buhari ve Müslim’in senetlerinin aynı olduğu, Müsned’deki senedin ise bunlardan farklı olduğu görülmektedir. Şöyle ki:

Buhari ve Müslim rivayetinde gelen rivayetin senedinde, Şu’be’den hadisi alan Ebu Üsame’dir. Müslim’in hocası İbn Ebî Şeybe, hadisi Ebu Üsame’den direkt alırken, Buhari’nin hocası Ebu Ma’mer, hadisi Ebû Üsâme’den almıştır. Yani, Buhari’deki rivayetin senedine, Müslim’den farklı olarak, Ebu Üsame’den sonra Ebu Ma’mer girmiştir.

Buhari ve Müslim, rivayetlerinin altında, Şube’den itibaren kendilerine gelen birer “mütâbi’” isnadı da zikretmektedirler. Bilindiği gibi “mütâbi’”, sahabeden sonraki asırlardan itibaren gelen ve hadisi destekleyen diğer isnadlardır. Bu şekildeki desteklemeye de “mütebeât” denir. Hadislere daha güçlü bir destek sağlayan “şâhid” ise, bir hadisin, sahabeden itibaren gelen diğer isnadlarıdır. (Bkz. Abdullah Sirâcüddîn, Şerhu’l-Manzûmeti’l-Beykûniyye, s. 128).

Söz konusu hadiste Buhari’nin mütâbii, Şu’be’den sonra gelen “Ebû Dâvud ve Mahmud” rivayetiyle gelen isnaddır. Müslim’in mütâbii ise, yine Şu’be’den sonra gelen “Ebû Davud, Ahmed b. Osman en-Nevfelî ve Ahmed b. İbrahim ed-Devrekî”dir. (Buhari, Menâkıb, 25, 4/177, No: 3604; Müslim, Fiten, 74, 3/2236, No: 2917). Bu isnaddaki Ebu Davud, sünen sahibi bildiğimiz Ebu Davud es-Sicistânî (v.h.275) değil, Müsned sahibi ve hadiste 7. tabaka olan Ebu Davud et-Tayâlisi (v.h. 204)’dir. (Bkz. Zehebî, Tezkitratü’l-Huffâz, I/257).

Müsned’deki hadisin senedinde ise, Buhari ve Müslim senetlerinden farklı olarak, Ahmed b. Hanbel’den hadisi rivayet eden “oğlu Abdullah”la, Ahmed b. Hanbel’in kendisinden hadis aldığı “Muhammed b. Ca’fer” bulunmaktadır. Yukarıda görüldüğü üzere, senette, “Şu’be”den sonra “Muhammed b. Ca’fer” yer almaktadır. Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah’ın sika ve sebt olduğu konusunda herhangi bir ihtilaf görülmemektedir. (İbn Hacer, Takrib, I/381, No: 3550; Suyuti, Tabakâtu’l-Huffâz, s. 310, No: 660). Buhari ve Müslim senedindeki ravilerde ise zaten kusur bulunamaz.

Muhammed b. Ca’fer’in (Ebu Abdullah Gunder el-Basrî) ise, genel olarak sika olduğu belirtilmekle beraber, bazı alimlerin değerlendirmesinde bazen “gaflet sahibi olduğu belirtilmektedir. Ebu Hâtim, onun “sadûk” olduğunu ve “Şu’be”den rivayet ettiği hadislerin dışında kalan rivayetlerinin delil olarak kullanılamayacağını fakat, araştırma için yazılıp tespit edileceğini belirtilmektedir. İbn Hacer de onun “sika” (güvenilir) olduğunu belirtmekle beraber bazen “gaflet” ettiğini söyleyen muhaddislerdendir. Dolayısıyla Muhammed b. Ca’fer’in, belli dönemden sonra bazen gaflet sahibi olduğu belirtilmektedir. Bu durumda Muhammed b. Ca’fer’in gaflet sahibi olduğu dönemde rivayet ettiği hadisler ihtiyatla karşılanacaktır. (Buhari, Tarîhu’l-Kebîr, I/57, 58, No: 119, Muhakkik Mustafa Abdülkadir Atâ’nın 119 no’lu dipnotu; Zehebi, Siyeru A’lâmu’n-Nübelâ, /58, 59, No: 1482; İbn Hacer, Takrib, 2/160, No: 6492).

5-Ahmed Muhammed Şakir, Şuayb Arnavut ve Müsned şârihi Ahmet el-Bennâ, Hadis-i Şerif’in Müsned’deki isnadının sahih olduğunu söylemişlerdir.  (Ahmed el-Bennâ, el-Fethu’r-Rabbânî, 6/23; Ahmed Muhammed Şakir, Müsned, 6/231, No: 7992; Şuayb Arnâvût – Âdil Mürşit, Müsned, 13/381, 382, No: 8004).

Yukarıda senette bulunan Muhammed b. Ca’fer (Gunder el-Basrî)’in, hadisi Şu’beden almış olması, hakkında sonradan ortaya çıkan “gaflet sahibi” değerlendirmesini bertaraf etmektedir.  Ayrıca, Buhari ve Müslim’de gelen diğer isnadlar dolayısıyla da hadis, tamamıyla güçlenip “sahih” hale gelmektedir. Bu bakımdan Ahmed el-Bennâ, Ahmed Muhammed Şakir ve Şuayb Arnavud da hadisin isnadının sahih olduğunu söylemişlerdir.

Hatipoğlu ise, videoda görüldüğü üzere, Goldzier’in öğretisiyle önce Müsned hadisini yok saymaktadır. Bundan hareketle de “aynı hadistir, bu silinip atılmışsa o da silinip atılmalıdır” yaklaşımıyla, Buhari ve Müslim’de gelen hadisi de adeta çöpe atmak istemektedir. Dolayısıyla Hatipoğlu, Goldzier’e dayanarak, Kur’an’dan sonra en güçlü dini delil olan Buhari ve Müslim gibi kaynaklarda gelen “müttefekun aleyh” bir hadisi örselemiş olmaktadır. Hatiboğlu, bu yaklaşımındaki temelinin azılı Yahudi Müsteşrik Goldzier olduğunu da açıkça ifade etmektedir.

6-Hatipoğlu’nun iddiasına göre, ravi Abdullah’ın, söz konusu hadise ek olarak getirdiği açıklamada yer alan “ıdrıb alâ hâze’l-hadis…” ifadesi, -güya- hadisi silip atmak anlamına gelmektedir. Bunu da Goldzier’den öğrendiğini söylemektedir. Halbuki, ulaşabildiğimiz çok sayıdaki sözlükte, “garibu’l-hadis” kitaplarında ve şerhlerde, “darabe alâ” kalıbının böyle bir anlama geldiği konusunda açık bir ifadeye rastlayamadık.

Diğer yönden, “darabe alâ”; Kehf Suresi, 18/11’de olduğu gibi “uyutmak” (Lisânü’l-Arab, I/503) ve “empoze etmek, baskı yapmak ve zorlamak” anlamlarına gelmektedir (İlyas Karslı, Arapça Türkçe Yeni Sözlük, s. 1455).

Birinci anlama göre hadisin ibaresi, “o hadisi şimdilik delil alma!”, “o hadiste şüphe var” gibi bir anlam kazanacaktır. Hatipoğlu’nun Goldzier’den aktarıp amel ettiği üzere, bu ibarenin, “hadisi silip atmak” anlamına geldiği söylenirse, hadislere karşı itinasız davranılmış olur. Halbuki bir muhaddis bunu yapamaz. Zira, şüpheli hadislerin araştırılması amacıyla yazılıp korunmaları gerekmektedir. (Bkz. İbn Salah, Ulûmu’l-Hadîs, s. 121, 122; Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 214).

İkinci anlama göre ise hadisin ibaresi, “bu hadise bir işaret koy, üzerinde duralım” veya “araştırılsın” şeklinde bir anlam söz konusu olacaktır ki bu da sonuç itibariyle birinci durumdaki mana ile aynıdır.

Öyleyse, her iki durumda da hadis atılmamış, aksine korunmuş olmaktadır. Hadisin, bugün Müsned’de yer alması ve bize kadar intikal etmesi de Abdullah b. Ahmed’in o hadisi atmadığını ve koruduğunun delilidir.  Yoksa o hadis bugün yerinde olmazdı, Müsned’de göremezdik. Nitekim Hadis Usulü ilminde kural olarak, çok zayıf veya uydurma olmadığı sürece bir rivayet, araştırma amacıyla yazılır ve korunur. (Bkz. İbn Salah, Ulûmu’l-Hadîs, s. 121, 122; Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 214; Abdullah Sirâcüddîn, Şerhu’l-Manzûmeti’l-Beykûniyye, s. 63-65).

Cerh-ta’dil kitaplarında ise bu kalıbın, “hadisin terkedilmesi” anlamına geldiği yerlere rastlamak mümkündür. Bu da hadisin atılması anlamına değil, araştırılana kadar hükmünü uygulamamak demektir.

Nitekim İbn Salah, “darabe alâ” kalıbının, kadim hadis usülü kaynaklarında, durumundan şüphelenilen hadisin, yazıya dokunmayacak şekilde fevkına bir hat çekmek, yarım daire koymak veya “sıfır” işareti koymak şeklinde olduğunu, çizginin yazıya karışması halinde ise buna “şakk” dendiğini haber verir. Bu şekilde işaretlenen hadis, başka isnatları beklenerek veya başka şeyhlerden/hocalardan dinlenerek durumu aydınlatılacaktır. Bu yüzden hadis yazılışında kazıyarak yok etme anlamına gelen “hekk” uygun görülmemiş ve “hekk”, töhmet olarak kabul edilmiştir. (İbn Salah, Ulumu’l-Hadis, s. 198-200; Sehavi, Fethu’l-Muğîs, 3/99, 100).

Sehavi de İbn Salah’ın değindiği görüşlere temas etmektedir. Sehavi’nin aynı sayfada, üzerine (fevkına) çizgi çekilen yazının, o yazıyı “ilgâ etmek” anlamına geldiğini söylemesinden kastettiğinin de o yazıyı silip atmak değil, o yazının durumu aydınlanıncaya kadar o yazının askıya alınması, yani, ifade ettiği hükmün dondurulması ve hükmünün geçici olarak ibtalidir.  (Bkz. Sehavi, Fethu’l-Muğîs, 3/99 Bkz. Razi, Muhtaru’s-Sıhah, s. 624).

7-Ahmed b. Hanbel elimizdeki Müsned’i, 750 bin civarındaki hadisten seçerek 30-40 bin’e düşürmüş bu günkü şekle getirmiştir. (İ. Lutfi çakan, Hadis Edebiyatı, s. 35). Ahmed b. Hanbel’in bu araştırması hayat boyu da sürmüştür.

Dolayısıyla Ahmed b. Hanbel, derlediği hadisleri sürekli “teharri”, yani araştırma içinde olmuş ve zaman zaman oğlu Abdullah’tan, sıhhatinden şüphe ettiği hadislere, araştırılmak üzere işaret koymasını istemiştir. Ahmed b. Hanbel’in, illetli olabileceğini düşündüğü veya senedinde yalnız kaldığını fark ettiği ravilerin bulunduğu diğer hadislere de bizzat kendisinin işaret koyduğu ve bunu oğlu Abdullah’ın, “darebe ale’l-hadis” ibaresiyle haber verdiği görülmektedir. Ahmed el-Benna, İbnü’l-Cevzi’den nakille, Ahmed b. Hanbel’in başına işaret koyduğu bazı hadisleri “münker” olarak nitelediğini haber vermektedir. (Bkz. Ahmed, 2/301; 4/442; 5/251; İbn Kudame el-Makdisi, el-Müntehab mine’l-Ileli li’l-Hallâl, s. 50-52, 205; Ahmet el-Bennâ, el-Fethu’r-Rabbânî, 23/122).

Abdullah b. Ahmed (Ebu Abdurrahman), diğer bir hadisin senedinde, Mutezile’den Amr b. Ubeyd’in yer alması dolayısıyla, babası Ahmed b. Hanbel’in,  (başka isnatlarla da gelip gelmediğinin) incelenmesi için hadise işaret koydurduğunu aynı ibare (darebe ale’l-hadis) ile haber vermektedir. (Ahmed, 4/442). Bu hadis de Müsned’de yer aldığına göre, söz konusu ibare, hadisin silinip atılması anlamına gelmiyor demektir.

Ahmed b. Hanbel’in Ilel’in de gelen bir rivayette de Abdullah b. Ahmed, babasının “münker” gördüğü bir rivayete, “ıdrıb aleyhi” diyerek işaret koydurduğunu haber vermektedir. (Ahmed b. Hanbel, Kitabu’l-Ilel ve Ma’rifeti’r-Ricâl, 2/381).

8- O halde, siyak ve sibaka göre “darebe alâ” kalıbı bazen, mecazi anlamda, “hadisi veya başka bir metni terketmek” anlamına gelebilirse de Ahmed b. Hanbel’in Müsnedi’nde konu edilen hadis hakkında da bu anlama gelmeyeceği, aksine, rivayette şüphelenilen herhangi bir illetten dolayı bilahare bakılmak ve şimdilik tavakkuf etmek üzere o hadise konulan bir işaret olduğu anlaşılmaktadır. Şayet böyle olmasaydı da “hadisleri silip atmak” anlamına gelseydi, bu hadisleri biz bugün Müsned’de göremezdik. Başka bir ifadeyle, bu hadislerin bugün itibariyle Müsned’de mevcut olması, bu ibarenin, “hadisleri silip atmak” anlamına gelmediğinin açık delilidir.

9-Suudi Arabistan ve Konya Dini Yüksek İhtisas Merkezi (Haseki) Öğretim Görevliliği’nden emekli olan ve derin ilminden mükerrem irfanından bolca istifade ettiğimiz Muhterem Hadis Hocamız Dr. Nurettin Boyacılar Bey Efendi’ye de konuyu te’yit için mesajla sorduk. Kendisi, onca yaşına rağmen mesajıma ilgisiz kalmayıp cevap verdiler. Fakir’e gönderdiği mesajda, “Müsned’de gelen isnadıyla hadisin senedindeki bir ravinin yalnız kalması dolayısıyla “münker” olduğunu ve diğer isnatlarla da “sahih” hale geldiğini bildirmişler. (“Allah ondan razı olsun, hayırlı ve sağlıklı uzun ömürle, hadis üstatlığı misyonunun devamını bahşetsin, ömür boyu ‘rızâ-i Bârî’ için öğretip yaydığı ilmin bereketini ihsan etsin!” Amin!).

Ne var ki Ahmed b. Hanbel ve bazı muhaddisler, “münker” kavramını, cumhurun aksine, hadis usulünde bilinen ve zayıf hadis çeşitlerinden biri olan “münker hadis” anlamına kullanmamaktalar; aksine, “ferd-i mutlak anlamına kullanmaktadırlar. (Zehebi, el-Mevkıza fi Ulumi Mustalahi’l-Hadîs, s. 77, 78; Zafer Osman Ahmed et-Tehânevi, Kavâid, fi ulumi’l-Hadis, s. 259, 260. Bkz. Suyuti, Tedribü’r-Ravi, I/367).

Hadis usülü ilminde “garib hadis/fert hadis”in bir çeşidi olan “ferd-i mutlak”’ın bir diğer adı da “garib-i mutlak”tır. “Garip hadis”, herhangi bir tabakada, bir râvînin yalnız başına rivayet ettiği ve başka râvîler tarafından rivayet edilmeyen hadistir. Garabet, yani rivayette tek kalma, isnadın başı olan sahabe tarafında meydana geliyorsa, buna “ferd-i mutlak” denilir. “Garib hadis” demek, illa zayıf hadis anlamına gelmez. Aksine, hüküm olarak “garib hadis”, zayıf, hasen ya da sahih olabilir. (Bkz. Zehebi, el-Mevkıza fi Ulumi Mustalahi’l-Hadîs, s. 77;  Zafer Osman Ahmed et-Tehânevi, Kavâid, fi Ulumi’l-Hadis, s. 249, 258, 259; Abdullah Sirâcüddîn, Şerhu’l-Manzûmeti’l-Beykûniyye, s. 87-89).

Söz konusu müsned hadisi, yukarıda belirttiğimiz gibi hem senedinin sahih olması hem de Buhari ve Müslim isnatlarıyla sahih hale gelmektedir.

Konuyu, Türkiye’mizde bulunan çok sayıdaki diğer bazı hadis otoriteleriyle de mütalaa ettik. Kendilerine buradan dua ve teşekkürlerimizi iletiyoruz.

 10- Hadis Usülü ilminde ise “münker hadis”, -tercih edilen tanıma göre- adalet ve zabt yönünden zayıf bir râvînin, sika râvîye aykırı olarak rivayet ettiği ve rivayetinde tek kaldığı hadistir. Münker hadis, zayıf hadisler arasında yer aldığından dolayı reddolunur, karşıtı olan “ma’ruf hadis”le amel edilir. Münker hadisin karşıtı, “mar’uf hadis”tir. “Ma’ruf hadis”, zayıf râvînin rivayeti karşısında tercih olunan sika râvînin hadisidir. Kısaca, münker hadis karşısında delil olarak, maruf hadis kabul edilir. (İbn Salah, Ulûmu’l-Hadis, s. 80, 81; Suyuti, Tedribü’r-Ravi, I/272, 363, 367; Zafer Ahmed Tahânevî, Kavâidü fî Ulumi’l-Hadis, s. 42).

Kezâ, ravi hakkında ileri sürülen “sadûk” hadis tenkit kavramı; “ta’dil”in dördüncü derecesindeki lafızlardan olup, râvînin zabtının yetersizliğini ifade eder. Bu sıfatla nitelenen bir râvînin hadisi “az zayıf”tır ve bunun “hasen” olma ihtimali vardır. İşte, “sadûk” ravinin rivayeti, araştırma maksadıyla yazılır, sika râvîlerin rivayetleri ile karşılaştırılır. Onlara uygunsa dinde delil olarak kabul edilir, aksi halde dinde delil olmaz. (Ebûbekr el-Hatib el-Bağdâdî, el-Kifâye, I/120; İbn Salah, Ulûmu’l-Hadîs, s. 121, 122; Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 214; Zafer Ahmed Tahânevî, Kavâidü fî Ulumi’l-Hadis, s. 249; Abdullah Sirâcüddîn, Şerhu’l-Manzûmeti’l-Beykûniyye, s. 63-65).

Yukarıda belirttiğimiz gibi, söz konusu Müsned hadisi hakkında “münker”den kasdedilen bu anlam olmadığını tekrar etmek isteriz.

11-Müsned’deki söz konusu hadis hakkında şu durum da göz ardı edilmemelidir: Ahmed b. Hanbel’in oğlu ve Müsned’in ravisi Abdullah’ın, Müsned’e zaman zaman ilaveler yaptığı vakidir. Abdullah, bunları da açıkça belirmektedir.

Hatipoğlu’nun sözünü ettiği ifade de ravi Abdullah’a ait bu ilavelerden biridir. Yani Abdullah’ın ziyadesi, hadisten değildir. Bunun yanında Ravi Abdullah, Ahmed b Hanbel’in bu hadis hakkındaki “ıdrıb alâ hâze’l-hadîs” sözünü sekarat-ı mevt’te (ölüm hastalığında) söylediğini de ifade etmektedir. (Ahmed, 2/301). Hatipoğlu ifadesinde bu sözün sekarat’ta söylendiğini de sanki gizlemektedir ya da unutmuştur. Zira sekarat’taki bir şahsın aklı başında olmayabilir. Bu durumda sözlü ve fiili tasarrufları da geçersiz olur.

12-Bazı şârihler, ravi Abdullah’ın hadisin sonunda yaptığı açıklamalardan özetle şunu çıkarmışlardır:

Ravi Abdullah’ın babası Ahmed b. Hanbel’den naklettiği açıklamasında belirtilmek istenen endişe, idarecinin kötülükleri karşısında ona isyan edilmesi ihtimalinden dolayı toplumda kaosun ortaya çıkmasıdır. Bu bağlamda müminin hem dini konusunda ihtiyatlı olmasının gerektiğine hem de toplumda kargaşaya neden olacak durumlardan kaçınılması gerektiğine işaret edilmektedir.” (Ahmed Muhammed Şakir, Müsned, 6/231; Bennâ, el-Fethu’r-Rabbânî, 6/23; Şuayb Arnâvût – Âdil Mürşit, Müsned, 13/381, 382, No: 8004).

Ahmed b. Hanbel’in oğluna verdiği talimatın asıl gayesinin belirtilen endişeden ziyade, hadisin araştırılmasıyla ilgili olduğunu yukarıda açıklamıştık. Nitekim hadis, sadece, fitneci idarecilerden uzak olmayı önermekte, müdahil olmayı önermemektedir. (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 14/9).

13-Hadisi şerifte geçen “lev şart edatı, buradaki haliyle şart değil, temenni bildirmektedir.  Zira, “lev” şart edatının cevabı mahzuftur. Mahzuf (gizli) olan cevap, “le-kâne hayran” (daha iyi olurdu) ifadesidir. (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 14/9; Aynî, Umdetü’l-Kâri, 15/53, 54; Aynî, Umdetü’l-Kâri, 15/53, 54). O halde hadisi şerifte, “mutlak uzak dursunlar” anlamından ziyade, temenni ve tavsiye anlamı vardır.

Diğer bir deyişle hadis sadece, bir köşede ayrı durmayı, dolaylı olarak zulme destek vermemeyi, yani onlarla beraber olmamayı tavsiye etmektedir. Kaldı ki günah olan hiçbir konuda kimseye itaat edilmeyeceğini emreden açık nasslar mevcuttur. (Bkz. Maide, 5/3; Müslim, İmâre, 39). Bunun yanında hadis, Buhari ve Müslim tarafından da rivayet edildiğine göre, hadisin ana metninin sıhhatinde şüphe yoktur.

Öte yandan, Ahmed b. Hanbel gibi alim ve fazıl bir şahsiyetin, sahih olduğunu bildiği bir hadis hakkında, “gizlesek mi acaba” diye bir düşünceye kapılması mümkün değildir. Nitekim Abbasiler devrinde, etrafında yer alan sapkınların etkisiyle Mutezile cereyanına inandırılan halife Me’mun ve Mu’tasım tarafından Ahmed b. Hanbel, “Kur’an’ın mahluk olduğu” görüşünü onaylamaya zorlanmıştı. Yahudilikten ve Yunan felsefesinden neşet eden bu bidat inancı onaylamayınca uzun yıllar, zindanda kanlı işkencelere maruz bırakılmıştır. Bu kadar eziyete rağmen inancından ve amelinden en ufak bir taviz vermeyen Ahmed b. Hanbel (r.aleyh)’in, “makbul” olan bir hadisi gizleme gibi bir düşünceye sahip olması mümkün değildir. Zira ilim, Allah’ın emanetidir. Bu emanet kötüye suiistimal edilirse, bu durum ümmetin sapıtmasına yol açar. Bu yüzden Allah Teâla, alimlerden gerçeği söyleyeceklerine dair ezelde söz almıştır. (Ali İmran, 3/187; Araf, 7/169; Fatır, 35/32). Bu sorumluluğu hakkıyla ifa edenlere de en büyük değeri vermiş (Ali İmran, 3/18; Zümer, 39/9; Mürselât, 77/5, 6); emaneti suiistimal edenlere ise ağır ceza vadetmiştir. (Bakara, 2/174-176; Ali İmran, 3/77. Bkz. Bakara, 2/145; Ali İmran, 3/7).

14-Yapılan bu teknik izahlardan açıkça anlaşılmaktadır ki, Müsned’de Abdullah b. Ahmed’in babasından nakille asıl hadise ek olarak getirdiği açıklamada yer alan “ıdrıb alâ hâze’l-hadîs…” ifadesinin, “hadisi silip atmak” anlamına gelmediğini bir kez daha anlamış oluyoruz.

O halde Hatipoğlu’nun, müsteşrik Goldzier’e kapılarak ve Müsned hadisinde yer alan ravi ziyadesindeki anlamı da yanlış yorumlayarak, “Ahmed b. Hanbel bu hadisi silip atmıştır” diyerek hem Müsned hadisini hem de bu hadise kıyasla Buhari ve Müslim hadisini de örselemenin, ne kadar büyük bir yanlış olduğu ortadadır. Böyle bir iddia, sahibini de gülünç ve zor duruma düşürmektedir. “Hadisi silip atmak” demek, o hadisi “çok zayıf” (şedîdü’d-da’f) veya “mevzu” (uydurma) kabul etmek demektir. Çünkü sadece çok zayıf hadislerle mevzu hadisler atılır, az zayıf (yesîru’d-da’f) olan hadisler ise araştırılmak üzere yazılır ve korunur.  (Bkz. İbn Salâh, Ulûmü’l-Hadîs, s. 121, 123; Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 214; Abdullah Sirâcüddîn, Şerhu’l-Manzûmeti’l-Beykûniyye, s. 63-65).

Öte yandan Ahmed b. Hanbel’in, zayıf hadisle amel etmeyi, kişisel görüşe uymaya tercih eden muhaddislerden olduğu da belirtilmektedir. (Abdullah Sirâcüddîn, Şerhu’l-Manzûmeti’l-Beykûniyye, s. 63).

15-Müslümanların, hadislerin ve hadis kaynaklarının değerini, hayatlarını dinimizi dejenereye vakfeden ve sahalarında özel yetişmiş oryantalistlerden değil, kendi alimlerimizin değerlendirmelerinden öğrenmeleri gerektiği açıktır.

16-İslam alimlerinin ittifakla kabulüne göre Buhari ve Müslim’in birlikte rivayete ettikleri hadisler, sahih hadis sıralamasında ilk sırayı alırlar. (İbn Salâh, Ulûmü’l-Hadîs, s. 27, 28; Suyûtî, Tedribü’r-Râvi, I/224). Buhari ve Müslim’in birlikte aynı sahabeden rivayet ettikleri hadislere “müttefekun aleyh hadis denilir. (Suyûtî, Tedribü’r-Râvi, I/224). Müttefekun aleyh hadisler, bütün muhaddislerin ortak görüşüne göre, Kur’an’dan sonra gelen en sahih haberlerdir. Cürcâni, “Muhtasar”ında bu hükmü ifade ederken, onun eserini şerh eden Leknevi de bu hükmü daha kuvvetli bir üslupla yineleyerek, “bu konuda şarkın garbın bütün muhaddislerinin ittifak ettiklerini” vurgulamıştır. (Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 146).

Sıhhat bakımından Buhari hadisleri, Müslim hadislerinden daha güçlüdür. (İbn Salâh, Ulûmü’l-Hadîs, s. 18; Suyûtî, Tedribü’r-Râvi, I/203; Leknevî, Zaferu’l-Emânî, s. 146). İbn Salâh, ilim ehli fukahanın şu konuda ittifak ettiği görüşünü nakletmektedir: “Bir kimse, Buhârî’deki bütün hadislerin sahih olduğuna ya da bu hadislerin tamamının Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sözü olduğu konusunda talaka yemin etse, yeminini bozmuş olmaz.” (İbn Salâh, Ulûmü’l-Hadîs, s. 26). Aynı bilgiyi Suyûtî de nakletmektedir. (Suyûtî, Tedribü’r-Râvi, I/203).

Dolayısıyla bir hadis, Buhari ve Müslim’de birlikte rivayet edilmişse, orada akan sular durur. Fakat müsteşrikler durmaz, tersine giderek, Kur’an-ı Kerim’den sonra en güçlü dini kaynakları yıpratmaya ve değerini yok etmeye gayret ederler…

17-Buhari ve Müslim hadisleri aleyhine görüş ve eleştiriler, tamamıyla müsteşrikler ve Fazlurrahman gibi gizli müsteşrikler tarafından ortaya atılmıştır. (Bkz. Fazlurrahman, Tarih Boyunca İslâmi Metodoloji Sorunu, Çeviren: Salih Akdemir, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2013, s. 59, 63, 65, 72, vd.). Nitekim, Hatipoğlu’nun, vieoda Goldzier öğretisi olarak aktardıkları da bunu te’yit etmektedir.

18-Modernistlere/tarihselcilere/Fazlurrahmancılara göre bu hadisi şerifteki asıl sıkıntı şudur: Fazlurrahmancılar, oryantalistlerin öncülüğüyle Peygamber Efendimizin gelecekten/kıyamet alametlerinden/gaipten haber verdiği bütün hadisleri şüpheli, hatta uydurma sayarlar. (Bkz. Fazlurrahman, Tarih Boyunca İslâmi Metodoloji Sorunu, s. 56-59; İ. Hakkı Ünal, “Seçmeci ve Eleştirel Yaklaşım veya Hz. Peygamber (s.a.v.)’i Anlamak”, İslami Araştırmalar, Cilt: 10; S ayı: 1-2-3, 1997, s. 55; MEB, İmam Hatip Liseleri Hadis, 2012, s. 114, 115, İ. Hakkı Ünal’den naklen).

Müsteşrikler, Ebu Hureyre (r.a.) hadislerini de sorunlu görürler. Çünkü, Rasülüllah (s.a.v.) Efendimiz’in dizinin dibinden ayrılmayan başarılı bir “Suffe” talebesi olarak Hz. Peygamber (s.a.v.)’den en çok hadis rivayet eden ve sağlam tariklerle hadisleri bize en çok ulaşan odur… Bu makaleye konu olan hadisimiz de malum Ebu Hurayre (r.a.) rivayetiyle gelmektedir.

19-Hatipoğlu, müsteşrik Goldzier’den aldığı yanlış ve yanlı bilgiye dayanarak, Müsned’de gelen bir hadis hakkında, Ahmed b. Hanbel’den oğlu Abdullah’ın aktardığı ek açıklamaya uygun olmayan bir anlam vererek, haksız yere Buhari ve Müslim hadisini dövdürmektedir…

Kanaatimizce Hatipoğlu, bu suretle bir taşla iki değil, çok sayıda kuş vurmaktadır. Şöyle ki:

a-Tüm Hadis külliyatını örselemektedir.

b-İslam Dini’nin bel kemiği olan Buhari ve Müslim’i örselemektedir.

c-Hadis usulünü örselemektedir.

d-Yahudi Goldzier kâfirini överek cümle İslam alimlerinin üzerine çıkarmaktadır.

e-Bu talihsiz yaklaşımla, alimlerimizi de azılı Yahudi kafir oryantalist Goldzier’e dövdürmüş olmaktadır. (Güya muhaddislerin hiçbiri konuyu anlayamamış ya da kasten o gerçeği saklamışlar, Goldzier ise o gerçeği ortaya koymuş da (!) Hatipoğlu da Goldzier’den o gerçeği öğrenmiş ve bunu bize aktarıyor…)

Demek ki Hatipoğlu’nun asıl hocası veya İslam’ı anlamada inanıp itimat ettiği şahsiyet, Goldzier vb. müsteşriklerdir, İslam alimleri değildir.

20-Hatipoğlu kendisi, iyi (!) bir “tarihselci” ve Türkiye’de tarihselciliğin iki babasından biri olarak kabul edilmektedir. (İkincisi de Mehmet Aydın). Görmez, Özafşar, Erul, İ. Hakkı Ünal, Kırbaşoğlu ve Yavuz Ünallar da Hatipoğlu’nun kendi dünyasında özel olarak yetiştirdiği talebeleri olarak bilinmektedir. Nitekim, videoda görüldüğü üzere, Hatipoğlu’nun bu vahim iddiaları ileri sürdüğü kürsüde Hatipoğlu’nun yanı başında oturmaktadır. Hocasını İDE’ye şeref konuğu olarak çağırdığı ve Bünyamin Erul’un da dinleyiciler arasında yer aldığı, videoda geçen diyalogdan anlaşılmaktadır.

21-Hatipoğlu tarihsellik bağlamında, özel yazdığı bir makalesinde de, miras ve ceza hukuku ayetlerinde belirtilen hükümlerinin bugün geçerli olmadığına işaret ederek, “bugünün mühendis kızlarına, doktor kızlarına biz bu ayetleri anlatamayız” demektedir. Çoğu eserinde de bunları zikretmekten hiç çekinmemektedir. (Bkz. Hatiboğlu, İslâmiyât, C. VII, Sayı.1, s. 12 vd. Tenkit için bkz. Salim Öğüt, “’Kur’an-ı Kerim’de Mahalli Hükümler Meselesi’ Üzerine Bir Değerlendirme”, İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, Konya, 2006, Sayı: 8, Yıl: 2006, s. 11-38).

Halbuki Kur’an-ı Kerim’deki ibadet, aile, miras ve ceza hukukuna ilişkin hükümlerin “müfesser” hükümler olduğu, ayrıca bunların tevile, tahsise ve uygulama şekli dışındaki ana hükümlerde içtihada açık olmadığı ittifakla kabul edilen bir husustur. Diğer bir ifadeyle bu tür hükümler “taabbudi” hükümlerdir.

Taabbudi”, akılın alanına girmediğinden illeti bilinmeyen, hikmet ve maslahata dayalı olarak çağa göre değişmeyen, içtihada kapalı, sabit ve değişmez mutlak dini hüküm (emir/yasak) demektir. Taabbudi hükümler, hikmet ve maslahata göre veya çağa göre değişmez. Sırf Allah (c.c.) emrettiği için hikmetine bakılmadan teslim olunup itaat edilir. İçtihat alanına veya akıl yürütmeye kapalıdır. Nassta açıkça belirtilmediği sürece taabbudi hükümlerin akılla illeti belirlenemez. Dolayısıyla zamanla değişebilecek hükümler değil, sabit hükümlerdir. Bu konuda da İslam âlimlerinin ittifakı vardır. (Şâtıbî, el Muvâfakât, II/, 585, 592, 593; Zekiyyüddin Şa’bân, Usûlü’l-Fıkhi’l-İslâmî, s. 46, 344). Taabbudi hükümlerin sadece neshe ihtimali varken, Rasülüllah (s.a.v.)’in vefatıyla bu kapı da kapanmıştır. (Zeynüddin Kasım b. Kutlubuğa, Şerhu Muhtasarı’l-Menâr, s. 83).

22-Hatipoğlu, Ahmed b. Hanbel’in Buhari ve Müslim’in hocası olduklarını da belirterek, Buhari ve Müslim’in hadislerinin, Ahmed b. Hanbel hadislerinden üstün olamayacağını imâ etmektedir. Böyle bir yaklaşım, hiç de isabetli değildir. Zira, hadis ilminde bir kimseden hadis alan kimse, mutlak manada hadis aldığı kimsenin talebesi anlamına gelmez. Nitekim özellikle hadisçiler çok sayıda raviden veya muhaddisten hadis almışlardır. Bazen karşılıklı rivayetler ve büyüğün küçükten rivayeti de olmuştur. Bir raviden veya alimden hadis almak, hadis alanın, hadis aldığından daha alim olamayacağı anlamına da gelmez. Nitekim, ömrü boyunca hadisle meşgul olan bir alimle, hadis ilmi yanında diğer İslami ilimlerle meşgul olan bir alimin, hadis değerlendirme dereceleri veya hadis ilmindeki statüleri farklı olabilecektir. Buhari ömrünü hadisle geçirmiştir, Ahmed b. Hanbel ise, hadis yanında fıkıhla da meşgul olmuştur. Nitekim kendisi, hadis imamlığı yanında 4 mezhepten Hanbeli Mezhebi’nin imamıdır. Buhari ve Müslim de hadis ilminin en büyük iki imamıdır.

Öte yandan, ilimlerde çoğu zaman sonraki gelenler, öncekilerin geldikleri seviyenin üzerine koymuş olacaklarından, tekerleği daha ileri çevirebilme fırsatına sahiptirler. Nitekim yukarıda, Buhari ve Müslim hadislerin tamamının sahih kabul edildiğini ve Kur’an-ı Kerimden sonra en sahih ve sağlam kaynak olduklarını arz etmiştik. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde ise sahih ve hasen hadislerin yanı sıra, zayıf hadislerin varlığı da kabul edilmiştir. (Abdulfettâh Ebu Gudde, Zafer Ahmed Tahânevî’nin Kavâidü fî Ulumi’l-Hadis Muhakkiki, s. 69, dipnot 1; İ. Lutfi Çakan, Hadis Edebiyatı, s. 36).

Buna mukabil Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i, ilk hadis sahifelerini ihtiva etmiş, o devirde münakaşalarda esas alınan ve sahih olduğu ispat edilebilecek hadisleri toplamıştır. (İ. Lutfi Çakan, Hadis Edebiyatı, s. 35, 36). O nedenle Buhari, Müslim ve Ebu Davud gibi imamlar ondan hadis almışlardır. Nitekim, Ahmed b. Hanbel hadiste sekizinci tabaka iken, Buhari ve Müslim dokuzuncu tabakada yer almıştır. [(Suyuti, Tabakâtu’l-Huffâz, 208, 271, 282. Üç büyük imamın doğum ve vefat tarihleri şöyledir: Ahmed b. Hanbel (H. 164-241), Buhari (H. 193-256), Müslim (H. 204-261)].

SONUÇ

Yakın tarihte müşteşrikler tarafından İslami ilimlere ve kaynaklarına karşı yapılan saldırılar büyük ölçüde meyvesini vermiş görünmektedir. Günümüzde artık İslam Dini’ni, kaynaklarını ve İslam alimlerini yıpratma ameliyesi, bazen iyi niyetle de olsa artık müsteşriklere ihtiyaç duyulmayacak bir şekle dönüşmüştür.

Yukarıda maddeler halinde açıklandığı üzere, Prof. Dr. Mehmet Said Hatipoğlu’nun, Ahmet b. Hanbel’in Müsned’inde gelen bir hadisi şerifi, Yahudi Müsteşrik Goldzier’in görüşüne teslim olmakla büyük bir yanılgıya ve trajikomik bir duruma düşmektedir. Hatipoğlu, Goldzier’e teslim ettiği bakış açısı neticesinde de Müsned hadisini ve bu hadisten hareketle, Kur’an-ı Kerimden sonra en güçlü dini delil olan Buhari ve Müslim’in birlikte rivayet ettikleri, sıhhatinde en ufak bir şüphe bile bulunamayan bir hadisi hiçe saymaktadır. Hatipoğlu’nun bu tavrındaki asıl amacı ise, İslam’ın en güçlü ikinci ve üçüncü kaynağı olan Buhari ve Müslim’in “Sahih”lerini yıpratmaktır. Nitekim o bağlamda, Buhari ve Müslim’de zayıf hadislerin mevcut olduğunu söyleyerek hemen taşı gediğine koymaktadır. (Hatipoğlu’nun bu yaklaşımı bazı talebelerinin görüşlerine göre daha ehvendir. Nitekim Biz, “Fazlurrahmancılık” anlayışı doğrultusunda, Hz. Peygamber (s.a.v.)’den sadır olduğu kesin de olsa, “toplumda uygulanamayan ve toplumun kabul etmediği hadislerin dini bir değerinin olmadığı” görüşünü haykıran talebelerini de biliyoruz. Bkz. http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=427 ). Bu noktadan hareketle de Hatipoğlu, ümmete orta yolu gösteren İslam alimlerini, muhaddisleri, hadis usulünü ve İslami ilimleri örselemekte, Yahudi müsteşrik “Goldzier’in bilip de İslam alimlerinin bilemediği bir mesele” iddiasıyla da İslam alimlerimizi adeta tezyif ve tahkir etmektedir.

Hatipoğlu ve benzerlerinin bu türden tutumları, gerçekten izahı kabil olmayan trajikomik bir durumdur. Çevresince duayen kabul edilen ve doksanına merdiven dayamış emektar bir ilahiyat hocasının, ömrü ahirinde hala bu tür yaklaşımlar ileri sürmesi ve -kendi ifadesinden anlaşıldığı üzere- oryantalistleri kendine rehber edinmesi de son derece üzücüdür.

Bize düşen, İslam alimlerimizin hayatlarını vakfederek büyük fedakarlıklarla ve ortak akılla ortaya koydukları İslami ilimlere göre Dinimizi öğrenmeye çalışmak, yolumuzu, Kur’an ve Sünnet’ten süzülmüş bu ilimlerle aydınlatmaktır. Bu hususta biz, Görmez başta olmak üzere, Hatipoğlu’nun yetiştirdiği Özafşar, Erul, İ. Hakkı Ünal ve Yavuz Ünal gibi ilahiyatçıların da oryantalist düşüncelere sahip olduklarını, hadis ve hadis usulü ilimleri başta olmak üzere İslami ilimlerini örseleyen yazılar kaleme aldıklarını ve bu fikirlerini Diyanet’te yayınlanan eserlere de yansıttıklarını pekâlâ biliyoruz… (1)

Gözmez, DİB Başkanlığından uzaklaştırıldıktan sonra büyük maliyetlere kurduğu dev müessesesi, “Uluslararası İslam Düşünce Enstitüsü”nde, sistemli bir şekilde ve yoğun bir tempo ile, yanına aldığı ekip arkadaşlarıyla birlikte aynı faaliyetleri sürdürmektedir. Sakarya, Samsun, Yalova ve Denizli gibi bazı İlahiyat Fakülteleriyle oluşturduğu ortak çalışma protokolleri de işin cabası…

Bu bağlamda biz, İslami ilimlere, kaynaklarımıza ve İslam alimlerinin Kur’an ve Sünnet’ten süzülmüş orta yollarını korumak yolunda bu tür tenkit yazılarımızı büyük emeklerle kaleme almaya gayret ediyoruz. Bundan dolayı belli çevrelerin, her fırsatta zâtımızı hedef alan yıpratıcı eylem ve çalışmalar içerisinde olduklarını da biliyoruz… Bu hususta Mevlamız’a sığınıyor ve ona tevekkül ediyoruz. Şükürler olsun ki artık Devletimiz, doğrudan milli bekamızı tehdit eden, dini ve milli kültürümüz üzerinde çevrilmek istenen dolaplara çoktan muttali olmuş, Milletimizin basireti de artık bu sisli ortamı ayırt etmeye başlamıştır…

Hatipoğlu’nun bu denli sakat düşüncelerinin yanında, 1998 yılında Ankara İlahiyat’ta İslam Hukuku Anabilim dalında girdiğim “doktora yeterlik sınavında” gösterdiği alicenaplığı da bir anekdot olarak anlatmak, eleştirilerimizdeki maksadın kişilerin şahsiyetleri rencide etmek olmadığını ortaya koymak açısından yararlı olacaktır. Şöyle ki:

Söz konusu doktora yeterlilik sınavında Hatiboğlu kendisi Jüri Başkanı idi. Yukarıdaki fikirleriyle o sınavda da Fakir’i ceza ve miras hukuku gibi alanlarla ilgili dini hükümlerin tarihsel bakış açısıyla anlaşılması gerektiği ve usül ilimlerindeki bazı kavramların asılsız olduğu, “mevrid-ı nassda içtihada mesağ yoktur” külli kaidesinin yanlış olduğu gibi konularda sıkıştırmaya çalışmıştı. Bunun yanında, Fazluurahman ve Musa Carullah’ın fikirlerini de benimseyip benimsemediğimi de sormuştu. (Fazlurrahman ve Musa Carullah’ın sakat fikirleri ve bu fikirlerin tenkitleri için, makalemiz sonundaki (1) no’lu dipnotta yer alan 12 ve 13 numaralı linklere bakınız). Fakir, o zaman henüz Carullah’ı tanımasa da o fikirlerin yanlış olduğunu ve onları kabul etmediğini, rahmetli İbrahim Çalışkan Hocam’ın oluşturduğu jüri huzurunda deklare etmişti. (Görmez, Özafşar ve Erul da izleyici olarak orada bulunuyorlardı). Buna rağmen, sınav sonucuna ittifakla “100” puan verildiğini, Sosyal Bilimlere götürmek üzere o zamanki Anabilim Dalı Başkanı İbrahim Hocam’ın bana teslim ettiği açık evrakta bizzat görmüştüm. Yani, Hatipoğlu’nun da “100” notu verdiği anlaşılıyordu. Tabii ki o bir başlangıç mıydı, siyaset miydi bilemiyoruz. Ayrıca, rahmetli İbrahim Çalışkan’ın dürüstlüğüne ve dürüst insanları sahiplendiğine de hep şahit olmuşumdur ki sınavın ev sahibi ve yetkilisi de -makamı cennet olsun- İbrahim Hocam idi…

Hatiboğlu’nun yetiştirdiği meşhur bazı öğrencilerinin, fikri uyuşmazlığa düştüğü kişileri biçmek ve yollarını kesmek üzere, namus iftirası dahil olmak üzere, en kötü vicdanların bile nefret edeceği her türlü yöntemle mücadelelere giriştikleri, hayatta olan hatırı sayılır ve toplumun yakından tanıdığı seçkin kimselerin şahadetleriyle sabittir… Bu gerçek karşısında Hatipoğlu’nun, yukarıda belirttiğimiz jestini anmak zorunda kalıyoruz. Dua ve temennimiz, Hatipoğlu’nun sakat fikirlerini ölmeden önce düzeltip, kendi dünyasında yetiştirdiği öğrencilerine de örnek olmasıdır. Yoksa aynı fikirlerle yetiştirdiği talebeleri dolayasıyla da ahirette ayrı bir sorumluluğun terettüp edeceği muhakkaktır…

Mevla bizi, hakk’ı hak bilip Hakk’a ittiba eden, batılı da batılı bilip batıldan içtinap eden; dinine, devletine ve milletine hâdim olabilen sâlih kullarından eylesin. Milletimizi ve Ümmeti Muhammed’i her türlü sapıklıktan ve sapkınların şerrinden muhafaza eylesin, bu tür tehlikelere karşı âgâh kılsın. Amin!

19.11.2019

Dr. Ahmet GELİŞGEN

www.ahmetgelisgen.com

(1) Yukarıda sözü edilen konuda önceki yıllarda kaleme alıp web sitemizde yayınladığımız bazı makalelere ait linkler:

1)GÖRMEZ’İN SÜNNET VE HADİS TANIMI, MÜSTEŞRİKLERİN TANIMLAMALARIYLA MAALESEF AYNI!
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=427

2)GÖRMEZ, FRANKFURT’TA, KUR’AN’I ÖRSELEYEN SEMPOZYUMUN AÇILIŞ KONUŞMASINI MI YAPTI?
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=341#2018040981
3)KURAMER (TDV/29 MAYIS ÜNV.NE BAĞLI), KUR’AN’I İNKAR EDEN KİTAP YAYINLADI!
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=86#20180327117

4)TDV SEMPOZYUMUNDA, KUR’AN’IN KAYNAK DEĞERİNİ VE İÇERİĞİNİ ELEŞTİREN  (İNKAR EDEN) TEBLİĞLER
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=145#201803277909
5)“GÖRMEZ MÜSLÜMAN MI” DİYE SORAN KARDEŞİME!
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=176#2018032790
6)MEHMET GÖRMEZ “KUR’AN İSLAMI”NIN NERESİNDE?
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=162

7)GÖRMEZ: “İSLAMİ İLİMLER VE USUL İLİMLERİ DOĞRU DİNİ BİLGİYİ SAĞLAMIYOR; O YÜZDEN BUNLAR KALDIRILIP BUGÜN YENİDEN YAZILMALI(!)”
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=89#2018032787

8)GÖRMEZ’İ SAVUNAN HOCALARA ONUN ÖZET FİKİRLERİ
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=96#20180327122
10)GÖRMEZ: “BAŞÖRTÜSÜ TAABUDİ/BAĞLAYICI/DEĞİŞMEZ HÜKÜM DEĞİL, AHLAKİ/GEREKLİ OLMAYAN BİR HÜKÜMDÜR(!)”
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=88#201803277304

11)HASEKİ EĞİTİM MERKEZLERİ PROGRAMINDAKİ FACİA (MAHMUT AYDIN: “DİYALOG GEREĞİ, TÜM DİNLER CENNETE GÖTÜRÜR, DEMEK ZORUNDAYIZ(!); SON DİN İSLAM, TEK DOĞRU DİN DEĞİL(!)”
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=173#201903113707
12)GÖRMEZ, MUSA CARULLAH HAYRANI! MUSA CARULLAH’IN İSE AFET GÖRÜŞLERİ VAR!
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=160#20180327128
13)FAZLURRAHMAN AFETİ, GÖRMEZ VE DİYANET
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=149#20180327112
14)GÖRMEZ VE BÜNYAMİN ERUL: “CİBRİL HADİSİ PROBLEMLİDİR(!)”
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=104#201803278002
15)GÖRMEZ: “TECRİD-İ SARİH TERCEMESİ” HURAFELERLE DOLU, VE UYDURMA HADİSLER VAR(!); O NEDENLE BASMADIK”
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=93#20180327124

16)GÖRMEZ DİYALOGCU VE ILIMLI İSLAMCI MIDIR?
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=90#20180327220023
17)GÖRMEZ VE FETÖCÜLÜK
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=81#20180327220127

18)MUSTAFA ÖZTÜRK VE MEHMET GÖRMEZ İLİNTİSİ
https://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=170#2019031246

19)DİYANET’İN ÇAĞDAŞ DİNİ BİLGİ ÜRETME POLİTİKASI
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=150
20)İSAM/TDV KİTABI: “BEŞERİ DİNLER DAHİL, BÜTÜN DİNLER CENNETE GÖTÜRÜR!”/ ADNAN ASLAN
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=85#201803277401
21)DİYANET’İN, İSLAM’A GİRİŞ/EVRENSEL MESAJLAR ADLI KİTABINDA İSLAMİ ESASLARLA BAĞDAŞMAYAN ŞAŞIRTICI FİKİRLER
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=118#20180327220230
22)BARDAKOĞLU’NUN BAZI SAKAT GÖRÜŞLERİ (DEİZM YOLUNA DÖŞENEN TAŞLAR)
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=350

https://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=66#2019031285
23)ÖZAFŞAR’IN ŞAŞIRTICI FİKİRLERİ: “SAHABE HADİS UYDURMUŞ(!)”, HÂŞÂ! http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=147
24)ÖZAFŞAR’IN, EL-JEZEERA TV’DE FETÖ ÜZERİNDEN EHL-İ SÜNNET CEMAATLERİ HEDEF ALAN RÖPORTAJI
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=69
25)ÖZAFŞAR VE NECDET SUBAŞI (BAŞBAKANLIK BAŞDANIŞMANI)’NIN DİYANET TV’DE, EHL-İ SÜNNET’E AYKIRI YAKLAŞIMLARI VE DİNİ CEMAATLER HAKKINDAKİ FETÖ YAKIŞTIRMALARI
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=73
26)ÖZAFŞAR VE SAİM YEPREM’DEN TRT 2 TV’DE SKANDAL SÖZLER
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=68

27)YAVUZ ÜNAL’IN FİKİRLERİ (DİB ESKİ BAŞKAN YARDIMCISI), GÖRMEZ’İN FİKİRLERİNDEN GERİ KALMIYOR!
http://www.ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=71

 

28) ANKARA İLAHİYAT DEKANI İSMAİL HAKKI ÜNAL’IN FAZLURRAHMANCI FİKİRLERİNDEN BİR KESİT

PAYLAŞ