KÜÇÜK EVLİYA

   Alâeddîn-i Sâbir hazretleri…. Hindistan evliyâsının büyüklerinden. 1196 (H.592)’da Rebîülevvel ayının on dokuzuncu Cumâ gecesi Hirat’ta doğdu. 1291 (H.690)’de vefât etti. İsmi, Ali Ahmed Sâbir bin Şah Abdürrahîm’dir. Mahdûm Ali Ahmed Sâbir diye tanınmıştır. Lakabı Alâeddîn’dir.

   Annesi asil bir âileye mensûbtu. Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker’in kız kardeşi olan bu hanım, 1175 (H.571)’de Şah Abdürrahîm hazretleri ile evlendi. Abdürrahîm Efendi, Gavs-ül-a’zam Abdülkâdir-i Geylânî’nin torunu idi. Abdürrahîm Efendi, evlendikten sonra Bağdâd’dan gelen hocası Muhammed Ebü’l-Kâsım ile Hirat’a yerleşti.

   Alâeddîn-i Sâbir hazretlerinin annesi sık sık Peygamber efendimizi rüyâsında görürdü. Alâeddîn-i Sâbir anne karnında iken bir rüyâsında Peygamber efendimiz annesine doğacak çocuğun ismini Ahmed koymasını emir buyurdular. Kısa bir zaman sonra hazret-i Ali efendimiz rüyâsında annesine, ismini Ali koy dedi. Her iki emre de uyarak doğumundan evvel Ali Ahmed ismi kondu. Doğumundan sonra ise velîlerden biri, Alâeddîn ismi konmasını teklif etti. Böylece ismine Alâeddîn de dendi.

   Ahmed Sâbir hazretlerinin kerâmetleri doğmadan önce görülmeye başlandı. Birgün muhterem babaları Şah Abdürrahîm, seccâde üzerinde kendinden geçmiş bir hâlde, sabahın erken saatlerinde oturuyordu. Âniden koskoca bir yılan, tavandan önüne düştü. Gözlerini açar açmaz, koskoca yılanın önünde ikiye bölünmüş hâlde yatar vaziyette durduğunu gördü. Hâdiseyi göstermek için hanımını uyandırdı. Hanımı da; “Bir rüyâ görüyordum. Alâeddîn Ali Ahmed bana; “Bu günden îtibâren hiç bir yılan, bizim âilemizden veya bizim evlâtlarımızdan hiç birimizi ısırmıyacaktır. Bugün dünyâdaki yılanların şâhını öldürdüm. Yılanlar bana neslimizden hiç kimseye zarar vermiyeceklerine dâir söz verdiler.” dedi.

   Doğum esnâsında ebe, abdestsiz olarak çocuğu tutmak istediğinde, elleri ve vücûdu ateş gibi olup, titremeye başladı. Annesi çocuğa abdestsiz değmemesini, onun çok mübârek bir çocuk olduğunu söyledi. Ebe gidip abdest aldıktan sonra çocuğa dokunabildi ve onu kucağına aldı. Çocuğu yıkayacağı zaman, çocuk gözlerini açtı. Evin damına baktı. Evin üstü açılıp gökyüzü göründü. Aynı anda kırmızı bir bulutun, çocuğun üzerine doğru indiği, sonra semâya açılan damdan yükseldiği görüldü. Bu evle birlikte Hirat’daki bütün evlerin kokusu değişti. Bütün şehir güzel kokulara gark oldu.

   Doğumundan îtibâren Alâeddîn-i Sâbir, bir sabır nümûnesi olarak görüldü. İlk altı ayda, kırk gün annesinin sütünü emmedi. Bir yaşına kadar, diğer altı ay içinde 15 gün oruç tutar, 15 gün süt emerdi. Üç yaşında ana sütünü terk ederek, ara sıra küçük bir parça arpa ekmeği ve Hindistan’a mahsus bir çeşit nohut ekmeği yerdi. Konuşmaya başladığında, ilk söylediği söz;
  “Lâ mevcûde illallah”(Allahü teâlâdan başka hiçbir şey yoktur) oldu. Beş yaşında iken, mübârek pederi vefât etti. Bunun üzerine bir sene konuşmadı. Yedi yaşında iken muntazaman hergün oruç tutmaya başladı. 4 ilâ 5 günde bir, biraz kuru ekmek kırıntısı yerdi.

   Bu yaşında teheccüd namazı kılardı ve kendisini tamâmen Allahü teâlâya verirdi. O yaşında dahî, annesinin ısrârlarına rağmen karyolada hiç yatmadı.

   Annesi; “Yavrum neden bu kadar sıkı mücâhedeyi nefsin ile uğraşmayı bu yaşında yapıyorsun?” dedikte; “Sevgili anneciğim elimde değil, kendimi Allahü teâlânın aşkında yakmak istiyorum. Böyle yaşamak hakîkaten hoşuma gidiyor.” buyurmuştur.

PAYLAŞ