Takke, Sarık, Cübbe, Şalvar Giymek, Sakal Bırakmak

   Yazıya başlamadan önce şunu vurgulayalım: Sarık, cübbe, şalvar ile İslami yükümlülüklerimiz tamam olmayacağı gibi bu sünnetleri terk etmeye bahane de aramamalıdır. Yani kimse: “Sarık sardınca iş bitti mi oluyor” gibi ifadeler ile sarığı hafife almamalıdır. En azından Resulüllah’ın sünnetini ihya edenlere gıbta etmeli, bahane aramak yerine Resulüllah’a benzeyemediği için hayıflanmalıdır.

ADET SÜNNET MESELESİ
   Şimdi bir bir takım insanlar inkar ediyor, bir takım insanlar da bu sünnetlerin adet olduğunu, adetlerinde memleketlere göre değiştiğini bir takım âlimlere dayandırarak ifade ediyorlar. Ancak atladıkları bir husus var. Bu sünnetleri adet sünnet olarak kabul etsek bile bu gün kravatın, ceketin, dar pantolonun ve benzerlerini bizim âdetimiz, töremiz, kültürümüz olduğunu kimse iddia edemez. Kimse böyle bir hezeyanda bulunmasın. Bunların hepsi Avrupa’dan ithal edilmiş, gayri Müslimlerin giyim kuşamıdır. Bizim âdetimizde, kültürümüzde yine takke vardır, sarık vardır, şalvar vardır… Yani Resulüllah’ın sünneti aslında bizim kültürümüzün bir parçasıdır. Dolayısıyla adet sünnet olsa bile “KİMİN ÂDETİ” sorusu karşısında verilecek cevap önemlidir.

   Avrupa ve Amerika’nın şekli ile şekillenmek mi? Resulüllah’a benzemek mi?

   Bu gün sırf Arap düşmanlığından dolayı bu kisveye düşmanlık yapmak Müslüman’ın takınacağı bir tavır değildir.

   Hem bu gün bu kisve Arapların da adeti olmaktan çıkmıştır. Araplar sarık sarmazlar, cübbeyi imamlar dışında alim tabaka haricinde giyen olmaz. Halk cübbe giymez.

   Dolayısıyla bu kisve Arapların adeti değil, İslam’ın nişanıdırlar… Bu hususa ileride dikkat çekeceğiz. Ancak özellikle Peygamberimizin sarık, cübbe, sakal gibi sünnetlerini inkar ederek Müslümanları batının küfrüne doğru iten din bezirganlarına cevap vereceğiz.

   Bundan sonra da asıl mesel olan “Bir Müslüman bu kisveyi giymek zorunda mı” sorusuna cevap vereceğiz.

SAKAL SÜNNETİ
   Âişe (Radıyallahu Anha): Peygamber (Aleyhisselam) abdest almakta, saçını sakalını taramakta, ayakkabı giymekte sağdan başlamayı severdi, demiştir (Buhari)

   Bize Umer ibnu Muhammed ibn Zeyd, Nâfi’den; o da İbn Umer(R)’den tahdîs etti ki, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Müşriklere muhalefet ediniz (hâl ve hareketlerinde onlara benzemeyiniz)/ Sakalları bol bırakınız, bıyıkları derince kesiniz!” buyurmuştur. Nâfi’ ibn Umer hacc yâhud umre yaptığı zaman başını tıraş ettirirken sakalının üzerinden eliyle tutar da elinden fazla olanı makasla alırdı, demiştir (Buhari)

   Bize Ubeydullah ibn Umer, Nâfi’den haber verdi ki, İbn Umer (R): Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
– “Bıyıkları derince kesiniz, sakalları bol bırakınız!” buyurdu, demiştir

   Sakal hakkında daha bir çok hadis-i şerif mevcuttur. Sakal yaratılıştandır ve bir çok faydası da bu gün tıp tarafından tesbit edilmiştir. Âişe (Radıyallahu anha)’dan rivâyete göre, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “On şey yaratılış gereği yapılması gereken uygulamalardandır; bıyıkları kısaltmak, sakalları uzatmak, misvak kullanmak, burun temizliği yapmak, tırnakları kesmek, parmak aralarını ve mafsallarını temizlemek, koltuk altı kıllarını temizlemek, kasık kıllarını tıraş etmek ve su ile taharetlenmek.” (Tirmizi)

Sakalı tıraş etmenin 4 mezhebe göre hükmünü BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ

ŞALVAR
   Süveyd İbnu Kays anlatıyor: “Ben ve Mahrefetu’l-Abdî, Hacer’den bez alıp, Mekke’ye getirdik. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) [yanımıza] gelip bizimle bir şalvar pazarlık etti ve satın aldı. Fiyatını bize tartıp ödedi. Tartan kimseye de: “Tart (ve ibreyi lehine) kaydır!” emretti.” [Ebu Davud, Büyû 7, (3336); Tirmizî, Büyû 66, (1305); Nesaî, Büyû 54, (7, 284).]

   Hani adet memlekete göre değişir diyorlar ya! İşte bizim ecdadımız şalvar giymiş asırlarca. Yani adeti de sünnet-i Resul’den almışlar.

TAKKE VE SARIK
   Ebu Kebşe el-Enmârî anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın ashabının kalansuveleri geniş idi.” [Tirmizî, Libas 40, (1783).]

   Kalansuvenin Arapça lügatlerdeki karşılığı takke, fes, başlıktır. Başa takılan takke olarak karşılık bulur. Tirmizinin naklettiği rivayetten takkenin sünnet olduğunu anlıyoruz. Başka bir hadis-i şerifte:

   “Bizimle müşrikler arasındaki fark, kalansuveler üzerindeki sarıklardır.” (Ebu Dâvud, Libas 24, (4078); Tirmizi, Libâs 47, (1785).

   Burada da takke ve üzerine sarılan sarık geçmektedir.

   Müslim “Sahih”inde ‚Amr b. Hurays’ten şunu nakleder: “Allah Resûlünü minberde, başında siyah bir sarık varken gördüm. Sarığın iki ucunu iki omuzu arasına sarkıtmıştı.” Yine Müslim’in Câbir b. Abdillah’tan bir rivayeti de söyledir: “Allah Resulü Mekke’ye, başında siyah bir sarık varken girdi.”

   İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm başına sarık sardığı zaman, ucunu iki omuzu arasından sarkıtırdı.”
Tirmizî, Libâs 12, (1736).

   Amr İbnu Hureys radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ı gördüm, üzerinde siyah bir sarık vardı. İki ucunu omuzları arasından sarkıtmıştı.”
Müslim, Hacc 453, (1359); Ebu Dâvud; Libâs 24, (4077); Nesâî, Zînet 109, (8, 211).

   Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu anh: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bana bir sarık sardı.” (Ebu Davut)

   Zuhrî şöyle demiştir: Bana Salim, babası Abdullah ibn Umer(Radıyallahu anh)’den haber verdi ki, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “İhrama giren kimse ne gömlek, ne sarık, ne şalvar, ne bornus, ne cehrî veya zağferânla boyanmış bir kumaş, ne ayakkabı giyer. Ancak iki terlik bulamayan kimse için ayakkabı giyme ruhsatı vardır. Şöyle ki, iki terlik bulamayan kimse, ayakkabıları topukların aşağısından keser” (buhari)

   Bu hadis-i şeriften de ihramda yasaklanan sarığın normalde sarıldığını anlıyoruz.

   (Abdullah b. Sa’d b. Osman’ın) babası Sa’d’dan rivayet olun­muştur; dedi ki: Buhara’da beyaz bir katıra binmiş, (başı) üzerinde ipekli siyah sarık bulunan bir adam gördüm. “Bunu bana Resulullah giydirdi” diyor­du. Bu (hadis) Osman’ın rivayet ettiği lafızlarladır. (Çünkü senedde geçen ve) ihbar (ifâde eden “ahberenî” kelimesi) Osman’ın rivayetinde bulun­maktadır. (Tirmizi, tefsir sure (69) 2)


   “… Amr bin Hureys (RadtyaUâhü ank)’âen; Şöyle söylemiştir;
   Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), başında siyah bir sarık ve sarığın uçlarını omuzlan arasına sarkıtmış vaziyette gözlerimin önündedir, sanki O’na bakıyorum.”
(İbni Mace)

   Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem başında siyah bir sarık olduğu halde halka hutbe okudu. (Müslim, Hac 452–453)

   İmam Nevevi’nin açıklamasına göre, Hazreti Peygamber’in birisi kısa biri­si uzun olmak üzere iki sarığı vardı. Kısa sarığı yedi zira uzun olanı da oniki zira idi. Ancak, fazla kısa olan sarık insanın başını yeteri kadar koruyamayacağı, fazla uzunu da insana sıkıntı vereceği muhakkatır. Hazreti Peygamber’in her işte en Ölçülü ve faydalı olanı tencih etliği düşünülür­se yedi zirahk sarığı ölçü olarak almak Hazreti Peygamber’in sünnetinin ru­huna daha uygun düşmektedir (Aliyyü’l-Kâri, Aynu’l-ilim ve Zeynü’l – ilim. I, 305.

   Hazreti Peygamber’in sarığının ucunu omuzları arasına bir karış kadar uzattığı rivayet edildiği gibi, belinin yarısına kadar ve oturduğu zaman yere değecek kadar uzattığına dair rivayetler de vardır (Aliyyül-Kari, mirkat’ül. mefatih IV. 427.)

   Birbirini destekleyen bunca rivayetten anlıyoruz ki, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz ve ashabı takke takmış ve üzerine sarık sarmıştır.

CÜBBE
   “… Ubâde bin es-Sâmit (Radıyallâhü ank)’den; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahû Aleyhi ve Sellem) kolları dar, yünden mamul bir Rûmî cübbeyi giymiş olarak bir gün (evden) yanımıza çıktı ve o cübbeyle bize namaz kıldırdı. Üzerinde o cübbeden başka (elbiseden) bir şey yoktu.” (Sünen-i İbni Mace)

   Mugîre İbni Şu’‘be radıyallahu anh şöyle dedi:
   Bir gece Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile yolculukta idim. Bana:
“– Yanında su var mı?” dedi. Ben:
Evet, diye cevap verdim. Bunun üzerine devesinden inip yürüdü ve gecenin karanlığında gözden kayboldu. Sonra geldi. Ben tulumdan eline su döktüm; yüzünü yıkadı. Üzerinde yünden yapılmış bir cübbe vardı. Kollarını yeninden çıkaramadı da cübbenin altından çıkarmak suretiyle yıkadı ve başını mesh etti… (Riyazü’s-Salihin)

ARAPLARIN ADETİ DEĞİL, İSLAM NİŞANI
   Değerli kardeşlerimiz şimdi size vereceğimiz ayrıntıyı daha önce hiçbir yerde okumadığınıza eminiz…

   Sarık, Cübbe gibi zahiri sünnetleri arap adeti diyerek bir kenara atanlara yukarıdaki delillerden sonra şöyle cevap veririz:
   İbn Mes’ûd (Radıyallahu Anh)’den rivâyete göre, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Rabbi kendisiyle konuştuğu gün, Musa’nın üzerinde yün elbise, yünden bir külah, yün cübbe, yünden bir şalvarı vardı. Ayakkabıları ise bir eşeğin derisindendi.” (Tirmizî rivâyet etmiştir.)

   Hadisi Şeriften de anlaşılacağı üzere Musa Aleyhisselam’ın takkeli ve cübbeli olduğu vurgulanmıştır. Ancak Musa Aleyhisselam arap değildir. İsrailoğullarına gönderilmiş bir Peygamberdir.

   Aynı şekilde bu gün Yusuf Aleyhisselam’ın sarığı Topkapı Müzesinde sergilenmektedir. Yusuf Aleyhisselam da arap değildir. Her ikisi de Hazreti Yakub Aleyhisselam’ın soyundan gelmiştir. Yusuf Aleyhisselam Peygamberlik görevini Mısır’da yapmıştır.

   Tefsir-i Kebir’de Bedir savaşına yardıma gelen “alametli” melekler konusunda şöyle buyruluyor: “Nitekim hadis-i şerifte Hazreti Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’in Bedir günü “Kendinizi alâmettendiriniz. Çünkü melekler de kendilerini alâmetiendirdiler” dediği yer almıştır. İbn Abbas (Radıyallahu Anh), “Melekler, kendilerini sarı sarıklar sararak alâmetlendirmişler ve atlarını da nişanlamışlardı. Onlar, alın ve kuyruklarına beyaz yünler takılmış alaca atlar üzerinde idiler” demiştir.

   Bütün bunlardan anlıyoruz ki bazı şeyler adet, kültür meselesi olmayıp, Allah’u Teala’nın hoşnutluğuna vesile olan veya sevdiği alametlerdendir. Demek ki bu kisve sadece bir adet veya bölgesel kıyafet olarak değerlendirilemez.

BİR MÜSLÜMAN BU SÜNNETLERİ UYGULAMAK ZORUNDA MIDIR?
   Bu kisvenin Resulüllah’ın sünneti olduğuna şüphe olmadığına göre acaba bir Müslüman bu sünnete riayet ederek cübbe giyip, sarık mı sarmalıdır? Giymediği takdirde vebali var mıdır?

İşin fetvası şöyledir: Bir insan sünneti terk etmek ile günahkâr olmaz. Azaba değil azara layık olur.

KAFİRLERE BENZEMEMEK
   Ancak konumuz olan zahiri sünnetleri, kafirlerin kisvesine bürünmek için terk etmek başka bir yönden mesuliyet yüklemektedir. Şöyle ki:
Peygamberimizin kılık ve kıyafette ölçüsü kafirlere benzememektir. O, tırnağını keserken dahi Yahudilere benzemekten uzak olmak istemiştir.
   Rivâyet edildiğine göre; Peygamber Efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve Sellem), tırnaklarını sırasıyla keserken bir yahudi çocuğu onu görmüş ve:
“-Tırnaklarını aynı bizim gibi kesiyorsun!..” demişti.
Bunun üzerine Rasûlullâh (Sallâllâhu aleyhi ve Sellem) tırnaklarını karışık olarak kesmeye başladı. (Gazalî, İhyâ-u Ulûmiddin)

   Allahu Teaşa bir ayeti kerimesinde:
   “Zalimlere azıcık meyletmeyin ; sonra size ateş dokunur.Sizin Allah’tan başka dostlarınızı yoktur.Sonra yardım da olunmazsınız.”(Hud 113)

   Bahru’l Ulum’da bu ayetin tefsirinde şu açıklamalar var ;   “Zalimlere en ufak şekilde meyletmeyin.Azıcık meyl, onlara benzemek,süsleriyle süslenmek,tazim ile onlardan bahsetmek,onlarla birlikte oturmak.Onlarla sohbet etmek,arkadaşlık kurmak,süslerine,mallarına göz uzatmak,yaptıkları işten memnun olmak gibi şeylerdir.”

   Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu : “Kıyamet günü olunca bir münadi şöyle çağıracaktır : Zalimler nerede? Zalimlerin yardımcıları nerede ? Zalimlere benzeyenler nerede? Hepsi ateşten bir tabutta toplanacaklar. Mahlukatın ortasında hepsi cehenneme sevk edilecekler.”

   Useym b. Küleyb (Radıyallahu anh)nun, dedesinden rivayetine göre Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, Müslüman oldum diyene:
   “Kâfirlik alâmeti olan saçını kes ve sünnet ol” buyurmuştur. (Ebu Davud, Taharet: 131, Taberani, el-Mucemu’l-Kebir, 19/14, No:20)
   Genellikle kâfirler, her beldede kendilerine mahsus saç şekli tespit etmişler, moda ortaya koymuşlardır. Zaman zaman traş olsalar bile, o hususi kısma dokunmazlar. Bu, bir nevi onların dinlerinin, inançlarının bir gereğidir, milliyet sembolüdür. Şu halde böylesi bir kısım saç, İslâm’la küfür arasında bir alamet-i farika olmaktadır. İşte Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) efendimiz kâfirliğin alameti olan bu saçın kesilmesini emretmiştir.
Abdullah b. Ömer (Radıyallahu anh) den rivayete göre Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz:
“Kim bir millete benzemeye çalışırsa, o da onlardandır,” (Ebu Davud Libas: 5) buyurmuşlardır.

   “Bizden başkasına benzemeye çalışanlar bizden değildir. Yahudilere ve hıristiyanlara benzemeyiniz…” buyurmuşlardır. (Tirmizi, İsti’zan: 7)

   Özellikle bu iki hadis-i şerif çok önemli psiko-sosyal gerçeklere işaret eder. Şekli benzeşmenin sonuçta itikadı benzeşmeye götüreceğini anlatır. Mağluplar, galipleri taklid etme psikolojisini yaşarlar. İnsan ancak sevdiğini, takdir ettiğini ve büyük gördüğünü taklit eder. Şekli taklit, itikadi taklide götürür.
Benzemenin vaki olduğu en önemli yerlerden birisi de, hiç şüphe yok ki giyim-kuşamdır. Hazreti Ali (Radıyallahu Anh)’dan rivayete göre Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz:
   “Rahiplerin elbiseleri gibi, gayrimüslimlere mahsus elbiseler giymekten sakının. Kim onların şekillerine bürünür ve onlara benzemek isterse benden değildir” (Taberani, el-Mucemü’l-evsat, 4/541, No: 3921) buyurmuşlardır.

   Görüldüğü gibi kafirlere meyletmek, onlara benzemek zemmedilen ve azarı gerektiren su-i ameldendir.

   Bakınız mesela kafirler Müslümanlara zahiren benzemeyi, İslama girmek ile eş değer tutarlar. İstisnalar kaideyi bozmaz, siz hiç Müslümanların bıraktığı gibi sakal bırakan, takke takan, sarık saran bir gavura rastlamamışsınızdır. Eğer rastladıysanız bir elin parmağını geçmez. Yani milletçe Müslümanlara benzemeye çalışan bir Hıristiyan topluluğu göremezsiniz. Çünkü onlar Müslümanların kisvesine bürünmeyi, İslam ile eşdeğer tutarlar.

   Gelin görün ki bizler dinimizin verdiği bu şuurdan uzaklaştık ve kâfirlerden zahiren bir farkımız kalmadı.

   (Bazıları Yahudiler de sakal bırakıyor, o halde sakalı keseceğiz mi? Diyorlar. Hayır, Müslüman’ın sakalı ve bıyığı hadisi şerifte bildirildiği üzere olmalıdır. “Sakallarınızı uzatınız, bıyıklarınızı kısaltınız”. Biz sakalı uzatır ancak etrafını yani yanak ve boğaz kısmını temizleriz, Bıyığımızı da kısaltırız. Görüntü itibariyle büyük fark ortaya çıkar)

SÜNNETİ İHYA ETMEK FAZİLET VE SEVAPTIR
   Öncelikle şu hadis-i şerifi sizler ile paylaşalım:
“Ümmetim fesada düştüğü bir zamanda Sünnet-i seniye’me sarılanlara yüz şehit sevabı vardır.” (Beyhakî)

“Ümmetimin fesada düştüğü zaman sünnetime sarılan kişiye şehit sevabı vardır”(1. Taberanî, el-Mucemu’l-Evsat, 5/315; Münavî, Feyzu’l-Kadir, 6/261. Bu zaman diliminde sünnete sarılanlara yüz şehid sevabının verileceğini bildiren bir rivayet de söz konusudur. Bkz. Ebu Bekr el-Beyhakî, Kitabu’z-Zuhdi’l-Kebîr, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1995, 2/118.9)

   Bu hadisi şerifleri bazı alimler Peygamberin sünnetine topyekün sarılmanın, ona her yönden ittiba etmenin yüz şehit sevabına kavuşturacağı hükmüne varmışlardır. Resulüllah’a ittiba da altı cihetten olur. Fiilen, kavlen, zahiren, batınen, amelen, itikaden…

   İşte bu noktada bir Müslüman’ın Peygamberimizin kisvesine bürünmesinden daha doğal bir şey olamaz.

   Bakınız İmam-ı Rabbani hazretleri 114. mektubunda ne buyuruyor:
   “Allah Subhanehü bizi, bizim gibi müflisleri, acizleri ve kötürümleri öncekilerin ve sonrakilerin Efendisi’ne (Sallallah Alehi ve Sellem) tabi olma konusunda bizleri istikamet sahibi kılsın.
Razı olunan bu mutabaatın bir zerresi tüm dünya zevklerinden ve ahiret nimetlerinden, nice mertebelerce daha değerlidir. Fazilet O’nun sünnetine tabi olmaya ve meziyet O’nun şeriatını tatbik etmeye bağlıdır.
Mesela O’na tabi olma amacıyla gerçekleştirilen bir öğleden sonra uykusu (kaylule), O’na tabi olma amacıyla güdülmeksizin binlerce geceni ihya edilmesinden daha faziletlidir.”

   İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirrahu) Hazretleri bizlere ölçüyü veriyor. Önemli olan Resulüllahın sünnetini, O’na tabi olmak maksadıyla yaşamaktır.

ELİMİZDEN GELDİĞİ KADAR İTTİBA ETMELİYİZ
   Biz Müslümanlar, Sevgili Peygamberimize elimizden geldiği kadar ittiba etmeliyiz. Onun ahlakı ile ahlaklanmalı, adeti ile adetlenmelidir. O, kendisi taklit edilmeye en layık olandır. Herkesin bir idol bularak saçını, giyinişini, konuşmasını, yürüyüşünü taklit ettiği şu dünyada bizler de biricik Peygamberimiz taklit etmeliyiz.

   Eğer adet ise, biz Resulüllah’ın âdetine uymalı, kâfirlerin adetlerinden kaçınmalıyız. Her Müslüman birbirini bu yönde teşvik etmelidir. Eğer yapamıyor ise, yapanların önüne set olmamalı. Kendi eksikliğini örtmek için, sünneti Resul’den insanları uzaklaştırmaya çalışmamalıdır.

SEVGİ VE MUHABBET MESELESİ
   Her türlü ahlaksızlığın yaygınlaştığı, kafirlere benzemenin takdir edilip, Peygambere benzemenin ayıplandığı şu zamanda Peygamberimize her cihetten ittiba etmek, sevgi ve muhabbet meselesidir. Kişi vardır, Peygamberimizin yemeğe elini yıkayarak, Allah’ın adı ile, sağ el ve tuz ile başlamasını uygular. Kimisi de vardır paldır küldür dalar.

   Anlatmak istediğimiz şudur ki, şu fitne zamanda bir insan Peygamberine olan muhabbetinden, ona olan aşkından ve sevap amacı ile sarık, cübbe, şalvar gibi zahiri sünnetleri yaşıyor, Peygamberine benziyor veya benzemeye çalışıyor ise onu takdir etmek gerekir.

   Bazıları böyle Müslümanların hevesini kırmak için “Cübbe giymekle iş bitmiyor, sarık sarmakla iş bitmiyor” diyor. Sanki sarığı saran kişi “iş bitti” mi diyor ki böyle bir hezeyanda bulunuyorlar. Onlara: “Peygamberimize benzemekle iş bitmiyor da Kâfirlere benzemekle iş bitiyor mu?” diye sormak gerekiyor…

   Maalesef bu gün kafirler değil Müslüman geçinenler insanları bu sünnetlerden uzaklaştırmaya çalışıyor. Çok şükredelim ki bizler bu nimetlerin içindeyiz…

www.ihvanlar.net

PAYLAŞ