Yahudi güdümünde uyanan Dev: Çin
Üstad Kadir Mısıroğlu’nun kaleminden:
Çin’in Dünyâ’nın gelecekteki siyâsetinde en nâfiz bir güç olacağı görüşünün bütün teferruâtı ile burada saded dışıdır. Bununla beraber, bu hususta çok kısa bir izâhâtı gerekli görüyoruz:
Çin‘in bu gün 1.6 milyar olan nüfûsunun, en az üçyüz milyonu kayıtdışıdır. Bunlar ailelerin ikinci çocuklarıdır. Çünkü âilelerin birden fazla çocuk yapmaları kânûnen yasaktır. Böyle olunca her türlü hak ve hukûktan mahrûm olan bu 300 milyon insan, gündelik haşlanmış bir avuç pirinç mukâbilinde, bütün gün çalışmaya mecburdurlar. Bu Dünya’da en ucuz bir “emek” demektir. Daha şimdiden makineden ziyâde, el emeğine dayanan istihsâl sahalarında Çin, Dünya’yı dize getirmiş bulunmaktadır. Mesela, Türk ve İran halıları, Çin’de aynı kalitede ve fakat fiyat bakımından dörtte bir, beşte bir fiyatına üretilmekte ve bütün Dünya’ya satılmaktadır. Şu anda Dünya piyasalarına İran veya Türkiye’nin halı satma şansı kalmamıştır. Çin’in el emeğine dayanan ma’müllerdeki bu korkunç dampingi halıya münhasır da değildir.
Buna ilâveten Çin’in, bugün, Amerikan Üniversiteleri‘nde okumakta olan 5 milyon gencinin bulunduğunu düşünmek, bu ülkenin yakın bir gelecekte ekonomik bir güç olarak ne duruma geleceğini anlamak için kâfîdir sanırız.
Çin, tarihte bizim ilk ve en ehemmiyetli komşumuzdur. Bugün de Türk Âlemi’nin en büyük bir parçası olan Doğu Türkistan’ı “Sinkiyank” (Yeni Hayat Ülkesi) adıyla esâreti altında inim inim inletmektedir. Böyle olduğu halde Türkiye’nin siyâseten Çin’e ve burada vâkî olmakta bulunan gelişmeye ilgisiz kalması şâyân-ı teessüftür. Halbuki Osmanlı Devleti ömrünü tamamlamasına az bir zaman kalmışken, Çin’le büyük ölçüde ilgilenmiş ve Sultan Abdülhamidmerhum, hilâfet siyâsetinin parlak bir zaferini bu alaka sayesinde temin etmişti. Şöyle ki; 1900 yılında Çin’de ortaya çıkan milliyetçilik hareketi, “Boxer” isyanı adıyla bilinen bir başkaldırma ile Batılı diplomatları büyük bir tedhîşe muhatab kılmıştı. İlk olarak cadde ortasında Alman Büyükelçisi Kettler ‘in öldürülmesi üzerine II. Wilhelm, Sultan Abdülhamid Han ‘dan yardım talep etmişti. Bu talebi, Çin’e müdâhale etmek için mükemmel bir bahâne olarak kullanan Sultan Abdülhamid, oraya bir heyet göndererek sükûnet telkininde bulunmuştu. Zira Çin’in o günkü beşyüz milyonluk nüfûsu içinde takrîben elli milyon Çin asıllı müslüman vardı. (4) Bunlar câmilerinde Cuma hutbelerinde Sultan Abdülhamid ‘in “halife” sıfatıyla adını zikrediyor ve ona duâ ediyorlardı. Abdülhamid ‘in Mirlivâ Enver Paşariyâsetinde gönderdiği bu heyet, Çin’e ulaştığında isyan yatışmış olmakla beraber her tarafta onun sükûnet telkin eden fermanı Çince olarak duvarlara asılmış ve Abdülhamid bu müdâhale sonunda Pekin’de komünist ihtilâline kadar devam etmiş bulunan “Pekin Hamidiye İslam Üniversitesi ” adıyla bir müessese kurmuştur.
Daha sonra 1904 yılında Japon-Rus harbi vesîlesiyle de Türkiye, Uzakdoğu’yla alâka kurmuş ve Japonlar’ın Rusları mağlub edip okyanusa açılan bütün gemilerini batırmış olmasından büyük bir memnûniyet duymuştu. Bugün bize ne oluyor ki, uyanan bu devi alâkasız nazarlarla takip etmekten nefsimizi müstağnî addediyoruz. Sadece Doğu Türkistan’da cârî olan Çin zulmü bile türk ve müslüman olarak Çin’i hassâsiyetle takip etmemizi gerektirmez mi? Kaldı ki, buna ilâveten yeni ve müdhiş bir sebeb zuhûr etmiş bulunmaktadır:
Yahudiler beynelmilel arenada icrâ edegeldikleri ifsad ve ihânetleri daima bir süper gücün arkasına saklanarak onun desteği vasıtasıyla yapmışlardır. 19. asır boyunca İngilizler’i ve 20. asırda Amerika’yı kullanan yahudiler, 21. asırda Çin’le birlikte hareket etmeye hazırlanmaktadırlar. Bu demektir ki, Çin yahudi desteğini de arkasına alarak bu asra damgasını vuracak bir “süper güç” olacaktır. Amerika ise orada yahudilerin çıkaracağı bir fitne sebebiyle eyâletler arası kavgaya sürüklenecek, binnetice üçe-beşe bölünecektir. Süper güç olmaya hazırlanan AB ise sıkı bir sûrette yahudi takibine mâruzdur ve azamî onbeş-yirmi sene sonra çatırdayıp parçalanmaya mahkûmdur.
Daha şimdiden yahudi sermayesi Amerika’dan Çin’e intikal etmeye başlamıştır. Bu intikal kemâle erince Dünya yeni bir şekil alacaktır. Nevi şahsına münhasır bir tarih mirasına mâlik olan Türkiye’den başka Dünya’da hiçbir milletin bu gelişmeye mukâbil bir süper güç olma vasfıyla karşı koyma şansı yoktur. Zira Türkiye için arzettiğimiz:
a- Âlemşümûl mefkûrenin geri gelişi,
b- Stratejik imkânları hâiz bir ülke
c- Nüfus gibi faktörler İslâm Dünyası’nda da hatır ve hafsalaya sığmaz bir gelişme kaydetmiş durumdadır. Yahudi siyâsî emellerine bağlı olarak İngilizler vâsıtasıyla bu âlemde gerçekleştirilmiş olan parçalanma ve bundan doğan zaaf Türkiye’nin İslâm’a meyletmesiyle kolayca aşılacak ve “başsızlık belâsı” nın bütün menfî neticeleri bertaraf olacaktır. Bu kaderin bir hükmüdür ki, biraz aşağıda fiilî delilleriyle izah olunmuşutr.
Diğer taraftan Çin’in hemen yanıbaşındaki Hindistan da 1 milyarlık nüfusuyla (5) Dünya ekonomik hayatı için ciddî bir tehlike arz etmektedir. Üstelik bu ülke sanayini de kurup, tamamlamıştır.
Amerika‘nın Afganistan‘a yerleşmek husûsundaki kararlılığının derûnî sebeplerini kavrayabilmek için, Çin ve onunla birlikte Hindistan‘ın vâd ettiği geleceğe dikkat etmek lâzımdır.
Amerika, gerek Çin’in, gerekse Hindistan’ın nüfûsunu yakın bir gelecekte “mikrop harbi” yle azaltma plânı peşindedir. Çin’i bir milyarın Hindistan’ı ise beş yüz milyonun altına indirilecek tedbir “şarbon mikrobu” hâdisedinde sâbit olduğu üzere miktrop üretimiyle gerçekleşcektir İnsan üzerinde öldürücü bir tesiri olan şarbon mikrobunu Amerikalılar’ın neden üretip depoladıklarını başka türlü izah mümkün değildir. Onun Afganistan’ı bir üs olarak seçmesi bu maksada bağlıdır. Batılılar, aynen yahudilerde olduğu gibi kendilerinden olmayanları acımak ve onları insan yerine koymak temâyülü nice zaman dan beri mefkuttur. Vaktâki Amerikan yerlisi kızılderililere tatbik ettikleri îtisaf (yok etme) ile bu iddiâmız sâbit ve gerçektir.
Siyonizmin, masonluğu da kullanarak bu kadar büyük bir nüfûsu yönlendirebileceğini kolay kolay söylemek mümkün değildir. Bununla beraber onlar bu şansı, -aynen Japonya misalinde olduğu gibi- denemekten geri kalmayacaklardır. Şimdiden görünen odur ki, Siyonistler geçen asırda nasıl İngiltere‘den Amerika‘ya intikal ettilerse de bu defa da benzer bir mecburiyetle karşı karşıya geleceklerdir. Zira Amerika‘daki şans ve nüfûzlarını -umûmî efkâr baskısıyla- kaybetmeye başlayacakları muhakkaktır. Bunun sebebi şudur:
Yıllardan beri Ortadoğu’da siyonizmin oynamakta olduğu meş’ûm rol, Onun nâfiz olduğu propaganda vasıtalarıyla setredilmekte ve İsrail, aslında bir kurt olduğu halde kuzu postuna büründürülmekteydi. Lâkin bugün televizyonun yaygınlaşması sebebiyle, İsrail zulümleri, her Allah’ın günü bütün Dünya halkınca canlı ve müşahhas bir sûrette seyredilmekte ve zihinlerde yerleşmektedir. İsrail propagandası ise bu zulümleri setretmek veya ters yüz etmek husûsunda ilk defa kifâyetsiz kalmış bulunmaktadır.
Bilhassa Amerika’da gelecek ilk seçimde adaylar, son seçimdekinin aksine olarak Yahudi desteği aramayacaklardır. Aksine umûmî efkârın gönlünü kazanmak için yaygın ve cesur bir şekilde -muhtemelen- Yahudilerin ve Siyonist emellerin aleyhlerinde konuşacaklardır. Bundan şikâyet edenlere verilecek cevap daha şimdiden hazırdır:
“-Böyle yapmasam, seçim kazanma şansım yoktur!”
Bu, karısı sabataist, kendisi de 30 yıllık siyâsetiyle mâlum bir şahsiyet olan Ecevit‘e bile Filistin’deki son hadiseler için“soykırım” dedirten bir mecbûriyettir. Şimdilik, kendisi için şeref teşkil etmeyecek bir sûrette geriye adım atmış olsa bile, onu aklen ve vicdânen bu sözleri söylemeye icbâr eden umûmî efkâr baskısıdır ki, yakın bir gelecekte bunu her ülkede, her siyasî lider kabullenmeye mecbur kalacaktır. Dünya umûm-ı efkârını yüzyıllardan beri aldatagelen Siyonizmin îcâdı olan son katliâmlar -kaç mâsum müslümanın hayatına mâl olursa olsun- İslâm’ın, Türklük’ün ve bütün insanlığın gözlerini açmak bakımından kâr hanesi, zarar hanesine kat kat fâik olan bir keyfiyettir. Daha şimdiden Siyonizm propagandası, bu hadiseler sebebiyle tarihte ilk defa olarak âciz kalmış ve iflâs etmiştir.
(1) Çin kaynaklan, oradaki müslümanların sayısını ittifakla olduğunun çok altında göstermektedir. Gerçi Çin’de ciddî bir nüfus sayımı yapılmış değildir. Ama yukarıda bahsettiğimiz “Boxer” isyanı sebebiyle Çin’e giden Türk heyetinin Sultan Abdülhamid Han’a verdiği rapor, Çin’deki müs-lümanlar ve onların sayıları hakkında şu bilgiyi ihtiva etmektedir:
“İslâmiyetin Çin’e girişi. Peygamberimizin yakınlarından Ebu Vak- kas’m himmeti ile olmuştur. Çin’de ilk cami, güney Çin’deki Kanton vilâyet merkezinde inşâ edilmiştir. Çin’in kuzeydoğu bölgesindeki Kansu ve Shensi illerinde, yirmi milyondan fazla müslüman vardır. Burası, Doğu Türkistan’a bitişik olduğundan, İslâmiyet’in Çin’de yayılmasına vesîle olmuştur. Çin’in diğer vilâyetlerinde de az çok müslüman mevcuddur. Bazılarına göre, bütün Çin’de elli milyona yakın müslüman olduğu belirtilmektedir.” (Taha Toros, Milliyet Gazetesi, 19 haziran 1972, s: 7)
1900 yılında Çin’in nüfusu beş yüz veya altı yüz milyon civarında tah min olunmaktaydı. Bugün Çin’in nüfusu 1.6 milyar olduğuna nazaran, oradaki müslümanların adedini yüzmilyonun üzerinde farzetmek yanlış ol maz. Bu rakama tamamı türk ve müslüman olan Doğu Türkistan halkı dâhil değldir. Bunlar Çin ırkından insanlardır.